Başka türlü bir topluluk mümkün

Kooperatif yalnızca alacağı bir isim ve ortaya koyacağı bir iradeyle tarım, kültür, sanat, eğitim gibi birçok alanda çalışabilir. Örneğin topluluk destekli tarım uygulamasıyla yerelde doğal küçük üretim yapan üreticiyi desteklerken, herkesin erişebileceği alternatif okullar kurabilir ve kültür-sanat etkinliklerini toplumun her kesimine gönüllü olarak yayabilir.

Google Haberlere Abone ol

Erol Malçok

Büyüsü bozulmuş dünyada insan varoluşsal kaygıyla hep bir tinsellik arayışı içerisindedir. İnsanın kaybettiği tinselliği doğaya açtığı savaş, aşırı teknolojikleşme, kutsalın yitirilişi ve toplumsal bütünlükten kopuş sonucunda oluştu. Tinselliği kimi insanlar halen kurumsal dinlerde bulurken kimisi de meditatif - şamanik uygulamalarda buluyor. Peki herhangi bir din veya ezoterik öğretiyle bağ kurmayan, onlara mesafeli duran seküler insanlar tinselliği nerede bulur ya da kaybettiği bütünün tekrar parçası olmayı nasıl başarır?

2018 yılında kaybettiğimiz psikanalist, antropolog ve ekoloji aktivisti yazar Joel Kovel, Tarih ve Tin kitabında, kapitalizmin doğayı ve her türlü aşkınlık imkanını tahrip edip, insanları ruhsuzlaştırdığını, dinlerin ise “kalpsiz bir dünyanın kalbi” olma iddiasıyla cazibe merkezi haline gelip onları başka bir tahakküme hapsettiğini söylüyordu. Kovel, “tin” ve “ruh” kavramlarını insanın özgürleşmesi için bir imkan olarak ele alıp, Hegel’in başlattığı ve Marx, Nietzsche, Freud, Kafka ile Heidegger’in devam ettirdiği tinsellik sorununu din dışı bir çerçevede ele almayı sürdürmüştür. Kovel, daha sonra özgürlük kavramından ayrı düşünmediği tinsellik meselesini reel sosyalizm eleştirisi yaparak yeni bir ütopya ihtiyacıyla birlikte ele alıp, Michael Löwy ile birlikte ekososyalist manifestoyu da yazacaktı. Tini cisimsiz bir töz olarak değil tarihsel bir ilişkilenme biçimi olarak gören Kovel için en önemli tinsellik figürü, ormanlardaki konuşmalarını, İsa’nın havarilerine yaptığı söylevlerle kıyasladığı olağanüstü bir sevme becerisine sahip Che Guevara’dır. Nazım Hikmet de şu dizelerinde insandaki tinselliğin nasıl toplumsal kaygı ve eylem aracılığıyla gerçekleştiğini müthiş ortaya koyar:

“…beyaz gömleğinle bir laboratuvarda

İnsanlar için ölebileceksin,

hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,

hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,

hem de en güzel, en gerçek şeyin

yaşamak olduğunu bildiğin halde.” (1)

'KATI OLAN HER ŞEY BUHARLAŞTI'

