ABD seçimleri üzerinden liberal demokrasiye giriş

Sanders’ın işinin kolay olmayacağı, Demokrat Parti adayı olmasını sağlayacak seçimlerin neredeyse başkanlık seçimleri kadar zor geçeceği tahmin ediliyordu. Ama kimse bunun bu kadar kör göze parmak sokmak şeklinde gerçekleşeceğini beklemiyordu. Anlaşılan parti elitleri işlerini şansa bırakmadan daha en başından Sanders’ın önünü kesmek istedi.

Google Haberlere Abone ol

Sina Güneş

Liberalizm kelimesi “liberty” yani “özgürlük” kelimesinden türetilmiş bir kavramdır. Liberalizm savunucularının da sıklıkla vurguladığı bu ifadeye göre özgürlük, özellikle de bireysel özgürlük siyasal yaşamın kökenini oluşturmalıdır. Neoliberal çağda özgürlüğün sınırı oy kullanma yani sandığa gitmeye kadar daraltılmış durumdadır. Çünkü dile getirilmese bile çoğunluğun -oy kullananlar dâhil- karar mekanizması üzerindeki etkisi oldukça sınırlıdır. Bu nedenle liberal demokrasi ile yönetilen ülkelerde seçimlere katılım oranı genellikle ortalama düzeylerdedir.

“Özgürlükler ülkesi” Amerika, liberal demokrasinin görece en iyi işlediği ülkelerin başında geliyor. Öyle ki, iki partili sistemin iki partisi de liberal demokrasinin savunucusu durumundadır. Dolayısıyla kapitalizm için hangi partinin seçildiği önemli değildir, çünkü her iki partinin kurumsal yöneticileri ve kurumsal yapısı da sermaye ile organik bağı bulunan ve karşılıklı birbirini besleyen/üreten yapılara dönüşmüş durumdadır. Bu nedenle de sistemin dışından gelen ve sistem dışında kalmayı tercih edenlerin nasıl karşılandığı, onlara nasıl davranıldığı bir anlamda sistemin söylemleri ile eylemlerinin karşılaştırılarak gerçeklik süzgecinden geçirilmesini sağlar.

LİBERAL DEMOKRASİ VE HALK

Liberal demokrasinin öncüleri olan burjuvazi için halk desteği hayati bir önem arz ediyordu. Aristokrasi ve krallara karşı halkın desteği olmadan başarı sağlamak mümkün değildi. Bu nedenle de insanları ikna etmeleri ve kişisel çıkarlarından çok küçük bile olsa belli ölçülerde taviz vermeleri gerekirdi. Saltanatların yıkılması ya da arka plana itilmesi de kişisel çıkarlar ve kaynaklara sahip olmak için milyonlarca insanın ölümüne sebep olan küresel savaşlar da bu şekilde gerçekleştirildi. Elbette karşı çıkışlar olsa da halkın çoğunluğunu ikna eden, savaşları başlatanlar oldu. Böylece çoğunluk rejimine dönüşen liberal demokrasi artık herkesi ikna etmek zorunda değildi, çoğunluğu ikna etmek yeterliydi. Zaman zaman yüzde 50’ye düştüğünde de devlet erkini elinde bulundurmanın verdiği zor kuvvetini kullanmaktan ve karşı çıkanları ezmekten çekinmedi.

Liberallerin halka ihtiyaç duymaları devletle iç içe geçmeye başlamasıyla azalmış, neoliberalizmin egemenliği ile de son bulmuştur. Çünkü neoliberalizm ile sadece ekonomik ve siyasal üstünlük değil; eğitim, medya, inanç yapıları gibi ideolojik aygıtların kontrolü sayesinde toplumsal olarak da üstünlük sağlanmıştı. Başka bir değişle artık halkın politik olarak ikna edilmesi gerekmiyordu çünkü halkın ne düşüneceğine de onlar karar veriyordu. Böylece halkın sırtında yükselenlerin halka ihtiyaçları da kalmamış oluyordu. Yine de seçimlerin yapılması gerekiyordu çünkü seçim onların halkla birlikte olduklarını göstermese de karşılarında olmadıkları ve sonucu çoğunluğun belirlediği argümanı üzerine kurularak halkın başkaldırısını önlüyordu.

ABD SEÇİMLERİ

Halk için oy verme ritüeline dönüştürülen liberal demokrasinin toplumsal fayda anlamında bir şey üretmediği anlaşılmış olsa da medyanın öncülük ettiği ideolojik aygıtlar nedeniyle sistemin zayıfladığını söylemek zordur.

ABD’de 3 Şubat’ta gerçekleşen ve Demokrat Parti için aday belirleme seçimi, sistemin gerçekte nasıl işlediğini bir kez daha gösterdi. Seçimler öncesinde muhalif kesime ve özellikle Bernie Sanders’a karşı girişilen karşı kampanyaya rağmen sürecin buralara kadar getirileceği öngörülemiyordu. Aslında pazar günü yazdığım yazıda da belirtmiştim ama daha seçimin ilk ayağında ve sadece parti delegelerinin oy kullandığı bir seçimde bile oy sayımı, veri akışının sekteye uğraması ve kazananın hâlâ açıklanmamasının aynı parti içinden olsa bile kendinden olmayanlara ne kadar tahammül edebildiğini göstermesi bakımından önemli. Demokrat Parti elitlerinin televizyonları kanal kanal gezip “Bernie asla başkan olamayacak” söylemleri bunu öncesinde göstermişse de partinin kurumsal olarak bu yönde hareket etmesi iyi niyetli liberallerin son dayanağını da yıkmış olmalı.

SONUÇ

Sanders’ın işinin kolay olmayacağı, Demokrat Parti adayı olmasını sağlayacak seçimlerin neredeyse başkanlık seçimleri kadar zor geçeceği tahmin ediliyordu. Ama kimse bunun bu kadar kör göze parmak sokmak şeklinde gerçekleşeceğini beklemiyordu. Anlaşılan parti elitleri işlerini şansa bırakmadan daha en başından Sanders’ın önünü kesmek istedi. Çünkü seçimin ilk ayağını oluşturan ve Iowa eyaletinde gerçekleşen 3 Şubat seçimlerinde elde edilecek başarının diğer eyaletlerde oy vermekten vazgeçmiş kesimleri heyecanlandırması ve seçime katılmasını sağlayabilir. Başka bir değişle “vazgeçmişler” bu fırsatı görüp sistemi değiştirme ihtimaline sarılabilir.

ABD halkı için bu şansın hâlâ sürdüğü doğru olmakla beraber, sistemin elitlerinin bir kere daha çıkarlarından ödün verdikleri döneme dönmek isteyecekleri ve ellerindeki bütün araçlarla saldıracaklarına kesin gözü ile bakılabilir. Sağlıktan eğitime, ücretlerden konuta kadar hakları son 30-40 yılda sürekli olarak törpülenen ABD halkının ve özellikle gençliğinin sabrının taştığında nelere katlandığı aşikâr. Buna karşın elitlerin bir yüzde 99 başkaldırısını daha kaldırabilecekleri kesin değil. Kimin gözünün daha kararacağını zaman gösterecek.

Klişe bir söz vardır “Batı'nın ahlaksızlığını almak…” diye Batı'nın ahlaksızlığını aldık mı bilinmez ama Batı siyasetinin bizim siyasetin ahlaksızlığını almaya başladığı kesin.