Kapitalizm ve ruhun yeniden üretimi

Ruhsal yeniden üretimin işçinin inisiyatifine bırakılması demek, sermayenin el koymadığı bir zaman diliminin işçi tarafından özgürce değerlendirilebilmesi demektir. Yeni iletişim teknolojileri sayesinde işçinin bütün zamanını elinden almak isteyen sermaye, sınıf buna yanaşmak istemez.

Google Haberlere Abone ol

Ahmet Gire*

Kapitalizm ücretli emek ilişkisi üzerine kuruludur. Üretim araçlarını ve yeniden üretim için gerekli maddeleri elinde bulunduran sermaye sınıfı pazarda emek gücü arz eden işçilerle buluşur. Emeğini satmaya çalışan işçinin sadece emeğini satabilme özgürlüğü vardır. Satılan emeğin değeri de işçinin kendisinin ve işçi sınıfının biyolojik yeniden üretimi için gereken zorunlu üretimin karşılığıdır. Yoksa işçi ertesi gün tekrar işe gelebilecek enerjiyi bulamaz ve dahası işçi sınıfının nüfusu sürekli azalır, ücretler artar. Tarihsel olarak değişen, işçinin yeniden üretimi için gerekli emek miktarı aynı zamanda işçinin emeği üzerinden el konulan artı değer miktarıyla ilişkilidir. Bu zorunlu emek ne kadar azalırsa, el koyulan emek o kadar artar. Günümüzde Apple gibi şirketlerin devasa kârları; çalıştırdıkları işçilerin yeniden üretimleri için ayrılan değerin, işçilerin ürettikleri değerin oldukça altında olması ile alakalıdır. Tricontinental Toplumsal Araştırmalar Enstitüsü’nün çalışması da bunu göstermektedir.

Yukarıda kullanılan kavramları üreten Marx, sanayi kapitalizminin doğuşuna tanıklık etmişti. Sanayi kapitalizmin doğuşunda makineyle çalışan işçiler kol emekleri ve bedenleri ile çalıştılar. İşçilerin yeniden üretimi, bu yüzden genellikle fiziki bedenlerinin yeniden üretimi olarak anlaşıldı. Yeniden üretimle barınma, beslenme gibi işçinin iş dışında, ertesi günkü iş için enerji biriktirmesinde zorunlu unsurlar vurgulandı.

Günümüzde de yeniden üretim denilince akla dinlenme ve tekrar çalışabilecek hale gelme anlaşılır. Örneğin Yatağan Termik Santrali işçileri paydos edip vedalaşırken birbirlerine “hayırlı istirahatler” derler. Çünkü işçi için hayat çalışmak ve çalışabilmek için dinlenmekten ibarettir. Dinlenme kısmı evdeki yeniden üretim, çalışma kısmı işteki üretimdir.

Artık işçi sınıfının sadece fiziki yeniden üretiminden söz edilemez. Aynı zamanda ruhsal olarak da kendisini yeniden üretmesinin kapitalist üretim mekanizması için hayati önemde olduğu sermaye tarafından görülmüştür. Sanayi üretiminin ağırlığını kaybetmediği (devasa Foxconn fabrikalarını düşünün) ancak bir taraftan zihinsel emeğin yeni üretim araçlarının sıkı bir bileşeni olduğu -sanayi üretimi için sürekli geliştirilen bilgisayar programlarını, hep güncelleme gelen telefonları veya telefonlara uygulama indirilen pazarların devamlı büyümesini düşünün- bir üretim aracı tipinin giderek kapitalist üretimde yaygın olmaya başladığı görülür. Marx’ın vurguladığı; sermayenin, üretimi için hiçbir şey ödemediği toplumun kümülatif üretimi olan genel zekânın üretim araçlarına daha kısa zaman aralıklarıyla zerk edildiği görülür. Üretim, dolaşım ve tüketimin bu değişimi yüzünden zihinsel üretimde bulunan insan sayısı da artar, teknolojik gelişmeler bu insanların iş dışında da çalışabilmesini mümkün kılar. Böylece şimdiye kadar akademinin gözlemlediği sanayi işçisi üzerine gelişip duran denetim mekanizmasının yanında zihniyle üretim yapan insanlara uygulanabilecek denetim mekanizmaları da devreye girmeye başlar. Bu insanların çalışma biçimi, çalışma mekânı ve disiplin mekanizmaları sanayi işçisine göre değişmiştir.

