Çok büyük şeyler bekle!

Malik Baran Yılmaz’ın yaptığı da, enformasyon bombacılarının ipliğini pazara çıkarması bağlamında karşı-enformasyon üretmektir. Ancak Deleuze’ün de belirttiği gibi karşı-enformasyon tek başına yeterli değildir, “Hiçbir karşı-enformasyon Hitler’i durduramadı”, tek bir durum dışında. Peki nedir bu durum?

Google Haberlere Abone ol

Mesut Uçak*

Üç gün önce sosyal medyaya düşen bir video büyük ilgi topladı. Siyasilerin, malikaneleri andıran evlerindeki ünlülerin ve çalışanlarına ücretli izin vermeyi akıllarından dahi geçirmeyen birçok şirketin -herhangi ekonomik bir tedbir sunulmadan- yaptığı “Evde Kal” çağrılarına isyan eden tır şoförü Malik Baran Yılmaz, aslında hepimizin öyle veya böyle dile getirdiği şeyi çok çarpıcı şekilde söyledi; “Beni bu virüs öldürmez, beni senin bu düzenin öldürür!” Binlerce kez izlenilen videonun trollerin ilgisini çekmesi de uzun sürmedi elbette. Nitekim ertesi sabah evine yapılan baskınla gözaltına alınan Yılmaz, akşam saatlerinde adli kontrol şartıyla serbest bırakıldı.

Ancak bu yazının konusu, Yılmaz’ın maruz kaldığı hukuksuzluktan ziyade, serbest bırakıldıktan sonra çekildiğini düşündüğüm bir fotoğraf. Sol yumruğu havada, objektif aracılığı ile gözümüzün içine bakan Yılmaz’ın üzerindeki kıyafet bize bir şey söylüyor; “Expect Great Things” (Çok Büyük Şeyler Bekle)!

Dostoyevski’nin 1880 yılında yayınlanan büyük eseri Karamazov Kardeşler’in kahramanı İvan, rüyasında şeytanı görür. “Gerçek şeytana hasret kalmış” olan İvan, “hor gördüğü toplumdan kurtulmak ister fakat ne yapacağını bilemez; şiddetli yadsıma ve etkisiz edimler dışında bir şey gelmez elinden” (Diken, 2011, s. 14). Ancak rüyasında gördüğü şeytan hiç de umduğu gibi değildir. Teolojik antagonizmanın radikal iki tarafından biri olan şeytan, kendisinden hiç beklenmeyecek şekilde, “Ilımlı ol!” buyruğu ile gelir İvan’a. “Bu kadar çok şey isteme, ‘en büyük ve güzel’i bekleme benden; o zaman barış ve uyum içinde yaşayacağız, göreceksin” (Dostoyevski, 2004, s. 647). “XIX. yüzyılın gelecek kabusunun baş aktörü” olan bu şeytan, artık “kötülüğün dilini konuşmayan, sıradan, normalleşmiş bir şeytandır” (Diken, 2011, s. 11). Barış ve uyum adına ılımlılığı buyuran şeytan, hayallerin ve arzuların edilgenleşmesini salık verir. Büyük fikirler, davalar, mücadeleler ve hatta aşkların dahi, bu “cesur yeni dünya”da yeri yoktur. Tüm acılar “soma” ile uyuşturulurken tek geçer akçe eğlencedir artık; “herkes herkesin”dir (Huxley, 2003). Sonu gelmez bir tüketim girdabı içerisinde, bileklerimizdeki pranganın farkında bile olmadan, “Özgür olmak istemez misin?” sorusuna, "Ne demek istediğini anlamıyorum. Ben özgürüm. Zamanımı keyifli geçirmek konusunda özgürüm. Şimdilerde herkes mutlu" cevabını verebiliriz ancak (a.g.y. s. 210). Özgürlük ve demokrasinin herkes için bolca olduğu konusunda varılan konsensüs, daha fazlasını veya farklısını talep etmemize engel olur. Devrim fikri dahi “kötücül”lüğünü yitirir, edilgenleşir. Üniversite kürsülerinde, liberal toplantılarda, gençlik festivallerinde içi boşaltılır, kültüralize edilir. 68 Mayısı’nın radikal eylemleri “eylemce”ye dönüşür zamanla (eylem ve eğlence kelimelerinin kompozisyonuyla oluşturulan ve eylemlerin devrim fikri ekseninden eğlence eksenine kaymasını belirten terimi, maalesef nereden öğrendiğimi hatırlayamıyorum). “Antagonizma, çatışma ve mücadele ‘genlerinin susturulmuş’ olduğu ‘kafeinsiz’ gerçeklik çağında radikal düşünce bile ‘kötücül’lüğünü kaybetme riski altında. Zalimliğe yer vermeyen post-yapısalcılık ve devrimsiz Marksizm, günümüz üniversitelerinde istisna olmaktan çıkıp normalin parçaları haline geldi” (Diken, 2011, s. 12). Orwell’in distopik 1984 romanında, “zararlı” düşünceleri daha oluşmadan engellemek, bir radikal değişim tahayyülünü en başından imkansız kılmak için dile yapılan müdahaleler hayatımızın her yerinde artık. “Radikal değişimi hayal edemeyen siyaset-sonrası bir toplum bizimkisi, siyasetin hiper-siyasete dönüştüğü 'tek boyutlu' bir toplum. Her şeyi siyasallaştırmakta, her şeyi eleştirmekte özgürüz ama sadece tersyüz edilmiş bir biçimde, herhangi bir görüşe sadık kalmadan elbette” (Diken, 2013, s. 14). Herhangi bir toplumsal değişim talebi köktendincilik, fanatiklik ve radikallikle yaftalanıp değersizleştirilirken, -paradoksal bir şekilde- baş döndürücü bir hızla değişen dünyaya ayak uydurmamız bekleniyor. Değişimi yakalayamayanın oyun dışı kaldığı, sermayenin esnek taleplerine uyamayanın iş bulamadığı, yıllar süren ücretsiz stajyerlik gibi yeni sömürü aygıtlarının kıskacındaki “daimi bir devrim ‘kültürü’ bizimki” (a.g.y. s. 14). İşte tüm bunları; “kafeinsiz gerçeklik” çağımızın uyuşturulmuş, hayallerden koparılmış, tüm ihtimalleri gerçekleştirilmiş ütopyasızlık halini iki asır önceden haber veriyordu Dostoyevski’nin ılımlı şeytanı, “büyük şeyler bekleme” diyerek.

