Pandemide sosyal medya psikolojimizi nasıl belirler?

Bugünlerde neredeyse birçok kişinin, kendilerine gelen her bilgiyi değerlendirmeden, çevrelerindeki kişilere ulaştırmaya çalışmakta olduğunu gözlemliyorum. Peki insanlar, bilgileri doğrudan taşırken ne yapıyorlar?

Google Haberlere Abone ol

Tuğba Kurt Ulucan* [email protected]

Hiç beklemediğimiz bir anda bilim kurgu filminin içinde gibiyiz. Bu filmin içine ilk girdiğimizde çoğumuz durumu önce yadsıdık. Daha sonra öfkelendik, neden başımıza bu geldi diye düşündük. Devamında depresif hissettik, hastalanacağımızı düşünüp zihnimizde türlü türlü senaryolar kurguladık. Şimdilerde ise kabul sürecindeyiz, duruma uyum sağlamak için yeni yollar arıyor, keşifler yapıyoruz. En sonunda keşiflerimiz de bitecek ve Covid-19’lu hayatımıza adapte olacağız. Sosyal medya da, uyum sağlama ve dahil olma sürecimizde canlı bir varlık niteliğinde hayatımızın tam merkezinde yer alıyor.

Peki sosyal medya ruhsallığımıza nasıl etki ediyor? Hangi yollarla içimize “şıp” diye oturuyor?

İzolasyonda, ya kendimizleyiz ya ailemizleyiz. Sosyal medya da, bizim dış dünyaya açılan pencere kenarımız, balkonumuz, bir nefes alışımız, bir merhaba deyişimiz aslında. Dışa açıldığımızda, balkonumuza hangi kuş konuyor? Aldığımız havada ne var? Ve kime merhaba diyoruz? Bu bizim seçimimiz. Burada mühim olan, sosyal medyayı ruhsallığımıza nasıl taşıdığımız. Bu içeriye taşıma eyleminde ilk düşündüğüm şey, sosyal medyadaki paylaşımların kaynaklarının güvenirliliği. Sosyal medya hesaplarından içeriye sızan videolar, görüntüler ve bilgi içerikli ses kayıtlarının referanslarını nasıl değerlendiriyoruz? Bu noktada bilgi felsefesine değinmek son derece önemli. Bilgi felsefesi, bize bilginin kaynağını, yapısını, imkanını, sınırlarını ve doğruluğunu araştırmamız açısından ciddi bir zemin yaratır. Böyle bir zemin olmadan kullandığımız bilgilerin, ruh sağlığımızın dengesini altüst ettiğini düşünmek gerekir. Bu açıdan sosyal medyayı değerlendirdiğimizde, bilgi felsefesi dersimizi çok iyi anlayamamışız gibi duruyor. Bugünlerde neredeyse birçok kişinin, kendilerine gelen her bilgiyi değerlendirmeden, çevrelerindeki kişilere ulaştırmaya çalışmakta olduğunu gözlemliyorum. Peki insanlar, bilgileri doğrudan taşırken ne yapıyorlar? Muhtemelen bu bilgilerin yarattığı kaygıları diğerlerine bulaştırarak kendi içlerini temizleyip rahatladıklarını sanıyorlar. Halbuki burada da bir duygu salgını yaratıyorlar. Daha çok bunu hangi yapılar yapıyor dersek? Kaygılı ve kontrolcü yapıdaki kişilerin; tüm bilgiyi elde etme ve kontrol etme ihtiyaçları daha fazla olduğundan bu işlemi onların daha fazla yaptığını söyleyebilirim. Tüm bilgileri kontrol etmek istediklerinden, bilgi seçimi ve ataması yapamıyorlar dolayısıyla tümünü elde edip kendilerini daha fazla kaygılandırıyorlar. Peki hiç mi bakmamalıyız? Hiç bakmamak değil ama bilgisine güvenilir birkaç referansla ilerlemek daha sağlıklı olanı. Buna bir sınırlandırma alanı yaratmak için, kendimize güvenilir birincil kaynaklar bulmak ve bilgi ihtiyacımızı buradan karşılamak gerekir.

SOSYAL MEDYADA GÖRÜNÜRLÜĞÜN ARTMASININ RUHSALLIĞIMIZA İZDÜŞÜMÜ

İnsan sosyal bir varlıktır ve kendini gösterme isteği doğaldır. Bu dönemde de dış dünyadaki görünürlüğün izolasyonla kısıtlanması, insanların sosyal medyada aktifliğini arttırdı. Story sayıları, canlı yayınlar, paylaşımlar ve ekran kullanım saatlerinde ciddi bir artış oldu. Bunun şimdilik psikolojimize iyi geleceğini düşünüyorum o yüzden bu temasın dengemizi bulmamız açısından bize iyi geldiği kanaatindeyim. Ancak “internet bağımlılığı” açısından düşünürsek bu durum ciddi bir risk de oluşturuyor, normale döndüğümüzde bunu kontrol edebileceğimizin garantisi yok.

