Mağdur kim?

Mağdur kim mi? Öncelikle mağdur olan artık aramızda olmayan Ulaş’tır. Geride bıraktığı acılı ailesidir. Duruşmada mağduriyetini dile getiren cezaevi yöneticisine şunu sormak lazım: “İhmal nedeniyle ölüme sebebiyet vermenin adı ne zamandan beri mağduriyet oldu….”

Google Haberlere Abone ol

Dilek Yılmaz*

Öyle bir zamanda yaşıyoruz ki; yaşadığımız bazı gelişmeler bizi “bu kadar da olmaz ki” dedirtecek noktaya getiriyor… Gelinen bu noktanın bizdeki karşılığı, aklilikten, mantıktan uzaklaşma, ya da ayan beyan olan gerçekliğin göz göre göre ters yüz edilmesidir… Nedir bu ayan beyan olan gerçekliğin ters yüz edilmesi?

Şöyle bir olay yaşanır… Balıkesir/Kepsut L Tipi Cezaevi’nde Ulaş Yurdakul isimli hükümlü öldürülür. Bu cinayetin üstü ilgili makamlarca kapatılmaya çalışılır. Cinayeti görünürde bir hükümlü üstlenir. Ama işin aslı öyle değildir. 8.5 ay boyunca Ulaş Yurdakul’a sistemli bir biçimde sürekli işkence yapılmıştır. Önce Ulaş’a altını ıslatmasını sağlayan ilaçlar içirilmiş, sonra da Ulaş, “altını niye ıslattın” denilerek tekrar tekrar dövülmüştür. Tabiri caizse Ulaş’ın annesinden emdiği süt burnundan getirilmiştir.

Balıkesir/Kepsut L Tipi, Cezaevi’ndeki C3 koğuşu mahkumlarca “kıyım koğuşu” olarak bilinmektedir. Cezaevi yönetiminin “terbiye etmeyi düşündüğü” mahkumları gönderdiği koğuştur burası. Bu koğuşta sözü geçenler, ya da eskilerin deyimiyle koğuş ağası yönetimle iç içedir. İşte Ulaş’ın öldürüldüğü yer bu koğuştur. Cezaevindeki herkes bu koğuşu bilir ama bilmezden gelir ya da bilmezden gelmek zorundadır. Ulaş’ın ölümü de herkesin öngördüğü, bildiği ama bilmezden geldiği bir ölümdür. Açıkçası Ulaş göz göre göre öldürülmüştür.

Ulaş için şunu söyleyebiliriz: Normal koşullarda ruh ve sinir hastanesine sevk edilmesi gereken şizofreni hastalığı olan bir hükümlüdür. Ulaş’ın cezaevinde değil, hastanede olması gerekirdi. Cezaevi yönetiminin Ulaş için çözümü hastaneye sevki konusunda bürokratik engelleri aşmak yerine, kıyım koğuşu olan C3 koğuşuna yerleştirmek olur. Şizofreni hastalığı olan bir hükümlü “terbiye edilmek üzere” kıyım koğuşuna gönderilir. Bu da Ulaş’ın sonunun başlangıcı olur.

Ulaş, koğuş ağası ve ekibince merdiven altında yatırılır. Tıpkı köprü altında yatan evsizler gibi… Ulaş sahipsiz görüldüğü için, merdiven altında yatırılmıştır. Hem de tuvalete sadece birkaç metre uzaklıkta olan bir merdiven altında… Buradan şunu görüyoruz; Ulaş üzerinden diğer mahkumlara da gözdağı verilmek amaçlanmış, “ibreti alem” anlayışı devreye sokulmuştur.

