Kapitalizm yok edilmelidir!

Nazi ideolojisinin gücü bugünkü yönetme biçimlerinin tamamının özetidir. Ulus devletlerin, ulusların, ulusal sınırlar içerisinde yaşayan her bir varlığın hükmünün bu ideoloji tarafından belirlendiği bu dünya yok oluyor, insanın renginin, coğrafyasının, dilinin, kimliğinin, cinsiyetinin yok edilmesinin gerekçesi olduğu bu ideolojinin ardında gasp rejimi yatıyor.

Google Haberlere Abone ol

Eşref Avcı

Bu sırada zenginler zayıf insanların üzerinde egemenlik kurmaya başladılar. Zenginleşmeye başlayan kentler de diğer kentler üzerinde aynı şeyi yaptılar. Evet, Hellenler'in Troia Savaşı'na başlamadan önceki durumları böyleydi. (Peloponnesos Savaşları)

Milattan önce 5'inci yüzyılda kent devletlerinin durumunu anlatan Thukydides'in üstteki pasajı günümüz dünyası içinde anahtar niteliğinde, zenginliğin (biz buna gasp demeliyiz) savaşla olan dolaysız bağıdır yaşanan tüm tarih, sözü Marx'ın tarihi nitelediği temel önermeye getirdiğimizde, yani "Bugüne kadar yaşanan tarih sınıf mücadeleleri tarihidir!" önermesine; bugünkü dünya yüzyıllar öncesinin dünyasından oldukça farklı bir durumda, yazılı tarihin antik Yunan kısmı o dönemin insanları için dünyanın sınırları idi, bugün gerçekten dünyanın sınırlarını, kapasitesini görebiliyoruz. Bu bizi umutlandırmaya yetmiyor. Çünkü bize bu sınırları gösteren kapitalizmdir. Velakin kapitalizmin devrim dışında bir sınırı yok.

Verili dünyanın içerisindeki bizler kapitalizm ile birlikte dünyanın sınırlarını zorlayıp kendimizle birlikte yaşamı anlamlandıran bütün parametrelerin yok oluşunu izliyoruz. Avustralya'da 5'inci ayına giren yangınlar iklimin değiştiğinin göstergesi, yaşadığımız coğrafyanın eski mevsimlerinin karakteristik özelliklerinin yok olduğunu izliyor ve yaşıyoruz. Depremlerin doğal döngüsü yerine fay hatlarını tetikleyen insan kaynaklı depremlerin yaşandığına tanık oluyoruz. Her bir değişim tür olarak insanın yok oluşunun koşullarını da birlikte yaratıyor.

Dünün kapitalizmi krizlerle yeniden kendini üreten bir dinamiğin gücüne inanıyordu. Bu dinamik onu bugüne kadar getirdi. Ancak kapitalizmin iradî olmayan bu dinamiğinin motoru dünyadaki kaynakların sonsuz olmadığı gerçeğini dünyayı yok ettiğinde görecektir kuşkusuz, bunun için henüz zaman var diyemiyoruz. Zaman kapitalizm için söz konusu edilemeyecek denli kıymetli, doğa ve içerisinde yaşayan bütün varlıklar için. Kapitalizm zamanı hızlandırır, hızlanan zaman sürekli bir ivmelenme ile kaynaklarımızı yok ederken bizi de o zaman döngüsünün içerisinde biçimsiz, karaktersiz varlıklar haline getirir.

İtiraz edebilmek gerekir. Kapitalizmi yıkmak ve dahası yok etmek gerekir. Yanı başımızda savaşlar olurken bizler kapitalizm zamanlarında yaşıyoruz. Sanki savaş kapımızı çalmayacakmış gibi, iklim krizleri bize uğramayacakmış gibi, oysa felaketi bizler örüyoruz kapitalizm zamanında yaşamayı kabul ederek.

