Suriye’de de, Libya’da da çok işimiz var!

Türkiye’nin özgül yakınlık ve ilişkileri nedeniyle Suriye ve Libya’daki işi herhalde bu ülkelerin iç işlerine karışmak ve çatışanlar arasında taraf tutmak, taraf olmak değildir. Türkiye’nin “işi” tam aksi yönde olmalıdır. Türkiye’nin işi, savaş değil, barıştan yana olmaktır. Türkiye’nin işi taraflardan birini tutmak değil Libya’da iki tarafla da diyalog halinde olmaktır.

Google Haberlere Abone ol

Faruk Loğoğlu*

Son zamanlarda Türkiye’nin dış politikasının en fazla tartışılan konularından birisi “Suriye ve Libya’da ne işimiz var?” meselesi. Soru kadar yanıtı da önemli. Çünkü iktidarın izlediği hatalı Suriye ve Libya politikaları bu soruya verdikleri cevabın yanlış olmasından kaynaklanıyor. Öte yandan, muhalefetin “oralarda ne işimiz var” duruşunun da biraz daha rafine edilmesi gerekiyor. Neden mi?

Önce AKP iktidarının duruşuna bakalım. Özeti: “Her kim ‘Türkiye’nin Suriye’de ne işi var?’ diye soruyorsa ya gafildir ya da taammüden bu ülkenin ve milletin hasmıdır.” Demek ki Suriye’de eleştiri dahi kaldıramayacak denli önemli çıkar ve beklentilerimiz var. İktidarın politikası ve söylemleri aynı bakış açısının Libya için de geçerli olduğunu gösteriyor. Bu noktada hemen kaydedelim ki iktidara göre her iki ülkenin de bağımsızlık, egemenlik ve toprak bütünlüğünden yanayız ve bu ilkeleri savunmak için oralarda bulunuyoruz.

Söylem ve resmi tutum böyle! Ancak AKP iktidarının sahadaki performansına ve bu performansa ilişkin açıklamalarına baktığımızda, bu ülkelerdeki “işimizin” resmî politikamızın çizdiği doğrultuda değil, tam aksi yönde geliştiğini görüyoruz. Hem Suriye hem Libya’da iç savaşta sadece taraf tutmakla kalınmıyor, çatışmalara doğrudan taraf oluyor, fiilen katılıyoruz. Suriye’de BM’nin tanıdığı fakat bizim gayrimeşru olarak nitelendirdiğimiz Esad yönetimini sözde “Suriye Milli Ordusu” milisleri ve kimi cihatçı unsurlarla işbirliği yaparak, uluslararası hukuka aykırı olarak, devirmeye çalışıyoruz. Diğer tarafta, ülkenin büyük kısmını kontrol eden Hafter güçlerine karşı, küçük bir köşeye sıkışmış olan Sarraj Hükümetini kurtarmak için, “BM tanıyor” gerekçesiyle, Libya’ya asker gönderiyoruz. Berlin’de Libya için yayınlanan ve Türkiye’nin de imzaladığı ortak bildiride ne yazıyorsa, Türkiye olarak tersini yapmaya devam ediyoruz. Asker, silah gönderiyoruz, taraf tutup müdahale ediyoruz, Hafter’in kontrolündeki Tobruk’taki 2015 mutabakatının kurumlarından olan Temsilciler Meclisini tanımıyoruz ve ısrarla “Hafter teröristtir” söylemini sürdürüyoruz. Bir yandan da “Türkiye Suriye’den Libya’ya cihatçı savaşçılar sevk ediyor” iddiasına maruz kalmaya devam ediyoruz.