SOSYAL MEDYADA YOGA VE MEDİTASYON ÜZERİNDEN İÇE DÖN ÇAĞRISI

Psikoloji, PDR lisans programlarında ilk sınıflarında genelde okutulan bir kitap vardır. Rita L. Atkinson’nun “Psikolojiye Giriş” kitabı. Bu kitapta meditasyonun tarihine ve insanın ruhsallığına nasıl iyi geldiğine değinilir. İkisini de denemiş, bir müddet yapmış biri olarak stresi azaltmada etkili olduğunu söyleyebilirim. Ancak sosyal medyadaki yoga ve meditasyon çağrılarını çok fazla içe yönelme mesajlı görüyorum. Bu noktada “kendisi yararlı, mesajı zararlı” diyebiliriz. Açıkçası neden bu kadar içe dönmeliyiz? Neden bu kadar kendi kendimizle kalmalıyız? Ne amaçla bu söyleniyor? Pek bilemiyorum. Normal rutinimizde ne kadar içerideysek o kadar içeride ne kadar dışarıdaysak o kadar dışarıda kalmalı ruhsallığımız. Bu dinamiği böyle travmatik bir süreçte değiştirmek yerine, yeni yaşantımıza adapte etmemizin bizlere iyi geleceğini düşünüyorum.

İZOLASYON DÖNEMİNDE SOSYAL MEDYANIN AİLE YAŞAMINA ETKİSİ

Bu hikaye, aslında çok daha önceden başlamıştı, çift seanslarının da konusu olmuştu. Seans odalarımızın içi, “eve geliyor kocam/karım elinde telefon, sürekli internette” söylemleri ile dolmuştu. İlişki hiçbir zaman dışarıdan ihtiyacı olmayan bir şeyi ithal etmez. Yani kişiler, ilişkiden daha uzaklaşıp sosyal medyaya sığınıyorsa, günah keçisi sosyal medya değil, kişiler olmalıdır. Bu nedenle sosyal medyayı bir uzaklaştırma aracı olarak görmüyorum. Bu tarz bir ilişkilerin zaten incelenmesi gerekir, bunu yadsımamak lazım.

Başka bir açıdan bakarsak “ev konseptli” aile içi etkinlerin sosyal medyaya daha fazla taşınmasının olumlu katkıları oldu. Daha üretici aileler, üretemeyen ailelere örnek oluşturmuş durumda. Bu da fonksiyonel bir kelebek etkisi yarattı. Eğlenceli birçok çocuk oyununa, sosyal medyadan ulaşan ebeveynler bunları evlerine taşıdılar. Ebeveynler sanırım hayatlarında çocuklarıyla hiç bu kadar oyun oynamamışlardır. Oyun sayesinde çocuklarıyla aralarındaki bağı daha da çok kuvvetlendirdiler ve birbirlerini daha çok tanıma fırsatı buldular. Yani işin özü evde kalmak o kadar da kötü değil.

SOSYAL MEDYA ADETA BİR GRUP TERAPİSİ ETKİSİ YARATTI

İnsanlar, devamlı ötekiyle temas ve ilişki içerisindedir. Bu temas ve ilişki içerisinde kişi, dünyaya uyum sağlamaya, itkilerini bastırmaya, hakikatin gerçekliğiyle yüzleşmeye çalışır. Yani bir diğeri, bizim yüzleşme aracımız, yansıtmalı özdeşim kurduğumuz bir nesne olur. Grup terapisinde de üyelerin paylaşımı üzerinden bireyler, kendilerini anlama, değiştirme ve geliştirme fırsatı bulurlar. Sosyal medyayı bu bağlamda değerlendirirsek, her birimizin içinde bulunduğu bu salgın durumu, herkeste bambaşka duygulanımlara yol açtı. Sosyal medya sayesinde birbirimizin duygularını ve düşüncelerini hem seyrediyoruz hem de bu deneyimlerin üzerinden kendimizde yeni kapılar açıyoruz. Örneğin bir arkadaşınız var sürekli tüm kötücül paylaşımları size iletiyor. Siz de bunu, “çok paylaşım yapıyor devamlı duygusunu bana yüklüyor”, olarak yorumluyorsunuz. Halbuki burada mesele arkadaşınızın kaygılı yapısı değil. Yani, kaygılı bir yapı, kaygısı olmayanı tetiklemez. Ama siz arkadaşınıza öfkeleniyorsunuz. Bu duruma şöyle baksak, içimizde bastırdıklarımızı aktive ediyor ve dışarı çıkmasını sağlıyor. Burada mühim olan kendinizde aktive olan yerleri görebilmeniz aslında. Tam da bu zamanlarda tetiklendiğiniz yerlere bakabilme cesaretinizin elinden tutup gelişmeye, paylaşmaya ve büyümeye çalışın derim.

Son olarak, bu travmayı fırsata çevirme alanı olarak görebiliriz. Bu travma bizlere, kendimizi toparlama gücümüzle tanışacağımız, krizle baş etmede kendi içsel kaynaklarımızı fark edip kullanacağımız bambaşka kapılar açmış olabilir. Bundan dolayı bu süreci hayatımızda bir gelişim süreci olarak değerlendirmeliyiz. Sosyal medyayı, iç dünyamıza nasıl taşıdığımız tamamen bizim elimizde bunu kendimize iyi gelecek şekilde kullanmayı, kendimizle iyi ilişki kurmayla eş değer görüyorum. Umarım bu dönemi bir dönüşme bir farklılaşma bir öğrenme aracı olarak kullanmış oluruz. Sağlıcakla kalalım.

*Klinik Psikolog/Psikoterapist/Araştırmacı