Amerika seçimleri ve kapitalizmin özgürlük imtihanı

Sanders’in politikaları, söylemleri, varlığı ve hatta yükselişi bile ilk seçime sayılı saatler kala hâlâ görmezden gelinmekte ya da küçümsenerek başta düzen medyası olmak üzere, gazeteci, televizyoncu, akademisyen, sivil toplum örgütü, iş kuruluşları gibi kapitalist sistemin kamusal düzeninden fayda sağlayan tüm cephelerin saldırısı altında.

Google Haberlere Abone ol

Sina Güneş 

Amerika’da 2020 Seçimleri ilginç bir hal almış durumda. Sadece Amerika'nın değil siyaset ve sosyal bilimlerle ilgilenen herkesin dikkatle izlemesi gereken bir süreç yaşanıyor. Amerikan seçimleri, bir yandan Marksizm ve sosyalizm tartışması ve çoğunlukla farklılaşmasını adeta beyaz perdeye taşırken öte yandan kapitalizmin ve kapitalist demokrasinin halk için biçtiği rolü de her geçen gün daha da belirginleştirerek hem Amerikan halkına hem de dünyaya gösteriyor. Üstelik bunu bir karşıtlık üzerinden değil iç çatışma üzerinden şekillendirerek kapitalist sistem ile bağını görünmezleştirerek yapıyor.

ZORUNLU BİRLİKTELİK DURUMU

Öncelikle Amerikan seçimleri iki partili bir seçimi esas alan bir çoğunluk rejimine dönüşmüş durumda, bu da başka partilerin rekabet edebilecek kadar gelişmesine engel olan bir duruma sebep oluyor. Dolayısıyla farklı fikirlerin gelişmesi ve siyasal bir taban bulması iki partinin içinde taraftar bularak mümkün. Bu da farklı hassasiyetleri, ideolojik görüşleri olan kişilerin bile aynı parti içinde bulunmalarını sağlıyor. Bir nevi Türkiye’deki başkanlık seçiminin iki adaya düşmesinden sonraki süreç gibi de düşünülebilir. Zorunlu bir birliktelik durumu var aslında, Cumhur İttifakı ve Millet İttifakı gibi…

Bu seçim sistemi öncelikle bir ideolojinin bağımsız olarak gelişmesini ve bunun siyasal bir hal almasını ciddi şekilde engelliyor. Yine propaganda araçları ve süreçleri ile sermaye arasındaki bağ, bir yandan farkı ya da farklılığı engellerken öte yandan sermayeden bağımsız ya da sermayeye karşı bir hareketin gelişmesini imkânsız kılıyordu. Bernie Sanders’a kadar.

NE OLDU?

Kendini demokratik sosyalist olarak tanımlayan Bernie Sanders 2016’da başkanlık adayı olmak için Amerika’daki iki partiden biri olan Demokrat Parti’den (Diğeri Cumhuriyetçi Parti) aday adayı olmuş ancak bir yandan medyanın yok sayması ya da karalama kampanyaları, öte yandan parti elitlerinin çabası ile adaylığı Hillary Clinton’a kaybetmiş, Clinton’da seçimi Trump’a kaybetmişti. Ancak Sanders pes etmemiş ve seçim sürecindeki örgütlenmeleri diri tutarak ve geliştirerek 2020’de de aday adayı oldu. Yine de aday olması için önce Demokrat Parti'den aday olan ve Joe Biden gibi Türkiye’de de bilinen diğer adayları seçimlerde egale etmesi, yenmesi gerekiyor.

Buraya kadar her şey bilindik ezber aslında.

NE DEĞİŞTİ?

