Cumhuriyet rejiminin bir krizi: AKP ve sonrası

Duyguları istismar ederek halkın sözcüsü olduğunu iddia eden AKP, halka karşı yabancılaşan bir zümreye dönüştü. Bugün devletin bütün kaynakları bu zümrenin yakıt vazifesini görmektedir. Adalet, eşitlik ve fikir özgürlüğüne hiç girmesek de olur. "Adil düzenin" son mohikanları, neoliberal düzenlemelerin en profesyonel uygulayıcısı haline geldiler.

Google Haberlere Abone ol

Mehmet Nuri Özdemir*

Türkiye Cumhuriyeti'nin resmi devlet politikası Şerif Mardin'in toplumsal analizlerde kullandığı "merkez-çevre" ikiliğiyle bakılarak daha iyi anlaşılabilir. Rejim, uzun süre boyunca Türkiye toplumunu merkez-çevre metaforu ile kamplara ayırarak yönetti. Bu kamplardan biri etno-politik yapıya sahip olan Kürt toplumudur. Kürdistan coğrafyası üzerinde otokton bir topluluk olarak binlerce yıldır yaşamını sürdüren Kürtler, Türkiye toplumundan farklı bir kimliğe sahip olmasına rağmen, kurulan yeni ulus devlet ile birlikte yok sayılıp görmezden gelinerek yüz yıldır tanımsızlaştırılmış ve kuralsızlaştırılmış özel tekniklerle yönetilmektedir (1). Yeni rejim, merkeze Türklüğü çevreye de Kürtlüğü konumlandırarak iki toplum arasında hiyerarşik bir ilişki kurmuş ve bu gerilimle bugüne kadar gelinmiştir.

Diğer taraftan Anadolu'da da Türk toplumunu ikiye bölen benzer bir strateji uygulandı. Merkezde modern, laik, burjuva, kentli; çevrede ise geleneksel, dinci, işçi, köylü Türkler (2) yerleştirilmişti. Böylece toplumsallaşamayan, halklaşamayan ve sürekli yeni sınırlar çizmek zorunda kalan bir Cumhuriyet rejimi ortaya çıkmış oldu. Zümrelere meydan okuyarak kurulan Cumhuriyet, çevrede aidiyet oluşturamadığı için cumhurun değil, merkezde biriken belli zümrelerin ideolojisi haline geldi.

AKP’NİN GELİŞİ

AKP, 2000'lerin başında, yukarıda kısaca değindiğimiz rejimin parçalı ve merkeziyetçi yanlarının oluşturduğu derin yarıklardan sızarak kendine bir siyasal zemin bulabilmişti. Anadolu'nun ve taşranın, devletin üst tabakası tarafından ezildiğini ve utangaç bir şekilde olsa da Kürt halkının da malum politikaların sonucunda haklarının elinden alındığını söyleyerek hikâyesini bu perspektif üzerine kurmuş ve kitlelerde yeni bir heyecan yaratarak kendilerini ezilmişlerin ve haksızlığa uğrayanların sesi ve kurtarıcısı ilan etmişlerdi.

Böylesi sosyolojik ve tarihsel bir motivasyonla yola çıkmaları, normal bir siyasal partinin alışılagelen davranışını aşacak şekilde politika yapmalarını gerektiriyordu, onlar da aynen böyle yaptılar. Onun için siyasetin bir rekabet işi olduğu, kazanma ve kaybetmenin normal bir şey olduğuna yönelik toplumda bir hissiyat yaratmaktan hep uzak durdular. Özellikle 2009'dan sonra girdikleri her seçimde yeni düşmanlar icat edip yeni sınırlar çizdiler. Siyasal alanını, meydan muharebesi gibi kullanmaya başlamaları otoriterizmin ve devletleşmenin emareleriydi. Bu perspektifle siyaseti rasyonel olandan hızla uzaklaştırarak ahlakileştirilen ve dinselleştirilen bir çizgiye doğru çektiler. Dahası siyasete muhafazakarların eliyle popülist ve fetihçi bir karakter eklenmiş oldu.

SİVİL VESAYET VE BENZEŞMEK

AKP'nin başlangıçtaki iddialarına dönüp bakınca insan bir an şok geçirebiliyor. AKP’den bahsedince vesayetçi rejime karşı yıllarca bas bas bağırıp bugün en geniş sivil vesayetin faili, hamaseti eleştirirken en kapsamlı hamasetin sürdürücüsü konumunda olan siyasetsiz kalmış bir oligarşiden bahsediyoruz. Bir zamanlar partinin temel retoriklerinden birisi Müslüman-muhafazakar demokratlığı ve ileri demokrasiye yönelik naraları hatırlayalım. Zira "ileri demokrasi" ile başlayan yolculuk bugün süratle faşizmin kurumsallaşmasına doğru ilerliyor. Partinin ilk zamanlarında politik bir simge olan "başörtüsü" meselesi jiplere ve lüks araçlara binme hakkı olarak algılanmış. Başlarken merkezi siyasal anlayışa karşı yerelin savunması yapılırken bugün merkez saraylaşmış yerelin de hiçbir şekilde hükmü kalmamış.