Modernizmin insan ruhunda yarattığı tahribatı ve değer kaybını Marx bu sözüyle ifade ederken, Goethe, Nietzsche, Dostoyevski, Baudelaire gibi yazar ve şairler de bu durumu erkenden fark edip eserlerine yansıtmıştı. Günümüzde ise neoliberalizmin tutunacak değer bırakmadığı çoğu insan, ne yazık ki diktatörlerin sağcı, ırkçı hikayeleriyle bir aidiyet ilişkisi içine girdiler. İnsanlardaki tinsellik ve aidiyet arayışı genel olarak birbirine paralel ilerlerken muhalif siyasetin bütünlüklü bir toplumsal hikayeden yoksun teori ve pratikleri bu ihtiyaca fazlaca cevap veremiyor. Bununla beraber “ortak hedeflerimizi çoktan yitirmiş durumdayız ve çağımızın dini “bireycilik” her yeri kaplamış durumda. Yalnızlık salgını dünyanın tümünü sardı. Yalnızlık bir zamanlar yaşlıların sorunu olarak görülürken şimdi diğer nesilleri de pençesine almış görünüyor. Yaşadığımız zamanlar önceki çağlardan atomlaşmayla ayrılıyor; sosyal bağların kopması, ortak heveslerle kamusal hayatın yok olması sebebiyle birbirimizden dayanılmaz ölçüde yalıtılmış hayatlar sürüyoruz. Yeryüzünde 7 milyar insan var ama birçoğu bağlantı kuracak birini bulamıyor.” (2) Ekonomik ve sosyal adaletsizliğe karşı ciddi anlamda dayanışmacı politikalar üretemeyen sosyal demokratlar, komünistler ve anarşistler de bu durumun oluşmasında ciddi bir pay sahibi. Öte yandan durum tamamen ümitsiz değil. Neoliberal iktidarların yarattığı siyasi, ekolojik ve ekonomik kiriz ortamında insanlar gerçek güvenliğin ne olduğunu keşfediyorlar. “İnsanların bu kriz ortamında müşterek yapılar içinde güvenlik ağları yaratma yolları, ortaklaşmış bir toplumun neler yapabileceğine de ışık tutuyor.” (3) Buradan yola çıkarak günümüzün büyük anlatısal siyaset teorisi hiyerarşik olmayan bir örgütlenme içermek ve katılımcı, doğrudan demokrasiyi hayata geçirerek, karar alma süreçlerini tabana yayacak pratikler üretmek zorundadır. Bu pratikler büyük bir hikayenin parçaları şeklinde toplumun geneline nüfus edecek bir kapsayıcılıkta ve herkesin ulaşabilir olduğu pratikler olmalıdır. Biz bu minör pratik bağlamında, giderek boyutları artan ekolojik kriz nedeniyle, geleceğin politikasında büyük bir yer tutacak olan gıda sorunundan kaynaklı, özelde gıda toplulukları ile kooperatiflerin, genelde tüm toplulukların iç işleyişinin ve kendini ifade ediş tarzının ne olması gerektiğine yoğunlaşacağız:

KAPSAYICI BİR TOPLULUK

Günümüz insanının yukarıda sıraladığımız yalnızlaşma, güvensizlik, depresyon, kaygı ve aidiyet meselesinden kaynaklı, toplulukların önüne koyması gereken ilk gündem, toplum nezdinde en geniş kapsayıcılığa nasıl ulaşabilirim sorunu olmalıdır. Zygmunt Bauman’ın tespitine baktığımızda bu sorun önemini daha çok arttırıyor: “Kendilerini güvensiz hisseden, geleceğin getirebileceklerine sakınarak bakan ve emniyetlerinden endişe eden insanlar, kolektif eylemin gerektirdiği riskleri göze alacak kadar özgür değildirler. Bu insanlar birlikte yaşamanın alternatif yollarını hayal edecek cüretten ve zamandan yoksundurlar ve kimseyle paylaşamayacakları işlerle o kadar meşguldürler ki, bırakın ortaklaşa girişilebilecek türden işlere enerji ayırmayı, bunlar hakkında düşünemezler bile.” (4)

Bauman’ın bu tespiti birçok insan için geçerli olmakla birlikte bireylerin bu durumunu sadece kendi tutumlarına yoramayız. Geçmişten bugüne o kadar çok olumsuz siyasi parti, sendika ve kooperatif örnekleri var ki, bu nedenle insanlar topluluklara yeterince güven duymuyor. Öncelikle olumsuz pratiklerin çok ciddi bir eleştirisi yapılmalı ki, aynı hatalar tekrarlanmasın ve yeni bir iddiayla ortaya çıkan toplulukların teorik-pratik bütünlüğü insanlara umut olsun. Aynı zamanda birçok insanın da sağlıklı bir topluluk ve aidiyet arayışı içerisinde olduğunu unutmayalım. Bu arayış içerisinde bulunan bireyin en önemli kaygısının, toplulukta kendi özgürlüğünün nasıl sağlanacağından duyduğu endişe olması sebebiyle birey-topluluk ilişkisini sorgulamak, çok önemli bir yerde durmaktadır.

