Devletsiz bir ulusun feminizmi

Kürt kadınlarının, başta anadilde ifade özgürlüğü olmak üzere etnik kimliklerini ifade edemedikleri için kamusal alanın dışında kalmaları, uğradıkları çok yönlü baskıların dile getirilmesi söz konusu dahi olmadı. Cezaevlerinde Kürt kadınlarının uğradıkları tecavüzler ve bekâret testlerine maruz kalmalarına feministler sessiz kaldılar. Hal böyleyken Türkiye’deki feministlerin “evrensellik iddiası negatif, dışlayıcı” hal böyleyken de kolonyalisttir.

Google Haberlere Abone ol

Hatice Özhan*

8 Mart için dünyada ve Türkiye’de kadınlar, her yıl dönümünde olduğu gibi, eylem ve etkinliklerle yine bir araya geliyor. Kadın cinayetlerinin önlenmesi ve kadına yönelik her türlü şiddetin ve ayrımcılığın ortadan kalkması için mücadele yürüten kadınları bir araya getiren perspektifin “ Kız kardeşlik” vurgusunda yattığı şüphesiz. Evrensel “ Kız kardeşlik” formunun Türkiye’deki anlaşılma ve yorumu ülkedeki çoğu şey gibi fazlasıyla sorunlu ele alınıyor. Söz konusu “Kız kardeşlik” vurgusu üstenci, farklı baskı deneyimlerine sahip kadınların hikayelerini görünmezleştirip literatür dışında tutan Batılı beyaz-feminist projenin bir parçası ve kavramıdır. Her kadının aynı yaşam deneyimlerine ve ezilme biçimlerine sahip olduklarını önden kabul eden, kadın özgürlük mücadelesini tek bir hat üzerinden yürüten bu feminist düşünme biçimi tartışmalıdır. “Öteki” kadınları dışarıda tutan bütüncül kadın yaklaşımı, sadece Türk feminizminin değil, Yakındoğu’daki feminist hareketlerin de hamurunda var. Brooklyn’dekini görecek kadar keskin gözler, yanı başındakine âmâ kalır. Sömürge toplumları ve devletsiz halkların kadınlarının, apartheid ayrımcılığına maruz kalan renkli kadınların durumu nazara alınmadan vurgulanacak bir “kız kardeşlik” vurgusu kadınların özgürleşme meselesini her zaman nötrleştirecektir

TÜRK FEMİNİZMİ KOLONYALİSTTİR

Batılı-beyaz feminizmin siyah ve renkli kadınların ezilmişliğinin tek kaynağını erkeklerde görüyor olması hatasının bir benzerini Türk feminizmi Kürt kadınlarında işliyor. Türk feminizmi, Kürt kadınlarının ezilmişliği ve özgürlüğü meselesini patriarkaya, feodalizme, eğitimsizliğe tekrarla ilintileyerek anlatma alışkanlığından bir türlü vazgeçmek bilmedi. Bu “alışkanlık” kolonyalist bir siyasetin ve kabiliyetlerin tezahürüdür. 8 Martlarda Türk feministleri ile aynı atmosferi soluyan ve varsıl Türk feminist edebiyattan beslenen Kürt kadınlarının durumunun devletsiz -ulus statüsü üzerinden entelektüel bir değerlendirme ışığında anlaşılması gerekmez mi hâlbuki? Bugüne değin ne Kürtler içerisinden ne de Türk feministleri içerisinde Kürt kadınlarının durumu devletsiz ulus statüsü üzerinden değerlendirilmediği gibi Kürt feminizmini de milliyetçilik karşıtı bir yerde konumlandırma çabasına girişilmiştir. Öyle ki Kürt kadın çalışmaları ile ilgileniyor olmak demek siyasi baskılara maruz kalmanın yanı sıra beyaz Türk feminizmin baskılarına da karşı bir direniş göstermek demektir. Çünkü Türkiye’de feministler devletin ve ulusun ataerkilliğini teorik olarak sorgularlar ancak sıra ulus-devlet doktrinin Kürtler nezdindeki boyutuna gelince de Kürtler yoktur tezine sarılırlar. Kendilerince Kürtler yoksa Kürt kadınları da yoktur önermesinin geldiği sonuç Kürt kadınlarının yaşadıkları her sorunda yalnızlaşmalarıdır. Kürt kadınlarının, başta anadilde ifade özgürlüğü olmak üzere etnik kimliklerini ifade edemedikleri için kamusal alanın dışında kalmaları, uğradıkları çok yönlü baskıların dile getirilmesi söz konusu dahi olmadı. Cezaevlerinde Kürt kadınlarının uğradıkları tecavüzler ve bekâret testlerine maruz kalmalarına feministler sessiz kaldılar. Hal böyleyken Türkiye’deki feministlerin “evrensellik iddiası negatif, dışlayıcı” hal böyleyken de kolonyalisttir. Kolonyal baskının cenderesinden çıkmak için Kürt kadınlarının ve eğer oluşması mümkünse Kürt feminizminin ulusal kimliğiyle cinsiyet kimliği arasında bir analoji kurması gereklidir. Kürt ulusal kimliğini toplumsal cinsiyet konulu söylemin ne önünde ne de arkasında tutmadan ezilmişliğinin altındaki gerçek sebebin, onu kamusallaştırıcı bir etken olan milliyetçilik ideolojisiyle sağlanabileceğini düşünebilmelidir. Aksiyom odur ki;

