Roboski'de kekeme olmak

Roboski her şeyden önce bir ekmek davasıydı. Katırlarla taşınan sıvı, modern metal kapsüllere doldurulacak ve karşılığında eve ekmek götürülecekti. Amaç daha çok kâr değil daha çok ekmekti. Katliam ‘ekmek kavgasının’ yerini ‘risk’ kavramının aldığı bir dönemde gerçekleşti.

Google Haberlere Abone ol

Mehmet Nuri Özdemir*

Bir şeyi anlatamadığınız zaman dilinizin altında acımtırak bir tat hissedersiniz. Dişlerinizin arasına sıkışıp kalan sözcükleri çıkartamamanın verdiği acı buna eşlik eder. Yarım yaşamaya başlar, eksik nefes alır, parçaları bir araya getirmekte zorlanırsınız. Anlatılmak istenenin ötesine gidemez, adil ve acil olana ulaşma çabası birer birer ortadan kalkar. Hararetli siyasi tartışmalar ve modern sosyolojik tezlerin söze ve anlama cevap olamadığı zamanlardır bunlar. Reel politikten daha gerçek ve daha yakıcı. Hakikati kanatarak anlama ulaşma çabası gibi.

Anlatamamanın psikolojik ya da patolojik kökenlerinden öte politik kökenlerine bakmak daha gerçekçidir. Anlatamamak ya da kekemelik, tarihsel zulümlerin olduğu coğrafyalarda, toplulukların sığındıkları bir sığınak gibidir. Bazen suskunluk, korku, titreme ve yabancılaşma; bazen de cesaret, isyan, çığlık ve gerilim şeklinde kendini gösterir. Kadınlar, Kürtler, yerli halklar ve tüm ezilenlerin kekemeli ruh halinde saklı bir tarih olabilir mi? Duyguya ve sezgiye yakınlık hali, rasyonel ve uygar olana karşı mesafeli duruş nasıl izah edilebilir?

Ezilen topluluklarda, dilin hakikatin kodlarını bulma aşamasında karşılaştığı temel sorun yerleşik aklın hegemonyasıdır. Söz yerleşik akıl tarafından sürekli tacize uğrar ve anlam iğdiş edilmek istenir. Bu akışkan saldırı ezilenin sözünü sert darbelerle paramparça eder ve dil, zulüm karşısında kekeme bir izaha başvurmak zorunda kalır ki kekemelik izahın acıya yüzü dönük olan patikasıdır.

Tarihsel kekemelik, güncellikle buluşunca sözcükler kontrol edilemez bir hale gelir. Böyle durumlarda sözün ve sözcüklerin ayak izlerinde kaybolabilir insan. Böylece kapitalist-modern dünyanın çoklu çelişkilerinin kıyısından geçip şatafatlı ve konforlu izahların güzergahını terk ederek et kırıntıları ile ekmek kırıntılarının birbirine karıştığı, doğa, insan ve hayvanların bir arada telef edildiği, yarası en sıcak olana, kekeme ve kadın olana akıp gidersiniz! Roboski, tarihe tanıklık eden kekemeliğe, gecikmiş bir ilgi ve şefkat göstererek ona hak ettiği anlamı verme durağıdır artık. Roboski bizim en büyük kekemeliğimizdir.

ROBOSKİ BARIŞIN NERESİNDE BAŞLAR? BARIŞ NEREYE AKAR?

Modern dünyanın en önemli kabiliyeti insan hafızasına çok hızlı bir biçimde format atabilmesidir. Modern unutuşa karşı direnmenin temel felsefesi ise hızlı unutulanların listesini hafızalara kalıcı bir biçimde iliştirmenin zengin yollarını bulmaktan geçer. O halde Roboski’yi hatırlamak hakikati canlı tutmaktır, Roboski’yle unutmamak ise barışın ilk şartıdır.

Hepimizin hayatını doğrudan etkileyen ve etkilemeye devam eden Kürt meselesinde yoğun bir politik süreçten geçerken bu tür süreçlerde taktik ve stratejiler kolay kolay anlaşılmaz. Böylesi zamanlar insanlığın hakikate en çok ihtiyaç duyduğu kritik-kaotik zaman aralıklarıdır. Bu zamanlarda hakikati, strateji ve taktiği acının ve kederin sahibinden okumak lazım, annelerden… Barışın en mağrur yol haritalarıdır annelerin yüz hatları…

Yarası en sıcak olanın ıskaladığı bir umutla küçücük bir delikten dünyaya bakmak, uzaktan gözüne ilişen ışığın diliyle konuşmak ve bir türlü tutamadığı bir tutam aydınlığın peşinden sürüklenip giden, bir ömrü tüketen, kül eden, saçları ak, yüreği soğumuş bir kadının, bir annenin bakışından dili kurmak…

‘Barış nerede başlar denilseydi’ acaba savaşın neresini örtecektik? Roboskili anne hâlâ çocuğunun ayakkabısını, çorabını, terini, kokusunu ve ayakkabısının içine dağılan toprak taneciklerini çocuğunun birer parçası gibi, saklıyor, öpüyor ve kucaklıyor. Her gün çocuğunun bir daha eve gelmeyeceğini bilmenin tüm acısıyla bunu yapıyor. Bütün strateji ve taktiklerin ötesinde kendi mecrasında akan bir nehirdir Roboskili annenin gözyaşı. Barışa yarası en sıcak olanın gözünden bakmak. Kekelemek ve anlatamamak biraz Roboskili olmaktır.