TOPLULUKTA BİREYİN ÖZGÜRLÜĞÜ SORUNU

Öncelikle, insanları umutsuzluğa sevk eden, verili koşulların değişmeyeceğine inandıran mevcut toplumsal-siyasi yapının değişebileceğini ve bunun doğrudan demokratik topluluklar aracılığıyla yapılabileceğini belirtmek gerekiyor. Bireyin içinde bulunduğu kötücül yapıyı değiştirme güçsüzlüğünün yalnızca kendisinden değil sosyal yapı aracılığıyla yalnızlığa itilmesinden kaynaklandığını anlaması ise en kritik halkayı içermektedir. Bir sosyal projeyle ciddi bir pratik ortaya koyan topluluklar, bireyi güçsüzlük duygusundan kurtarıp kendisiyle organik bağ kurmasını sağlayabilir. Topluluğa yeni katılan birey, kendisine alan açıldığını gördüğü ve kendisini ifade edebildiğinde grupla bağları oluşmaya başlar. Grubun hiyerarşik bir organizasyon olmayışı ona doğrudan atacağı teorik-pratik adımlarda cesaret verir. Birlikte iş yaptıkça ve grubun diğer bireylerinin onun haklarına saygılı davrandığını gördükçe kendisi de diğer bireylerin haklarına saygıyla bir özgürlük alanı geliştirir. Bu noktada topluluğun bulunduğu yereli iyi tanıyan, organizasyonlar yapabilen üretken bir topluluk olması gerekir. İnsanları bir arada tutan şey bir amaç için birlikte iş yaparak geliştiklerini ve toplumsal özgürlük alanını genişlettiklerini görmesidir. Bireyin esenlikli yaşamı ile toplumun esenliği birbirine bağlandığında ve buna o topluluk aracılık edebilme yetisini gösterdiğinde grup üyeleri hem kendi öz gerçekleştirmesini yerine getirebilir hem de grupla birlikte özgürleşir. Birey toplum ve devletle olan zorunluluk ilişkisinin halkasını burada kırarak büyük bir manevi güç elde eder. Bu güç ona hem topluluğun pratiğini sorgulama ve denetleme olanağı verir hem de topluluğun şeffaf davranmasına katkıda bulunmasını sağlar. Topluluk aracılığıyla, bulunduğu yerelden geliştirdiği bu sorgulama hakkını sosyal yapının geneline yarar.

Kolektifin üyeleri arasında kurucu veya çok eski üye olmanın hiyerarşisi oluşmasın diye rotasyon uygulaması yapılabilir. Eski üyeler başka bir kolektife geçebilir veya yeni bir kolektif oluşturma süreçlerine başka zeminlerde dahil olabilir. Kolektifte kendiliğinden bir hiyerarşi oluşmasının engellenmesinin bir ayağı da üyelerin entelektüel ve teorik birikimlerinin eşitsiz gelişmesinin önüne geçmektir. Bu ortam düzenli yapılan iç eğitimlerle sağlanabilir. Böylece kendisini donanımlı kılan her üye sesi gür çıkan baskın karakterlerin birikimi karşısında suskun kalma psikolojisini yaşamayacak, argümanlarını güçlü bir şekilde savunabilecektir. Tabii hiçbir üyenin sesinin gür çıkmaması, herkesin kendisini her haliyle ifade edebilmesi ve manipülasyona maruz kalmaması istediğimiz ideal durumdur.

Topluluk yaşamında bu çerçevedeki en önemli konulardan birisi de karar alma süreçlerinin nasıl işlediğidir: Toplulukta gelişen kişisel ilişkiler güven ve açıklık ilkesine dayanmalıdır. Her üye kendi perspektifinin karar alma süreçlerinde etkili olabileceğinden emin olmalıdır. Yani sesinin kısılacağı bir ortam kesinlikle oluşmamalıdır. Kararlar oylamayla değil gerekirse uzun tartışmaların sonucunda herkesin gönlünün alındığı bir uzlaşıyla alınmalıdır. Bütün tartışmalara ve ortaya konulan tezlere rağmen herkesin ikna olduğu bir karar çıkmıyorsa ve yapılması gereken işin de bir aciliyeti varsa ikna olmayanların şerhi bir kenara kaydedilmeli ve yapılan işte çıkan ilk aksaklıkta ya da süreç içinde şerh koyanların ne dediğine bakılmalıdır. Yani karara katılmayanlar çok azınlık da olsa itiraz hakları saklı kalmalıdır. Aksi takdirde itiraz eden birey kendi düşüncesinin dikkate alınmayıp özgürlüğünün kısıtlandığını düşünecektir ve haklıdır da. Topluluklar karar alma süreçleri ile ilgili özyönetimsel ilkeyi yıpratmayacak şekilde başka özgün fikirler de üretebilirler. Karar alma süreçlerinde yaşanacak diğer bir zorluk ise grubun büyüklüğüdür. Büyük bir toplulukta herkesin söz alması ve tezlerini rahatça savunması için yeterince zaman olmayacaktır. Hele de günümüzün hız dünyasında. Bu nedenle topluluklar büyüdüklerinde çoğalmalı ve kendi aralarında konfederatif bir koordinasyon kurmalıdır. Bu konfederasyon doğrudan demokratik, özgürlükçü diğer toplulukları da kapsamalıdır. Her bir topluluğun özgürlüğü birçok farklı iş üreten diğer topluluklarla dayanışmayla mümkündür. Bu durum mevcut sisteme bağımlılığı ortadan kaldırma yolunda elzemdir. Böylece mümkün olduğu kadar büyük bir ortaklaşmacı ekonomi oluşur.