Bu insanların ruhsal durumu üzerinde kontrolde bulunmak, değişen denetim mekanizmasına bir örnektir. Çalışanın ruhsal durumunun sadece “iyi” olmasını amaçlamaz şirketler, aynı zamanda belirli mekanizmalarla bu durum “kötüleştirilebilmelidir” de. Özellikle beyaz yakalıların yoğun çalıştığı iş alanlarında yılın en iyi “işvereni” ödülleri dağıtılır. Belirli sosyal sorumluluk projelerine katılım teşvik edilir, çalışanlara değer verildiği, onların şirket tarafından önemsendiği -şirketi, bir başka beyaz yakalı olan bir üst yönetici temsil eder, bilindik patron figürü ile karşılaşmak daha zordur artık- vurgulanır. Ancak bu vurgu genellikle bütün çalışanların duyabileceği sesle yapılır. Bir şirket etkinliğinde ya da büyük çoğunluğun katıldığı toplantılarda işçiye “seni mutlu etmek için elimizden geleni yapıyoruz” denilir. Buradan sermayenin şuna vakıf olduğu anlaşılır: İşçi çalışırken ruhundan da -yani duygularından, yaşama arzusundan- bir şeyler kaybeder. Bu kayıp sermayenin verimlilik artışı için hamle yaptığı bir alandır. İkinci olarak, işçinin ruhsal yeniden üretimini sermaye kendisine bağımlılık alanı olarak inşa etme hevesindedir. Yani, işçi fiziki yeniden üretimi için evini kendisi kiralar, erzağını kendi alır ve kombi mi soba mı kullanacağına kendi karar verir. Sermaye bu noktada işçiye sadece maaş verir. İşçi, aynı zamanda o sermayenin müşterisidir ancak yine de ihtiyaçlar başka sermayedarların da olduğu pazardan karşılanır. Maaş bunun içindir. Ama ruhsal yeniden üretim, bizzat sermaye tarafından el atılan bir alandır.

Çünkü ruhsal yeniden üretimin işçinin inisiyatifine bırakılması demek sermayenin el koymadığı bir zaman diliminin işçi tarafından özgürce değerlendirilebilmesi demektir. Yeni iletişim teknolojileri sayesinde işçinin bütün zamanını elinden almak isteyen sermaye, sınıf buna yanaşmak istemez. Mobbing gibi yönetim teknolojileri geliştikçe işçi ruhsal yeniden üretim için daha fazla zamana ihtiyaç duyar. İşçinin mutlu olması kadar mutsuz da kılınabilmesi gerekir. Yönetim stratejisinin sadece bir fonksiyonu olamaz. Mobbing gibi aslında şirketlerce kabul edilmiş, yeri geldiğinde ödüllendirilmiş verimlilik arttırma stratejileriyle işçinin yaşam enerjisi düşürülür. Bu yaşam enerjisi aynı zamanda direniş için de kullanılabileceği için sermaye tarafından sürekli “fon”lanamaz.

Diğer yandan işçinin mutluluğuyla sermayenin verimliliği arasında sürekli var olduğu vurgulanan ilişki, alttan alta sermaye ile işçinin çıkarının ortak olabileceğini de vurgular. Ama yukarıda değinildiği gibi ofiste yaşanan birçok olgu bunun tersini gösterir. Toplantıda değerli olduğunuzu söyleyen yöneticiniz toplantı sonrasında size “yarına kadar bu işi yetiştir” diye e-posta gönderebilir. Bu da karar mekanizmalarından dışlandığınızı ve zaman baskısıyla terbiye edildiğinizi size tekrar hatırlatır. Bu işçiyi sürekli değişken bir ruh halinde bırakır. İşçi hangisinin gerçek olduğunu bilir, ama aradaki gelgit onu güçsüzleştirir.