Barışın yol işaretleri yüzlerinde şifrelenmiştir. Bu şifrelerin modern bir akılla okunması mümkün görünmemektedir. Herkesin bu şifreleri suretine kazımasıyla barış yolculuğu sürdürülebilir. Barışı ve hakikati Roboskili kır emekçilerinin annelerinden, neolitik devrimin sahibi, neolitik köylülerin kadınlarından dinlemek gerek. Elbette her annenin acısı başka bir annenin sınırlarında başlar ve bir diğer annenin sınırlarında keder, kusursuz bir uzantıya dönüşür. Anneler arasında doğallığında oluşmuş bu keder ağları, rasyonel aklın anlamada zorluk çektiği çok bilinmeyenli bir denklem gibidir.

KAPİTALİST MODERNİTE KISKACINDA KATIR SIRTINDA BİR EKMEK DAVASI: ROBOSKİ EMEK HAREKETİ!

Roboski’nin ekmek davası her hatırlandığında her onurlu insanın yediği ekmek boğazında düğümlenir. Ekmek bu kadar kanamış mıydı diye sormaya başlar insan. Aslında biz önce kölelerle öğrendik emek ve ekmek davasını. Sonra dar ve karanlık yer altı koridorlarında iğne ile ekmeğini arayan kömür işçilerinin gözlerindeki mavi ışıkta tanımıştık. Sonra fabrika bacalarında minicik bedenlerini tüketen çocukların minicik kara ellerinde görmüştük o direnişi. Sonra on beş saat durmadan çalışan, fabrika kolonlarının altında kanlı doğumlar yapan, ucuz işgücü makinesi olarak görülen kadınlardan öğrenmiştik. Tüm bunlar ‘eşitlik, kardeşlik ve özgürlük’ (1) naralarının atıldığı ‘Güneş Ülkesi’ ve ‘Ütopya’da idealize edilen modern Batı dünyasının ürünüydü.

Sonra filmlere konu olan Kürt kapıcılarından, kamyon kasalarında hayalleriyle birlikte gömülen sevgili tarım işçilerinden öğrendik bir şeyler. Öğrenmenin sonu yok ya, derken insanlığın kendi hikayesi ile övündüğü 21'inci yüzyılda Roboski’de katır sırtında katırlarıyla beraber yitirdiğimiz 34 adet! Kürt köylüsünün hikayesi ile sarsıldık. Kimi insanlar hemen toparlanırken kimisi günlerce kustu. Ekmek davası öğrenmekten ve sömürülmekten çıkıp midemize bir taş gibi oturmuştu.

Kaçakçılığın çalışma koşulları nasıl düzeltilebilirdi? Hem kaçakçılık modern bir iş değildi. O halde mantıklı olan kestirmeden gitmekti. Mevzuat belliydi! Tıpkı öjenikçiler (2) gibi keskin ve net bir model devredeydi. Parazitlerin ölümü mubahtır, zaten hemen unutulur, çünkü biz bu balık hafızalı toplumu tanıyoruz. Roboski, çağdaş bir emek dersi olmasına rağmen emeğin ve ekmeğin bol olduğu bir çağda yaşamamız bu dersi de bu ölümleri de değersiz kılmıştı. Çelişkiler büyük olmasına rağmen herkesin bir an önce eve gitme isteği olayı sıradanlaştıran diğer bir nedendi.

UNUTMAK VE ALIŞMAK ÖLMEK GİBİDİR

Adorno (3) "Auschwitz’den (4) sonra şiir yazmak barbarlıktır" demişti. Modernitenin katliamı karşısında adeta dili tutulmuş nefesi kesilmişti. ’Yanlış hayat doğru yaşanamaz’ önermesi ile insanlık adına boşa kürek salladığımızı fısıldamıştı. Adorno haklıydı. Onu haklı çıkaran şey ezilenlerin zayıf, eksik, güçlü veya güçsüz olması değil modern rasyonel aklın ahlaksızlığıydı. Ölümün ve öldürmenin en ilkel koşullarda bile bir hukuku varken 21'inci yüzyılda insan bedeni, bir bütün olarak değil en küçük parçasına bölünerek toprağa karışmalıydı ki uygarlık hep bölerek, parçalayarak ve ayırarak ilerledi. Bu bir uzmanlık işidir!

ROBOSKİ’NİN POLİTİK-SINIFSAL ANALİZİ YAPILABİLİR Mİ?