Değinmemiz gereken diğer bir konu ise bireyin ve topluluğun özgürlüğünün toplumsal cinsiyet, ekonomi, ekoloji ve hayvan özgürlüğü meselelerinden bağımsız olamayacağı sorunudur. Bize göre ideal bir topluluk-birey özgürleşmesi toplumsal yaşantıda çok yaygın olan türcülükle de hesaplaşmayla mümkündür. Çünkü tahakküm ve sömürü ilişkisi yalnızca insanlar arasında değil insanın flora ve faunayla kurduğu ilişkide de çok belirgindir. Kendisine tahakküm uygulanıp, baskı ve sömürüye maruz kalan insan kendisini nasıl özgür hissetmiyorsa, bu mekanizmaları başka bir canlı üzerinde uyguladığı zaman da tam anlamıyla bir özgürlükten bahsedemeyiz. Bu konuya dair yeri gelmişken Paris Komünü’nün en önemli isimlerinden Elisee Reclus’nün komün için insan merkezli bakış açısı yerine holistik bir şekilde yeryüzü merkezli bakış açısını önerdiğini anmadan geçmeyelim. Reclus’nün tahakküm karşıtı tavrı yalnızca başka insanlar için değil başka varlıklar ve tüm doğa için geçerliydi. Onun için insan doğanın üstünde veya karşısında değil içindeydi. Bunu da şu meşhur cümlesiyle ifade ediyordu: “İnsan doğanın kendi bilincine varmasıdır.” Reclus, etik kaygılarla ölünceye kadar vejetaryen olarak yaşadı.

DİLİN ÖNEMİ

Kolektif içerisinde kullanılan dilin çatışma içermemesi, tartışmaların bireyselleştirilmemesi topluluğun psikolojik ortamının iyiliği açısından çok önemlidir. Öyle ki topluluk en geniş toplantılarında bile moderasyon kullanmayacak bir olgunluğa erişmeli, her konuşan kendi sınırını kendisi belirleyerek sözü nerede bırakacağını iyi ayarlayabilmelidir.

Dil dendiğinde bir kavramı tartışmadan geçmeyelim. Bu tür metinlerde sıkça kullanılan ademi merkeziyetçilik kavramı yerine, özyönetim, yerinden yönetim gibi kavramları kullanmaya çalıştım. Ademi merkeziyetçilik merkezin yokluğu anlamında oldukça olumlu bir ifade içerse de adem sözcüğü insanoğlu, ilk peygamber anlamlarını da hemen çağrıştırmaktadır. Kavramı araştırmayan birçok insanın da ilk okuduğunda aklına “insani merkezcilik” olarak geldiği ortaya çıkıyor. Ayrıca incelediğimiz feminist metinlerde ademi merkeziyetçilik yerine yerinden yönetimin kullanıldığını gördük. Bu durumda kadınların bilinçaltında bir erkek egemen dile maruz kalındığı algısı ortaya çıkıyor.