Öldürülen Ulaş’ın avukatı Hakan Günaslan’a geldiğimizde, avukat H. Hakan Günaslan ne yapmıştır… Yaptığı titiz çalışmayla maddi gerçeğin açığa çıkarılmasına katkı sunarak, aslında savcıların işini kolaylaştırmıştır. Ama resmi kurumlara yaptığı onca dilekçe ve başvuruya karşın Avukat H. Hakan Günaslan sesini kimseye duyuramamıştır. Ne zaman ki haber, Hürriyet gazetesinde yayınlanmış, işte o andan itibaren savcılar ve müfettişler harekete geçmiştir. Yanlış anlaşılmasın buradaki savcılar; öldürülme olayına karışan mahkum ve cezaevi görevlileri hakkında değil; H. Hakan Günaslan hakkında “gizliliğin ihlal edilmesi” ile ilgili soruşturma açmışlardır.

Yine Hürriyet gazetesinde haber çıkmasından sonra, Adalet Bakanlığı Balıkesir/Kepsut L Tipi Cezaevi’ndeki öldürülme olayıyla ilgili olarak müfettiş görevlendirmiş, inceleme süreci başlatmıştır. Müfettişin yaptığı inceleme de avukat H. Hakan Günaslan’ı doğrular niteliktedir. Ama bu doğrulama bile Avukat H. Hakan Günaslan’ın sanık olarak yargılanmasını önleyemedi.

Ne yaptı Ulaş’ın avukatı… Avukat H. Hakan Günaslan titiz çalışmasıyla dosyada, sapla samanın birbirinden ayrılmasını sağladı. Müfettişin detaylı incelemesi de bunu teyit etti. Ortada bir cinayet var. Cinayeti işleyen ve işlenmesine göz yuman mahkumlar ile görevliler var… Savcılık makamının ilk elden maddi gerçeği açığa çıkarmak adına bu mahkum ve cezaevi görevlilerine soruşturma başlatması gerekirdi… Ama savcılık makamı, kara mizaha konu olabilecek bir “sürpriz” yaparak, “gizliliği ihlal ettiği” iddiasıyla avukat H. Hakan Günaslan’ı sanık sandalyesine oturttu.*

İşin özeti şu: Savcılık makamı cezaevi görevlilerini yargılamamak için müfettişin inceleme raporu sonuçlarını bile görmezden gelir. Sonuçta kerhen açılan öldürülme davasında mahkumlarla, cezaevi görevlilerinin dosyaları ayrılır. Bu ayrılma hukuka aykırı bir ayrılma. Çünkü davanın konusu ve tarafları aynı. Mahkumlar ayrı mahkemede, görevliler ayrı mahkemede yargılanmaya başlanır. Bu ayrılma bir anlamda görevlilerin kayrılması ve kayrılacağının da göstergesidir.

Bu olayın trajik yanı şu: Bir yanda cezaevinde öldürülen bir insan var. Diğer yanda ise öldürülen hükümlüyü korumak için maaş alan devlet görevlisinin yargılandığı mahkemede söylediği “bu olayın asıl mağduru benim” sözleri… Mağdur kim? Öldürülen hükümlü mü yoksa Ulaş’ın işkenceyle öldürülme sürecine göz yuman cezaevi yöneticisi mi?

Burada cezaevi yöneticisi gerçeği ters yüz ederek, akıl tutulması yaratmaya çalışıyor. Cezaevi yöneticisinin elbette güç aldığı bir devlet mekanizması var. Başka bir ülkede cezaevinde böyle bir öldürülme olayı basına yansısa; cezaevi yöneticisi direkt istifa eder ya da açığa alınırdı. Bizim ülkemizde ise aymaz bir şekilde mağduriyet yaşadığından söz ediyor… Sormak lazım; bu neyin mağduriyeti? Hem adım adım gelen cinayeti alttan alta destekleyeceksiniz hem de ben mağdurum diyeceksiniz.

Mağdur kim mi? Öncelikle mağdur olan artık aramızda olmayan Ulaş’tır. Geride bıraktığı acılı ailesidir.

Duruşmada mağduriyetini dile getiren cezaevi yöneticisine şunu sormak lazım: “İhmal nedeniyle ölüme sebebiyet vermenin adı ne zamandan beri mağduriyet oldu….”

*Avukat H. Hakan Günaslan’ın sanık olarak yargılandığı davanın ilk duruşması 5 martta İstanbul 20. Ağır Ceza Mahkemesinde saat 13.30’da yapılacaktır.