İşçinin emeğine el koyduğu gibi ruhsal yeniden üretim alanına da sermaye el koyar ve bu durum şirketin tek sosyallik alanı olmasına neden olur. Diğer yandan bu, işsizliğin sadece ekonomik bir zorluğa değil sosyal hayattaki varlığın kaybına neden olacağını gösterir. Şirket çalışanının varlığında bir mühür olmaya çalışır ve ister ki çalışan bu mührü kendi başına sökemesin. Bu mührü sökme inisiyatifi sadece sermayenin elinde olsun. Bu karşı konulması gereken bir tahakküm biçimidir. Ruhun yeniden üretimi, 2020 yılında bir mücadele alanı olarak kurulmalıdır.

Ruhla ilgili, yani duygularla ilgili bütün sorunların yanıtını psikoloji biliminde aramak, ruhsal yeniden üretimi mücadele edilecek bir alan değil, hastalık olarak kodlama tehlikesini taşır. İnsanların tıbbi yardım alması gereken ruhsal sorunları da olabilir. Ancak insanlar kapitalist üretim ilişkileri içinde görülen bir kötü muameleyle yaşamak zorunda değiller. Tıbbi müdahale, bu baskı altında yaşamanın yollarını insanlara göstermeye çalıştığı anda, kapitalist üretim tarzının devamlılığında işlevsel bir aygıta dönüşür. Bu tıbbi yardımı alamayanlar zaten sistemden elenir.

Diğer tehlike ise, işten kaynaklı ruhsal yıkımın aslında insanın özündeki noksanlığın bir yansıması olarak görme yanılgısıdır. İnsan zaten travmatik, kaybolmuş olarak tasvir edildiğinde yaşananlar, üretim ilişkilerindeki değişimle çözülebilecek, işçilere yönelik onların ruhunu emen yönetim stratejilerinin bir sonucu olarak değil, insanın özünde tuttuğu travmanın bilince ulaşmasını engelleyen kalkanın zayıflaması olarak algılanır. Çözüm ise kalkanı sağlamlaştırmaktır. Marx’ın da dediği gibi egemen düşünceler egemenlerin düşünceleriyse, kapitalizmle beraber doğmuş bilimsel bilgiye eleştirel yaklaşılmalıdır. İşçinin fiziki yeniden üretiminde neye ihtiyacı olduğu daha açık görünebilirken, ruhsal yeniden üretim, henüz işçi sınıfı tarafından bir mücadele alanı olarak kurulmadığı -ya da bu mücadelenin bir tarihi olmadığı- için oldukça karmaşık görünür.

İşçi, kendinin fiziki yeniden üretimi için kimi maddelere ihtiyaç duyar. Fiziki ihtiyaçların karşılanması bu maddelerin kullanım değeriyle alakalıdır. Yani kapitalizm öncesinde de insanlar o maddelere ihtiyaç duydular, eksikliklerini kolaylıkla tarifleyebildiler. Ancak ruhsal yeniden üretimde kişinin neye ihtiyaç duyduğunun tariflenmesi bile, bu alanın bir mücadele alanı haline gelmesiyle beraber mümkün olabilir. Öncelikle kapitalist üretim ilişkisinin, işçiyi ruhsal açıdan da tükettiği sermayeye kabul ettirilmelidir. Bu alanı mücadele alanına çevirmek, böylece iş yerinde psikolojik şiddeti önlemek, ruhsal sağlığın bozulmasına engel olabilir. Ruhsal bağışıklık sistemi güçlendirilmek zorundadır.

Şimdi sorulması gereken soru da budur: Özellikle beyaz yakalı işçinin ruhsal yeniden üretimini kendi özgürlüğü içinde gerçekleştirebilmesinin imkânı nasıl sağlanabilir? Bu soru kapitalizmin yarattığı ruhsal yıkımla nasıl ayakta kalabileceğinin imkanını aramak için sorulmuş bir soru değildir. Bu soru, işçi sınıfının politik bir faaliyet için de ihtiyaç duyduğu özgürlüğü ve arzuyu nasıl politik bir mücadelenin konusu kılabileceğine dair bir sorudur. Mesele kapitalizme rağmen yaşamak değil, kapitalist üretim ilişkilerinin dönüşümü için sınıfın kendine alanlar yaratabilmesine dairdir.

*Yıldız Teknik Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Doktora Öğrencisi