BİREYİN YABANCILAŞMADIĞI BİR ÇALIŞMA SİSTEMİ

“Bir kolektifin öncelikli hedefi, alternatif ekonomik ilişkiler geliştirerek, kapitalist pazar ekonomisinden bağımsızlaşmayı sağlamak olmalıdır. Ekonominin hem üretim hem de tüketim ayağında yer alan insanların öz-örgütlenmesi bu işin olmazsa olmazıdır. Bu iddialı alternatif ekonomi gerek aynı alandan gerek diğer alanlardan birçok kolektifin ortak çalışmasıyla mümkündür.” (5) Alternatif bir ekonomik modelde insanlar için çalışma, yaptığı işe yabancılaşmayacağı, kendi sanatsal, entelektüel ve sportif faaliyetlerine geniş zaman ayırabileceği bir şekilde tasarlanmalıdır. Fransız ütopyacı filozof Charles Fourier 18'inci yüzyılda “çekici emek” kavramını üreterek uzmanlaşmaya karşı çıkmış ve çalışmanın keyifli hale gelmesi için herkesin dönüşümlü ikişer saat çalışmasını salık vermişti. Bunun gerçekleşebilmesi için topluluk fazla üretim ve kâr elde etme çabasına girmemeli, yalnızca ihtiyaçlar esas alınmalıdır. Bu faaliyetler sonucunda şayet bir gelir elde edilirse bu gelir toplumsal sorumluluklar için kullanılmalıdır. Topluluğun her üyesi ihtiyacı kadar eşit ücret almalı, ücretlendirme açık, şeffaf ve denetime her an açık olmalıdır. “Bir kolektifte çalışan herkes kolektifin üyesi olmalı ve kolektif karar alma yapısına eşit bir üye olarak dahil olmalıdır. Böyle bir yapı ücretli işçiliği dışlar. Şayet bir kolektif olağanüstü bir durumda (tatile gidenin veya hasta olanın yerine) ücretli işçi çalıştırmak zorunda kalırsa, bunun geçici bir süreliğine ve istisnai olduğunu açıkça ifade etmelidir. Ücretli işçiler, kolektifin çalışma ve örgütlenmesine ilişkin karar aşamalarına dahil olmalı ve asla kolektif üyelerinden daha az ödeme yapılmamalıdır.” (6)

Topluluk ürettiği ve dağıtımını gerçekleştirdiği ürünlerde toplumsal-ekolojik kaygıyı en üst düzeyde tutmalıdır. Eğer ürünler başka bir üreticiden temin ediliyorsa bu ürünlerin adil üretim kriterlerine uygun olması gerekir. Yani kadın, çocuk, mülteci emeği ve hayvan sömürüsünün olmadığı, gezegenin sağlığı için toprakta herhangi bir kimyasalın kullanılmadığı ürünler. Üretimlerde teknoloji ekolojik bir etik anlayışla kullanılmalıdır.

Çalışmanın insana en büyük haz veren bölümü ise günümüzde fazlasıyla yitirilmiş olan diğerkâmlık örneği içeriyor olmasıdır. Bunun için kooperatifler sosyal sorumluluk projeleri geliştirebilecek çok uygun yapılardır. Kooperatif yalnızca alacağı bir isim ve ortaya koyacağı bir iradeyle tarım, kültür, sanat, eğitim gibi birçok alanda çalışabilir. Örneğin topluluk destekli tarım uygulamasıyla yerelde doğal küçük üretim yapan üreticiyi desteklerken, herkesin erişebileceği alternatif okullar kurabilir ve kültür-sanat etkinliklerini toplumun her kesimine gönüllü olarak yayabilir. Önem verdiği sosyal projelere fon sağlayabilir.

DAVET!

İçinde bulunacağınız bir topluluk ütopyanızı tam anlamıyla karşılamayabilir ancak ütopyanıza giden yolda büyük bir yer tutabilir. Topluluk aracılığıyla içinizdeki ve dışınızdaki tahakküm ve sömürüyle yüzleşebilir, özgürlüğünüz için önemli bir eylemliliğin içerisinde olabilirsiniz. Kendi başınıza değemeyeceğiniz nice hayatlara dokunabilir onlarla hemhal olursunuz. Bireysel ve toplumsal anlamda empati yeteneğiniz gelişir. Toplumda iyice kaybolan kucaklaşma ve dayanışma duygularını harekete geçirebilirsiniz. Dünyayı değiştirmek için gerekli olan özgüveniniz gelişir. En yakınızdakinden dünyanın öbür ucundaki insana ve gelecek kuşaklara bırakacağınız pratik bir modeliniz olur. Ekolojik bir topluluk olmanızın sonucu olarak canlı veya cansız tüm yaşamla kurduğunuz ilişkide insan olmanın sorumluluğunu almanın hazzını yaşarsınız. En önemlisi de kimsenin size bahşetmediği bir meşruluğun coşkusuyla atarsınız geleceğe doğru adımlarınızı…

(1) Yatar Bursa Kalesinde (yaşamaya dair şiirinden), Nazım Hikmet, syf 164 YKY 2002

(2) Bu Enkazı Kaldırmak, George Monbiot, syf 25, Everest Yayınları 2018

(3) Meclis, Michael Hardt, Antonio Negri, syf 150, Ayrıntı Yayınları

(4) Siyaset Arayışı, Zygmunt Bauman, syf 13, Metis Yayınları 2012

(5) Libertad Kooperatifi tüzüğü syf 2

(6) Libertad Kooperatifi tüzüğü syf 2