Duyguları istismar ederek halkın sözcüsü olduğunu iddia eden AKP, halka karşı yabancılaşan bir zümreye dönüştü. Bugün devletin bütün kaynakları bu zümrenin yakıt vazifesini görmektedir. Adalet, eşitlik ve fikir özgürlüğüne hiç girmesek de olur. "Adil düzenin" son mohikanları, neoliberal düzenlemelerin en profesyonel uygulayıcısı haline geldiler. Dolayısıyla adaleti ve eşitliği düşünecek durumda olamazlar.

KÜRTLERİN TARİHSEL YANILGISI; 'AKP DEVLET GİBİ YAPMAZ!'

Kürtlerle ilgili icraatlara baktığımızda yine bir şok hali yaşıyoruz. AKP’ye giden Kürtler sırtını "AKP devlet gibi yapmaz!" söylemine dayamışlardı. Ancak hiç de öyle olmadı. Yakın zaman önce Kürtlerle barış yapmayı planlarken sandıktan çıkan sonuçlardan hareketle derin devlet yapılarıyla yeniden ortaklaşmaya ve Kürt düşmanlığını köpürterek milliyetçi ideolojiyi merkezi bir konuma getirmeye başladılar. Bu çizgi değişikliğiyle savaşın kârlı bir iş olduğuna kanaat getirilmiş olacak ki agresif bir siyasal söylem eşliğinde, içeride ve dışarıda başlatılan şiddet politikalarıyla Kürtlere boyun eğdirilmesi ve Kürtlerin yeniden sömürgeleştirilmesi için çok boyutlu bir harekat başlattılar.

"Devlet Kürtlere düşmanca davrandı, biz bu hataları yapmayacağız" diyen iktidar, bugün savaşa ve ölüme övgüler dizerek barış diyen yüzlerce insanı vatan hainliği ile yargılıyor. "Gelsinler ovada siyaset yapsınlar" söylemini piyasaya sürüp işler ters gidince, bırakın dağdan inenlerin siyaset yapmasını, hızlarını alamayıp Kürtlerin muhtarlarını bile görevden aldılar. "Kürt illerine yatırım yapacağız, merkeze karşı yereli güçlendireceğiz" sloganıyla başlayıp Kürt halkının kentleri yerle bir edilerek belediyelerine kayyımlar atandı. Böylece Kürtlerin AKP ve devlet ile ilgili algısı eşitlenmiş oldu: "AKP devlet gibi yapmaz!" söylemi gitti, onun yerine "AKP devlet gibi yaptı!" geldi. Bu pratiklere bakan birisi bu kişilerin bir zamanlar rejimin korkusuyla ibadetlerini bile izinle yapan bir dönemin mazlumları, mağdurları ve mücahitleri olduklarına asla inanamaz.

NE OLDUM DEMEMELİ, NE OLACAĞIM DEMELİ! DEMOKRASİ SONRASI AKP

Son pratiklerle birlikte AKP'nin devletleştiği ve elitleştiği rahatlıkla görülebilir. Otoriterleşme, demokrasiden uzaklaşma, savaş ve şiddet politikalarıyla ayakta kalmaya çalışmanın yanı sıra iktidarını sürdürmek için tarihsel olarak eleştirip değiştirmek istediği resmi ideolojinin pratiklerini yeniden düzenleyip müesses nizama kabul ettirme stratejisine hızlı bir dönüş yapması, politik İslam'ın temsilcisi bir siyasi hareket olarak AKP çizgisinin artık rıza üretemez ve meşruiyetini koruyamaz hale geldiğini ve raf ömrünün bittiğini gösteriyor. Rejimin geleneksel kodlarına geri dönerek kötü bir taklitçisi durumuna düştüklerini bugün kendileri bile itiraf ediyor. Mevcut sistemden farkları şu oldu: Cumhuriyet tarihi boyunca statükocu kurmay sistem halklara ve sınıflara faşizmi ve sömürüyü üstten, onlar ise alttan örgütledi. Sadece yönler farklı. Kaynaklar, kullanılan araçlar ve beslendikleri ideolojik zemin AKP ile birlikte daha da zenginleştirilmiş oldu.

HATALAR MUHALEFETE BÜYÜK BİR SİYASAL ALAN AÇTI

AKP'nin tutarsız ve istikrarsız formlarla hareket etmeye başlaması ve ek olarak ülkenin geleceğine dair sistematik ve kapsayıcı bir doktrine sahip olmaması, hem kendilerini hem de rejimi fazlasıyla donanımsız hale getirdi. Özellikle yerel seçimlerden sonra AKP'de başlayan depresyon hali, parti içinde derin ve onarılamaz çatlaklar yarattı. Bu panik partililer içinde "kendini kurtar, diğerlerini kendi hallerine bırak" gibi bireysel algıların yayılmasına, kitlesel istifa ve kopuşlara neden oldu. Partinin kurucu kadrolarının gemiyi terk ederek ve bununla yetinmeyip karşı hamleye geçmesi AKP hikayesi açısından sıradan bir durum değil.