Sanders seçim kampanyasını yüzde 99’un sağlık, eğitim, ücret taleplerini esas alan, iklim değişikliği, cinsiyet eşitliği, ırk eşitliği gibi konuları öne çıkaran ve bunu yaparken de zenginlere yani yüzde 1’e vergilendirme vurgusu üzerine kurdu. Duyulmamış vaatler değil aslında. Hem nasıl olsa bağışlar üzerinden şekillenen bir seçim çalışmasında adaylar her zaman para dolayısıyla bağışlara özellikle de zenginlerin ya da şirketlerin bağışlarına bağımlı olduğundan ya bu vaatlerden vazgeçecek ya da saldırdığını söylediği zenginlerden olmak zorunda kalacaktı. Değişim de buradan başladı.

Sanders seçim çalışmalarına başlamadan hiçbir zenginden, şirketten ya da sermaye grubundan bağış almayacağını dolayısıyla onlara bağımlı politikaları desteklemeyeceğini ve yoluna devam edecekse bunu “sıradan” vatandaşların katkılarıyla yapacağını bildirdi.

Sanders’ın manifestosu, Amerikan seçimlerini ve seçim şartlarını bilenlerce “komik” ve “sürdürülemez” olarak tanımlanarak ciddiye alınmadı. Ancak aday adaylığın belirlendiği seçimler yaklaştıkça Sanders’ın çalışmaları ve örgütlenmesi sonuçlarını vermeye başladı. Anketler yayınlandıkça yavaş ama sürekli bir yükseliş ile ilk seçime günler kala liderliğe oturdu. Seçimleri kazanır, aday olur ve Trump’ı yenerse Amerikan tarihinde bir olmakla kalmayacak, dünyanın en güç ülkesinin ilk sosyalist başkanı olacak.

KAPİTALİZM VE ÖZGÜRLÜK SÖYLEMİ

Sanders’in politikaları, söylemleri, varlığı ve hatta yükselişi bile ilk seçime sayılı saatler kala hâlâ görmezden gelinmekte ya da küçümsenerek başta düzen medyası olmak üzere, gazeteci, televizyoncu, akademisyen, sivil toplum örgütü, iş kuruluşları gibi kapitalist sistemin kamusal düzeninden fayda sağlayan tüm cephelerin saldırısı altında.

Demokrat Parti elitleri dâhil bütün sistem siyasetçileri Sanders’ı ve destekçilerini kötü göstermek, karalamak, aşağılamak için güç birliği yapmış durumda. Sabah programlarından, akşam haberlerine, gazete sayfalarından köşe yazılarına kadar herkes Sanders’a düşman görünmekte ve davranmakta. Bulabildikleri tek argüman “sosyalizmin” kötülüğü söylemi. İşin ilginç tarafı 1960’lardan beri aktif siyaset yapan 1980’lerden beri ise sistemin içinde muhalif olarak yer alan Sanders’ın bunu bir övgü olarak zaten ortaya koymuş olması.

SONUÇ OLARAK

Bir ideoloji ya da hareketin varlığı kapitalizm içinde sorun değildir. Aslında kapitalizm içinde olduğu sürece bir anlamda kapitalizmin gelişimi için yararlı ve geliştiricidir. Tıpkı hacker'lar gibi… Belirlenen her boşluk, ortaya çıkan her sökük, sağlama alınarak sistem daha da güçlendiriliyor. Sorun kapitalist sistemin sorgulanması ve bunun toplumda taraftar bulmasıyla başlıyor aslında, başka bir değişle sorgulama başladığında sorun da başlıyor.

Sanders bu kadar cephede savaşabilir mi? Destekçileri ya da örgütlenmesi buna ne kadar dayanabilir? En önemlisi sonuna kadar gidip seçimi kazanabilir mi? Bunu şimdiden kestirmek güç. Ama her iki sonuçtan da ciddi dersler çıkarılacağı, çıkarılması gerektiği kesin.

Sanders’ın mücadelesi bizi başta söylediğim Marksizm/sosyalizm tartışmasına götürecek. Sistem ile sistem içinde mücadele olur mu olmaz mı? Bekleyip göreceğiz…