İktidar mı halkı yönetir halk mı iktidarı?

İktidarlar halkın rızasını sağlamaya çalışırken halkın isteklerine eğildikleri anda halkın yönetimine girmektedir. Halkın yönetimde ortak olması hatta bazen tek başına yönetimin kendisi olması ideal olan demokratik sistemi anımsatmaktadır. Fakat halk “kötü” olanı istiyor ve iktidar da bunu veriyorsa o zaman problemler ortaya çıkmaktadır.

Google Haberlere Abone ol

Halil Ecer*

Hem siyaset hem de toplum bilimcilerin üzerinde çokça kafa yorduğu bu önemli soru çağımızın karmaşıklığını anlamamızda büyük öneme sahiptir. Gerek siyaset felsefesinde gerek sosyolojide ilk defa iki insanın bir araya gelmesinin insanlık tarihinin değişiminde önemli rol oynadığına inanılır. İlk iktidar kavgası uzlaşamama üzerine başlamıştır. Grubun boyutu üzerine sosyolojiye ufuk açmış Georg Simmel (1858-1918), ikili grup ve üçlü grup arasındaki farkın boyutuna değinmektedir. İkili gruplar uzlaşmaya daha meyilli ve problemden sakınma durumları daha ön plandadır. Fakat bu ikiliye üçüncü bir kişinin eklenmesi senaryoyu baştan aşağı değiştirmektedir. Üçlü gruplarda taraftar kazanmak veya ikiliden herhangi birinin rızasını alarak iktidar iddiasında bulunmak kolaylaşmaktadır. Söz konusu grupta iki kişi tartıştığında üçüncü kişi doğal olarak hakem konumunda olur. Hakem kimi haklı bulursa doğru veya yanlış fark etmeksizin hakikat odur. Ve tüm toplumlar üçlü grubun siyaset ve sosyolojisini taşımaktadır. Bir iktidar o iktidarı destekleyen ve ona muhalif olan kitle vardır. Geriye kalan partiler, sivil toplum örgütleri ve diğer bileşenler sadece sistemin devamlılığı içindir. Bu üçlü gruptan kimin kimi yönettiği belirsiz bir alandır.

İktidarın halk üzerindeki yönetimi kendini her alanda görünür kılarken halkın iktidara tesiri örtük bir biçimde ortaya çıkmaktadır. Halk bunu nasıl yapmaktadır? 1894 yılının Eylül ayında Fransa ordusunda hareketlilik yaşanmaktadır. Orduda yüzbaşı rütbesinde olan Yahudi asıllı komutan Alfred Dreyfus’un Alman ordusuna ajanlık yaptığı iddiası yüksek sesle konuşulmaya başlandı. İddia, çöp kutusunda bulunan “bildirge”(borderau) başlıklı ve bir mektup ile başladı. Yine iddiaya göre kağıtta ordunun gizli sırlarıyla ilişkili bir metin ve buradaki yazının Dreyfus’un el yazmasına benzediği fikrine dayanmaktaydı. Mahkeme kurulup Dreyfus hapis cezasına çarptırıldığında Fransız halkı büyük bir coşku içinde sokaklarda kutlama yaptılar. Bu kutlamalarda Dreyfus’un Yahudi asıllı olması ve tutuklanıyor olması en büyük sevinç olarak ortaya çıkmıştı. Mahkeme başkanı, iktidarla olan ilişkisi ve toplumu yakından bilmesi nedeniyle davanın sonucunda önemli bir etken olmuştur. Fransız halkı zaten Yahudileri sevmiyordu, bu yanıyla Dreyfus’a verilen ceza halka verilen ödül mahiyetindeydi. Aslında sonradan da ortaya çıkacağı üzere Dreyfus suçsuz yere tutuklanmıştı. Fakat halkın sevinç çığlıklarının iktidar üzerindeki yönetimini gösterir cinstendi. Dreyfus Davası ile ilgili açıklama yapan Emile Durkheim (1858-1917) halkın kutlamasını şu şekilde açıklamaktadır: Toplum acı çekerken hastalığının sorumlusunu, kötü talihinin öcünü alabileceği kimseleri arar. Kamuoyu tarafından zaten ayrımcı muamele görenler bunun için biçilmiş kaftandır. Fransız halkı ekonomik kriz ve istikrarsızlıkla boğuşurken yoksulluğu unutmak için dışlanan grubun bireylerine acı verilmesi hoşnutluk yaratmıştır. Ve iktidar bu yoksulluğun farkındaydı, halkı dinledi ve bir kurban seçip onu cezalandırdı. Tarihte önemli bir olay olarak anılan Dreyfus Davası halen etkisini sürdürmektedir. Hrant Dink Davası, Tahir Elçi Davası…

Öte yandan iktidarlar halkın rızasını sağlamaya çalışırken halkın isteklerine eğildikleri anda halkın yönetimine girmektedir. Halkın yönetimde ortak olması hatta bazen tek başına yönetimin kendisi olması ideal olan demokratik sistemi anımsatmaktadır. Fakat halk “kötü” olanı istiyor ve iktidar da bunu veriyorsa o zaman problemler ortaya çıkmaktadır. Jean Baudrillard “Sessiz Yığınların Gölgesinde Ya Da Toplumsalın Sonu”(Ayrıntı) adlı kitabında “Kitlelerin aradığı şey gösteridir. Evet, yalnızca gösteri. Bir komando eylemi gösterisi. Körfez Savaşı kimsenin iştahını kesmemiştir…” der.

Ortadoğu’da yaşanan trajedinin orada yaşayanlardan başkasına acı verdiği söylenemez. Ve Batı menşeli ülkeler halkın aksiyon ihtiyacını gidermek adına milyonlarca para harcayıp bu senaryoda yer almak istemektedir. İktidarlar bazı şeyleri gizlemek adına toplumun “aksiyon hakkına” saygı gösterip maceralara girebilmektedir. Bu tür durumlar da halkın iktidarda temsiliyetinin en net olduğu zamanlardır. 21'inci yy’de beklenilen demokratik eylemler teori kitaplarında yer aldığı şekliyle gerçekleşmedi. Halkın yönetime katılımı şiddet içerikli eylemlerde ortaya çıktı. Suriyelilere yönelik gerçekleştirilen saldırılarda azımsanmayacak kamuoyu desteği görülmektedir. Tıpkı Dreyfus Davası'nda olduğu gibi halk içerisinde bulunduğu ıstıraplı durumu bir kurbana yükleyip rahatlama arzusu taşımaktadır. Ve bu durum etrafında gerçekleşen popülist söylemlerin karşılık bulduğu bir dünyaya merhaba diyoruz. Halk yönetimden aksiyon bekliyor ve iktidarlar buna EVET cevabını veriyor.

Kent/Toplum Uzmanı