Cumhuriyetin ilanından kısa bir süre sonra zor yoluyla Kürtleri yeni etno-milliyetçi yapıya entegre etme çabası devam ediyor. Modernleşen ve merkezileşen etno-milliyetçi yeni cumhuriyetin asimilasyon politikasına karşı Kürtler ne kadar güçlü bir direnç göstermişse bir o kadar da büyük yıkımlar yaşadı, yaşıyor. Bilhassa da Kürt kadınlarının uğradığı asimilasyon ciddi düzeylerdedir. Beyaz Türk feminizminin Kürt kadınlarının bu özgül sorunlarına duyarsızlığı, etno-milliyetçi yapı içerisindeki değişmez ikametinden ileri gelir.

Bu ikamet durumu bir düşünme biçimidir ki, dünyanın başka yerlerinde benzer durumları, ihmalleri yaşamış kadınlar bu düşünme biçiminden zarar görmüştür. Asyalı, Ortadoğulu, Latin Amerikalı ve Afrikalı kadınlar “evrensellik” iddiası adı altında sömürgeci sesi sahiplenmeye mecbur bırakıldılar. Bu sömürgeleştirilmiş ülkelerin kadınlarının, ulusal kurtuluş mücadelelerinde yer alan kadınların Beyaz Batılı feminist teorilerce dışlanmaları ırk temelli ve kolonyalist politikanın kendilerince içselleştirilmesiyle ilgilidir pek tabi ki. Kumari Jayawardena, Nawal el Saadawi, Fatima Mernissi, İsabel Letelier ve Achola Pala gibi post kolonyal feminist isimler, ezilmişliğin sadece erkeklerden değil ırk ve sınıf faktörlerinin de ezilmişlik sürecine dahil ederek çerçeveyi genişletmişlerdir. Aksi takdirde azınlık kimliklerinin tahakküm koşulları altında, Kürt kadınları ve Asyalı, Ortadoğulu, Latin Amerikalı ve Afrikalı kadınlar örneklerindeki gibi, yeniden üretilmesi kaçınılmazdır.

Dört ülke arasında bölünmüş Kürtlerin uluslaşma sürecinde Kürt kadınlarının aktif rol almaları, baskıya karşı ortak mücadele sergilemeleri öncelikli sırayı alır. Sömürge toplumlarında ulusal kimlik oluşturma ihtiyacı hep olagelmiştir ve Kürtler de kimlik oluşturma sürecini yaşıyor. Kürt kadınlarının kolonyal baskıya karşı mücadelede aktif rol alması, milliyetçilik karşıtı evrenselci teorilerin tuzağına çekilmemesi gerekir. Cinsiyet ve ulusal kimliğinden dolayı baskı deneyimine sahip olan, “çifte kolonileşme” yaşayan Kürt kadınları, bilhassa da politik anlamda kadınlara kamusal görünürlük kazandıran milliyetçilik ideolojisinin yarattığı feyizden faydalanmalıdırlar. Aksi halde kimliksizlik sorunu, bir bumerang gibi dönüp dolaşıp yine kendilerini bulacaktır!

Yararlanılan kaynak: Devletsiz ulusun kadınları, Shahrzad Mojab, Avesta Yayınları, 2013

*Sosyolog