Korona günlükleri: Devlet ve kapitalizm, her şey buharlaşıyor mu?

Yabancı insanlara karşı halkı ve devleti korumak söylemiyle iktidara geldi popülistler. Şimdi ise yabancı insanlara karşı korumaya çalıştıkları ülkeleri yabancı bir virüs tarafından işgal ediliyor. En azından politik anlamda popülist otoriterliğin antikoru gibi sonuç doğuruyor korona salgını.

Google Haberlere Abone ol

Armağan Öztürk*

Bir şeyi anlatmakla yaşamak arasındaki fark bazen devasa boyutlara ulaşıyor. Korona salgınını yaşıyoruz. Ölüm korkusu altında anormal bir kitlesel deneyim yaşıyor insanlık. Bu deneyim pek çok ciddi meselesinin ayrıca konuşulması bakımından bir “sosyal deney” zeminine dönmüş durumda. Krizi atlatamazsak zaten konuşacak bir şey kalmayacak. Salgından sağ çıkar ve pek çok uzmanın bir umut anı olarak önümüze koyduğu yaz aylarının sıcaklığına ulaşırsak biriktirdiklerimizi tartışabiliriz.

Önce devletle ilgili bir dizi hatırlatma yapılabilir. Şüphesiz ki devlet ile toplumsal düzen tam olarak aynı anlama gelmiyor. Ama düzen ile devlet arasındaki ilişki uzun insanlık tarihi boyunca belirgin bir şekilde organikleşti. Korona günlerindeki deneyimler bir kez daha acı bir şekilde gösteriyor ki, devlet olmadan toplumsal düzeni korumak ve hatta hayatta kalmak imkansız. Savaş, terör, doğal afet, salgın hastalık ve ekonomik kriz gibi yıkım anları devlete olan toplumsal ihtiyacı en üst seviyeye çıkarıyor. Hobbes haklı. Devlet karşıtı anarşist, komünist ve anarko-kapitalist kesimler ise yanılıyor.

Devlet gereklidir argümanı önemli. Ama bunu söylediğinizde çok da fazla bir şeyi halletmiş olmuyoruz. Çünkü devletin niteliği ve ölçeğiyle ilgili sorunlar hayatımızı mahvetmeye devam ediyor. Mesela devlet ile kapitalizm arasındaki ensest ilişki. Hiç lafı dolandırmadan açık açık soralım. Her kriz anında kapitalizm devlet tarafından kurtarılacaksa niye hâlâ kapitalist sistem içerisinde kalmaya devam ediyoruz? Ülkemizdeki vaziyet dahil olmak üzere tüm dünyada salgın günlerinde olup biten şeyleri tekrar bir düşünün lütfen. Devlet hem kapitalizm incinmesin istiyor hem de salgın kontrol altına alınsın. Oysa en azından bu koşullarda iki amacı birlikte sürdürmek imkansız. Mesela Türkiye ne yapacak gelecek bir ay içerisinde? Neredeyse tüm kamu yöneticileri "evde kalın" ve "sosyal mesafeyi koruyun" diyor. Ama özel sektör için ücretli izin kararı çıkmadı. Kamuda ise çok az kişi izinli. Nasıl olacak bu iş? Yani insanlar hem dışarıda çalışmaya devam edip hem de evde mi kalacak?

Devleti kapitalizmden koparmak yetmiyor. Bu önleme paralel bir şekilde yeni küresel politik düzeni de düşünmek zorundayız. Pek az kişi bu noktaya değiniyor. O da şu ki, ulus devletin ölçeğiyle küresel sorunların ölçeği arasında uyumsuzluk salgının hızlı yayılmasının ana nedeni. Nasıl ki terörizm, mültecilik, küresel ısınma ve iklim değişikliği gibi konularda sorunlar katlanarak büyüyorsa salgında da benzeri bir durum var. Bir dünya ekonomisi var ama bir dünya devleti yok. Bir dünya devleti olmadığı gibi ortak bir politik ve hukuki düzen de yok. Birleşmiş Milletler’in bugünkü yapısı ve kaynakları insanlığın ondan beklentilerini karşılamak konusunda yetersiz. Radikal bir reforma veya küresel bir devrime ihtiyacımız var. Aksi taktirde son çeyrek asırdır bir fiil yaşadığımız üzere kendi ulus devletlerinin çıkarlarını korumak dışında hiçbir amacı olmayan niteliksiz kamu yöneticilerin keyfiliği bize terörizm, ölen mülteci çocuklar, salgın hastalık ve doğal yıkımlar olarak dönmeye devam edecek.

Son olarak popülizm, çok kültürlülük karşıtlığı ve otoriterleşme eğilimi, yani mevcut politik düzenin politik sacayağı için birkaç şey söylemek gerek. Korona dünyayı kötü bir bilim kurgu setine dönüştürdü. Ölüm korkusu ve karantina yaygınlaşıyor. Salgın günlerinde pek çok halkı ise otoriterliğe eğilimli sağ popülist liderler yönetiyor. Bilindiği üzere popülizm seçkin ve kurum karşıtlığı üzerine kurulu bir ideolojik form. Oysa salgının önlemenin tek yolu bilim insanlarına ve başta sağlık sistemi olmak üzere kurumsal alt yapıya güvenmek. Popülistlerin arzuladıkları keyfi ve otoriter dünyayla salgın için alınması gereken bilimsel önlemler arasındaki fark çok fazla. Ayrıca popülistler halkın kısa erimli ihtiyaçlarını karşılayarak ayakta kalırlar. Halka şirin gözükmek, suni bunalımlar yaratmak, din aracılığıyla ve yabancı düşmanlığıyla insanları uyuşturmak en bilinen taktikleri. Bu politik enstrüman setinin hiçbir unsuru corona günlerinde işlemiyor. Binlerce insanın öldüğü, kalan yüz milyonların ise gelir ve statü kaybına uğradığı bir dünyada insanları uyuşturmak imkansız. Çünkü herkes ölmemek için teyakkuz halinde.

Yabancı insanlara karşı halkı ve devleti korumak söylemiyle iktidara geldi popülistler. Şimdi ise yabancı insanlara karşı korumaya çalıştıkları ülkeleri yabancı bir virüs tarafından işgal ediliyor. En azından politik anlamda popülist otoriterliğin antikoru gibi sonuç doğuruyor korona salgını.

*Doç. Dr. Artvin Çoruh Üniversitesi, Sosyoloji Bölümü