Malik Baran Yılmaz ise, korona virüsü pandemisinin kasıp kavurduğu 2020 toplumuna tam tersini haykırıyor sessizce: “Expect Great Things” (Çok Büyük Şeyler Bekle)!

'Yaratma Eylemi Nedir?' adlı metninde Gilles Deleuze, iletişim teriminin tanımını yapar; “İletişim öncelikle bir enformasyonun aktarılması ve yayılmasıdır” diyen Deleuze, enformasyonu ise “buyruk tümceleri bütünü” olarak tanımlar (Deleuze, 2003, s. 34). Yani bize söylenen ve inanmamız, hatta “inanıyormuş gibi yapmamız” beklenen şeydir enformasyon. Tıpkı şu salgın günlerinde, tüm gün boyunca televizyon ve sosyal medya aracılığı ile, gerek devlet otoriteleri gerekse -her konuda olduğu gibi bu konuda da- uzman kişiler vasıtası ile maruz kaldığımız enformasyon bombardımanı gibi. Çizilen toz pembe tabloya inanmamız, inanmıyorsak bile “inanıyormuş gibi yapmamız” bekleniyor. Aksini belirtmek “provokatörlüğe”, “halkı kin ve düşmanlığa sevk etmeye” ve hatta -sayıları sürekli artan sosyal medya yargıçlarının vicdanına bağlı olarak- “vatan hainliğine” varıyor. İşte tam da bu bağlamda enformasyon bir denetim aracı oluyor (a.g.y.). Ancak, tüm denetim araçlarından olduğu gibi enformasyondan kaçış da mümkündür; “karşı-enformasyon” aracılığı ile. Deleuze, Nazi Almanya’sından kaçan Yahudilerin toplama kamplarının varlığını haber verirken karşı-enformasyon ürettiklerini belirtir. Nitekim Yılmaz’ın yaptığı da, enformasyon bombacılarının ipliğini pazara çıkarması bağlamında karşı-enformasyon üretmektir. Ancak Deleuze’ün de belirttiği gibi karşı-enformasyon tek başına yeterli değildir, “Hiçbir karşı-enformasyon Hitler’i durduramadı”, tek bir durum dışında. Peki nedir bu durum? “Verilebilecek tek cevap karşı-enformasyonun ancak bir direnme eylemi olarak ortaya çıktığında -zaten doğası gereği öyledir- ya da bir direnme eylemine dönüştüğünde gerçekten etkili olabileceğidir. Ve direnme eylemi ne enformasyon ne de karşı enformasyondur” (a.g.y. s. 38).

Tüm bunlardan sonra bize düşenin ne olduğu elbette çok açık. “Virüs değil, sizin sisteminiz öldürür” diye haykırmaya; bizi “tek boyutlu insan”a indirgemeye çalışan “tarihin sonu” palavracılarına kulak asmadan “çok büyük şeyler beklemeye” devam etmek. İşte o zaman şu soru kendine cevap bulacaktır: “Bugün devrim fikrinden daha ‘zamanlı’ ne var ki?” (Diken, 2013, s. 14).

*Kadir Has Üniversitesi, İletişim Bilimleri Yüksek Lisans öğrencisi  

Kaynaklar

-Gilles Deleuze; İki Konferans (2003); Norgunk Yayınları

-Bülent Diken; Nihilizm (2011); Ayrıntı Yayınları

-Bülent Diken; İsyan, Devrim, Eleştiri (2013); Metis Yayınları

-Fyodor Dostoyevski; Karamazov Kardeşler (2004); Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

-Aldous Huxley; Cesur Yeni Dünya (2003); İthaki Yayınları