AKP'nin son yıllardaki siyaset metodu, Türkiye’de siyasal uzamı daraltıp siyasi müzakere koşullarını ortadan kaldırmaktı. Söz tekelleştirildi. Çok eski bir iktidar tekniği  krizden çıkamayınca krizi daha da büyüterek kendini vazgeçilmez kılmak. Fakat her kriz fırsata dönüşmez, bazı krizler bünyeyi işlemez hale getirirken yeni bünyeleri de doğurur. Zira iç ve dış politikada yaptıkları çok boyutlu hatalarla, rakiplerine muazzam bir siyasal alan açmış durumdalar. Kürtlerin düşmanlaştırılmasına eş zamanlı olarak kabadayı edasıyla yapılan laubali dış politika bu hataların en önemlisidir. İşsizlik, yoksulluk ve demokratik hakların askıya alınması gibi sorunlar da bu hatalara eklendiğinde Türkiye'de “parti ve rejim krizinin iç içe geçtiği çoklu bir kriz hali” ortaya çıkıyor.

Bu tablo yeni olanaklar sunduğu gibi yeni sorumluluk biçimlerini de beraberinde getiriyor. Yeni partiler ve mevcut muhalefet, AKP sonrası olanaklara dadanmadan önce bu sorumluğu omuzlayarak AKP’nin geçmiş politikalarını, icraatlarını ve yıkımlarını bir bütünlük içinde değerlendirip yol haritasını ona göre çıkarmayı önüne koymalıdır. Bu noktada yeni partilerin ve mevcut muhalefetin iktidarın 18 yıllık pratiğini nasıl okudukları ve buna karşı nasıl bir politika geliştirecekleri hayati önem kazanmaktadır. Mesela nasıl bir rejimle yola devam edecekler? Kürtlere ne söyleyecekler? Ekonomi ve işsizliğe yönelik programları nedir? Avrupa mı, Avrasya mı? En önemlisi AKP’den farkları ne olacak? Eski sistemi yeniden tamir edip yola devam mı diyecekler yoksa başka bir şey mi geliştirecekler?

İktidar artık topluma bir şey vaat etmiyor. Çünkü uzun süreden beri vaat etmekle değil, vaatleri yönetmekle meşgul. Bu durumda muhalefetin topluma neyi söyleyeceği ve neyi vaat edeceği kritik bir hal alıyor. Topluma sunulacak vaatlerin hem muhtevası hem de seçmende karşılık bulup başarılı olması, AKP'nin yaptığı hataların ve yıkımların sonucu olarak cereyan eden “çoklu krizleri anlama ve onarma kapasitesine” bağlı olacak. Bu nedenle muhalefet, iktidarın kurucu olduğu gündelik siyaset oyununa mesafeli durarak, kuruluş itibariyle AKP'nin söylemlerini, pratiklerini ve geçirdiği evreleri, rejimin tarihsel krizleriyle bir arada çalışıp seçmenleri ikna edecek kapsayıcı siyasal programı önüne koymalı.

SONUÇ

Türkiye toplumu, salt egemenliğe odaklanan AKP pratiğinin zamanla nasıl karşıtına benzeştiğini görmek ve buralardan dersler çıkarmak zorundadır. Haliyle bu çizgiyi, salt alt edilecek bir siyasi parti olarak görmemek gerekir; bu çizgi, sistem karşıtı bir hareket olarak yola çıkmış ve bir döneme damgasını vurmuştur. Dahası bizzat sistemin kendisine dönüşerek sistem karşıtlığı kimliğini inkar edecek kadar kendine yabancılaşmış bir deneyimdir. Bu yönüyle AKP hikâyesi yeni siyasal başlangıçlar ve yeni yollar bulmak açısından ibret verici politik derslerle doludur.

Türkiye’nin yeni bir siyasal akla ihtiyacı olduğu açık. Bu durumda muhalefetin ve yeni partilerin önünde iki yol görünüyor: Ya AKP'nin rejimi yapı bozuma uğratma pratiklerini bir fırsata çevirip demokratik cumhuriyet çatısı altında toplumu bir arada tutan eşitlikçi ve özgürlükçü bir rejimin mücadelesinde ortaklaşmak; ya da AKP'yi ahtapot gibi sarıp sarmalayan milliyetçi, ayırımcı, ötekileştirici kampa eklemlenip geleneksel ve statükocu sisteme teslim olmak. Umudumuz birinci tercihin bir an önce hayat bulması.

(1) Şark Islahat Fermanı, umumi müfettişlikler, askeri yönetimler, OHAL ve yakın dönemde kayyım rejimi İle Kürdistan coğrafyası özel yönetim biçimleri ile yönetilerek hiçbir zaman normalleşmedi.

(2) Bu tanımlamalar vesayetçi sistem aklının ürünüdür.

İhraç Kürt Öğretmen

Etiketler AKP şerif mardin