Kapitalizm nihayetinde bizim gibi insanların yarattığı bir sistem ve bu sistemin temel döngüsü bizi içerisine hapsettikleri zamandır. Bu bize uzak bir durum değil, içimizde bizi koşullarımızı, olanaklarımızı, yaşamımızı belirleyen pratik bir şey. Misal kış dönemi alıştığımız saatlerin geri alınması uygulaması bu iktidarla birlikte değişti ve bugün neredeyse saat dokuz olduğunda gün aydınlık olmaya başlıyor. Ve biz gecenin karanlığında biyolojik saatlerimize vurulan darbelerin yaşamına ayak uyduruyoruz. Işıklarımızı açıp saatlerce günün ışımasını bekliyoruz, kömür santralleri çalışıp elektrik üretiyor, biz o karanlıkta kalmayalım diye, atmosfere gönderilen ısı ve gaz ile birlikte zamanımızı belirleyen kendi sermaye döngüsü içerisine bizi kazık gibi çakan kapitalist döngünün içerisine hapsoluyoruz.

İşte bunun gibi bize ait olması gerekip ama bizim kurgulamadığımızı bize yabancı, bizi kendimize, yaşadığımız dünyaya yabancılaştıran kapitalizmin zamanını yaşıyoruz. Bunun siyasal karşılığı tahakkümdür. Tahakküm istemediğimiz şeyi bize yaptıran dışımızdaki bir gücün etkinliğidir. Oysa bu etkinlik, bizim zamanımızın üzerindeki hükümsüzlüğümüzün ürünüdür. Beylik lafları etmeye gerek yok, bizden çaldıkları ile bizim üzerimizde kurdukları saltanatları var. Burjuvaziler bu saltanatlarından vazgeçmek istemiyorlar/istemeyeceklerdir de. Onların mutluluğunu mutsuzluğunu da tartışacak halimiz yok, ancak yüzde 1 denilen bu gaspçılar dünyanın sonunu bizim ellerimizle, kafalarımızla hazırlıyorlar. Bunu bile isteye de yapıyorlar. Buradan onların değil bizlerin ders çıkarması lazım.

Yukarıda Thukydides'in kent devletleri bağlamında söyledikleri bundan yaklaşık 2 bin 500 yıl önce yaşanmış, ve savaşlar, krizler, yaşamlar, doğanın talanı, insanın talanı ve diğerleri... Bugün yaşananlar farklı değil, 'bugün yaşananlar ile 2 bin 500 yıl önce yaşananlar arasında nasıl bir fark var' diye sorulacak olursa, cevabımız "Sadece bildiğimiz dünyanın sınırları büyüdü veya dünyanın gerçek sınırlarını gördük."

Bundan ötesi uzay, yani bildiğimiz anlamda yaşamın yani oksijenin, suyun, ağaçların, gökyüzünün, hayvanların, bitkilerin olmadığı, tasavvur etmekte henüz zorlandığımız bir uzay boşluğu ve bize ait olmayan aynı zamanda kapitalizme ait olmayan bir zaman dizgesinin sınırsız, sonsuz evreni.

Gelelim uzayın sonsuzluğundan yaşadığımız dünyanın sınırlarına, elimizdekileri toparlayalım; bir tarafta yaşama olanaklarına dünyanın sınırlarınca sahip olan burjuvazi ve diğer tarafta yaşama olanaklarının dünyanın olağan sınırlarında dahi kıt kanaat geçinmek, su içmek, havasını solumak durumunda olan yüzde 99 ve hatta diğer varlıkları mevzuya zorunlu olarak dahil edersek bir tarafta trilyonda bir, diğer tarafta trilyonda 999999999999 gibi tasavvur sınırlarımızı zorlayan bir rakam. Ancak yüzde 1 kalanına hükmediyor. Yukarıda bahsettiğimiz Avustralya yangınında türü yok olanlar dâhil 500 milyon-1 milyar arası canlının yok olduğunu okuyoruz. Bu yüzde 1'in tahakkümünün ürünüdür.