Hem dışarıda hem içeride bu politikalara karşı duranları gafletle, terörist olmakla suçluyoruz. Oysa Müslüman Kardeşler ideolojisi ekseninde yürütülen bu politikalar Suriye ve Libya’da barış ve istikrarın gelmesini hep öteliyor, bu ülkelerin parçalanması riskinin artmasına yol açıyor. Bu politikalar yüzünden, askerlerimiz şehit oluyor, komşu Suriye’nin ordusuyla savaşın eşiğine geliyoruz. Libya’daki yangının söndürülmesine değil, sürmesine katkı veriyoruz. Proaktif değil reaktif hamlelerle vakit kaybediyoruz. ABD ve Rusya arasında savrulmaya devam ediyoruz. Bölgede ve uluslararası planda giderek yalnızlaşıyoruz.

İktidar bakımından tablo bu. Öte yandan, ana muhalefetin “Suriye ve Libya’da ne işimiz var” duruşu da özünde doğru ancak içi doldurulmaya muhtaç bir pozisyon. Muhalefetin kastettiği ve haklı olarak eleştirdiği temel hususlar, Suriye ve Libya’ya yönelik olarak izlenen politikaların müdahaleci olması ve arzu edilen hedeflere ulaşmak için tercih edilen yolun diplomasi değil askeri güç olmasıdır. Buraya kadar bu duruş doğrudur.

Ancak bu demek değildir ki Türkiye’nin bu ülkelerde işi yoktur veya olmamalıdır. Kamuoyumuz ana muhalefetin “ne işimiz var” söylemini, iktidarın yarattığı koyu milliyetçilik ortamında, eksik anlayabilmekte ve yanlış biçimde sanki “bize ne” demek olarak algılamaktadır. Dolayısıyla muhalefetin bu duruşunu detaylandırarak açması ve bu ülkelerde “çok işimiz” olduğunu gerekçeleriyle daha fazla anlatması lazımdır. Suriye konusunda ayrıntılı ve iktidara yol gösterici önemli önerilerde bulunarak yaptığı gibi ana muhalefet Libya için de çıkış yolları üretmeli ve bunları kamuoyuyla sık sık paylaşmalıdır.

Çünkü, Türkiye’nin aslında hem Suriye hem Libya’da herkesten daha fazla işi vardır. Suriye’de Rusya, ABD, İran ve diğerlerinden, Libya’da Rusya, ABD, İtalya, Fransa ve diğerlerinden çok daha fazla nedenlerle bu iki ülkeyle ilgilenme hak ve hukukumuzun olduğu tartışıma götürmez. Tarihi ve kültürel bağlarımız güçlüdür. Akrabalık ilişkilerimiz bulunmaktadır. Ekonomik ilişkilerimiz önemlidir. Komşumuz olarak Suriye, ayrıca Doğu Akdeniz bağlamında hem Suriye hem Libya Türkiye’nin güvenliği ve çıkarları bakımından stratejik öneme haizdir.

Fakat Türkiye’nin özgül yakınlık ve ilişkileri nedeniyle Suriye ve Libya’daki işi herhalde bu ülkelerin iç işlerine karışmak ve çatışanlar arasında taraf tutmak, taraf olmak değildir. Türkiye’nin “işi” tam aksi yönde olmalıdır. Türkiye’nin işi, savaş değil, barıştan yana olmaktır. Türkiye’nin işi taraflardan birini tutmak değil Libya’da iki tarafla da diyalog halinde olmaktır. Türkiye’nin işi komşu ülkeyle sorunları çözmek için ABD ve Rusya’yla değil, Suriye hükümetiyle muhatap olmaktır. Türkiye’nin işi Suriyeli sığınmacıları bir iç ve dış siyaset aracı olarak kullanmak değil, uluslararası toplumla birlikte hareket ederek kalmak isteyenlerin entegrasyonlarını sağlayacak, gitmek isteyenlerin ülkelerine geri dönüşlerini teşvik edecek insani bir çözüme kavuşturmak olmalıdır.

Türkiye, bu iki kardeş halkın sorunlarını çözmek, barış ve istikrar doğrultusunda iş yapmak, icraatta bulunmak için Suriye ve Libya’da olmalıdır. Yoksa başımıza iş açmak için değil!

*Emekli diplomat, eski CHP milletvekili