Yaşadığımız dünyanın hali budur, elimizde zamanı kontrol edebilecek olanaklarımız varken bu tahakkümü yaşamak bizlerin tercihi, güvende yaşamak isterken yaşadığımız dünyanın tümüyle güvensiz olduğunu görüyoruz. Güvenlik hayatın gailesi elbet. Ancak güvenimizi tesis eden devlet asıl güvenlik probleminin kendisi. Attıkları bombalar güvenlik sağlamadığı gibi, bizi mülteci konumuna itiyor ve yine güvenlik sağlamadığı gibi sürekli savaş girdabının içerisine sokulan tahayyül sınırlarımızı zorlayan yok etmek makineleri üretiliyor. Nükleer, konvansiyonel, balistik, kıtalararası, radara yakalanmayan vd. hemen hepsi güvenliğimizin aslında olmadığının temel göstergeleri iken, bizler neden devletlere güvenelim ki? Neden bu kadar basit bir problem varken çözümünü zorlaştırır bir döngü yaratırız ki? Her sorunun bir çözüm yöntemi vardır, hayatı zorlaştıran güvensiz kılan nedenleri ortadan kaldıracak çözümler varken, neden çözümsüzlüğe yol veririz? Hitler gibi bir bela henüz oluşum halinde iken yok edilmeliydi, oysa o dünyanın olağan sınırlarını zorlayarak bugünkü dünyanın sınırlarını ortaya çıkardı.

Hitler bir birey değildir, o tam da kapitalizmin en olanaksız denilen halidir. Bu gün yeniden Hitler ve benzerlerinin tarih sahnesinde yer etmeye başladığı kapitalist zaman döngüsü içerisindeyiz. Hitler ya da Nazi rejimi kapitalist zaman döngüsünün en engelsiz dönemlerinden biridir. Ancak kapitalizm o halde uzun süreler kalamazdı. O bir yıkımın, tarifsiz bir yıkımın arkasında kendini küllerinden var edebilme olanağıydı. Ancak Nazi iktidarı kapitalizme yeni bir yön verdi, kapitalizm onu doğurduysa da o dünyanın sınırlarını kapitalizme gösterdi. Bu gün o sınırları çeşitli Nazi yöntemleri ile öğreniyoruz. Soykırım literatüre girdiğinden beridir. Bunun neredeyse uygulamayan barbar denilebilecek herhangi bir kapitalist model yok. Çünkü kapitalizm barbardır, o kendi memesinin oburudur. Barbarlığını krizlerine borçludur, kriz onun hem yenilenme hem de yok etme uğrağıdır. Yok, etmek onun yazgısıdır. Bu yazgının nerede duracağı ise bu durumdan mustarip olan hepimizin sorunudur. Güvensiz bir dünyada kapitalizmlerin güvenlik ağlarının içinde güvensiz olarak yaşıyoruz.

Nazi ideolojisinin gücü bugünkü yönetme biçimlerinin tamamının özetidir. Ulus devletlerin, ulusların, ulusal sınırlar içerisinde yaşayan her bir varlığın hükmünün bu ideoloji tarafından belirlendiği bu dünya yok oluyor, insanın renginin, coğrafyasının, dilinin, kimliğinin, cinsiyetinin yok edilmesinin gerekçesi olduğu bu ideolojinin ardında gasp rejimi yatıyor. Savaşlar zenginliğin sürdürülmesinin en özel biçimidir. Ve dünyadaki varlıkların tamamının kaderi bu gaspçı üretim tarzının ideolojisinin ellerinde. Bunu yıkmak dışında, yok etmek dışında başka bir alternatif söz konusu değil.

Bunun olası tek yolu sosyalizmdir. Sosyalizm, bir ölçüde burjuvaziyi de kendi yıkımından kurtaracak tek yaşam olanağımızdır. Ancak reel sosyalizm deneyi ve burjuvazinin elindeki propaganda aygıtları insanların sosyalizm konusundaki kabullerini sorunlu hale getirmiştir.

Bu yazı nasıl bir sosyalizm sorusuna cevap olabilir nitelikte henüz değil. Ancak merkezi despotik bir bürokrasinin öncülüğünde toplumsal üretimin toplumun önceliklerine göre değil bürokrasinin önceliğine göre dizayn edildiği bir sosyalizm kesinlikle değil. Yine anti demokratik bir toplumsal pratik değil, eleştirinin yıkıcı bir nitelikte algılanması değil, militarist bir ordu ve polis gücü değil, devletin topluma önceliği değil, bireyin kişiliğinin yok edildiği tahakküm rejimi değil.

İsyan edenlerin sokaktaki hissedişine uygun bir sosyalizmdir aradığımız, istediğimiz.