Roboski medeniyetin neresine düşer? Bir halkın çocuklarının özgürlüğe gecikmiş geç uluslaşması mıydı, yoksa katır sırtında köylü sınıfının moderniteye direnişi miydi? Roboski’yi hangi ideolojik formata sıkıştırabiliriz? Kalbimizi ve beynimizi bir kurşun gibi delik deşik edebilecek sorular çoğaltılabilir; lakin Roboski sosyolojik ve rasyonel tahlillerle anlaşılacak kadar şehirli değildir.

Uygarlık Mezopotamya’da çöl ile doğru orantılıdır. Uygarlık geliştikçe çöl büyümektedir. Bundandır ki Roboski, insanlığın geriye gidişinin adıdır, insanlığın ve hakikatin iflas ettiği yerdir. Sonuçları ve oluş şekli itibarı ile çağın en trajik emek hareketi, postmodern bir holokosttur (5).

Roboski her şeyden önce bir ekmek davasıydı. Katırlarla taşınan sıvı, modern metal kapsüllere doldurulacak ve karşılığında eve ekmek götürülecekti. Amaç daha çok kâr değil daha çok ekmekti. Katliam ‘ekmek kavgasının’ yerini ‘risk’ (6) kavramının aldığı bir dönemde gerçekleşti. Dünyanın karnı toktu, ama dünyanın keyfini kaçıran nedenler günden güne çoğalıyor tehlikeli bir hal alıyordu. Nükleer faaliyetler, asit yağmurları, aşırı silahlanma vs. Fakat tüm bu ciddi nedenler Roboskililerin riskleri değildi.

Bir kere Roboski bir kent değil bir köydü. Kentteki sınırlar, dakiklik simetri ve düz çizgiler yoktu orada. Roboski bir köydü. Köy ise özgürlük demekti. Özgürlük modern ve yapay sınırlarla kısıtlanabilir miydi? Ancak köyün bittiği yer modern uygarlık sınırlarının başladığı yerdi. Kürtler, tam da uygarlığın sınırlarından geçerken uygarlar tarafından katledilmişlerdi. Niye mi? Çünkü Roboski modernitenin teknik zeminine zaman bırakamayacak kadar halktı, köylüydü ve özgürdü. Her şeyden önce Roboski bir emek hareketi ve bir emek katliamıydı.

Daha önce ekmek ve kimlik bu coğrafyada yine kanamıştı. Van’da, 1943’te, 33 Kürt köylüsü bir Türk generalinin emriyle kurşuna dizilmişti. Şimdi ise Roboski'de. Kürtler, 20'nci yüzyılda karadan, 21'inci yüzyılda havadan katledildi. F. Braudel ‘tarih tekerrür değilse de aynı kumaştan dokunmuştur’ demişti. Yaşanılanlar birbirinin devamıydı. Van Özalp'ta 33 köylünün katledilmesi emrini verdiğini bizzat kendisi söyleyen Türk General Mustafa Muğlalı, DP’nin çok partili yaşama geçişte özellikle dönemin Kürt vekillerinin yaptığı muhalefet ile yargılandı, tutuklandı ve 20 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Ancak Askeri Yargıtay bu cezayı bozdu. Yeni yargılama başlamadan Mustafa Muğlalı 1950’de 71 yaşında hapiste öldü.

Ancak 21'inci yüzyılda Roboski Katliamı'nda hâlâ kimse yargılanmadı. Asıl hakikatleri duygusal motivasyonla örtme stratejisinin mimarı, her şeye gözyaşı dökme kabiliyetine sahip olan dönemin başbakan yardımcısı Bülent Arınç bir taraftan CHP'yi Dersim Katliamı için özür dilemeye davet ederken diğer taraftan ulu orta yapılan Kürt köylülerinin Roboski Katliamı için özür beklenmesinin yanlış olduğunu söylemişti. İkiyüzlü siyasetin aktüel haline tanıklık etmiştik.

TBMM İnsan Hakları Komisyonu ise olayda kasıt olmadığını söyleyerek dosyayı rafa kaldırmayı tercih etmişti. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı görevsizlik kararı verip dosyayı Askerî Savcılığa gönderdi. Genelkurmay Başkanlığı Askeri Savcılığı, 7 Ocak 2013 tarihli gerekçeli kararında, "gerek şüphelilerin gerekse olayda görev yapan diğer TSK personelinin, TBMM ve Bakanlar Kurulu kararları çerçevesinde "kanunun emrini icra" kapsamında kendilerine verilen görev gereklerini yerine getirdikleri, "görev gereklerini!" yerine getirirken kaçınılmaz hataya düştükleri, dolayısıyla eylemleri hakkında kamu davası açılmasını gerektiren sebep bulunmadığının anlaşıldığı" denerek takipsizlik kararı verildi.

Avukatlar, iç hukuk yollarının tükenmesi üzerine Temmuz 2014'te Anayasa Mahkemesi'ne bireysel başvuruda bulundu. Adalet Bakanlığı, Anayasa Mahkemesi'ne gönderdiği 28 sayfalık görüşünde, "Daha sonra bir 'hata!' olduğunun anlaşılması, kullanılan gücü otomatik olarak haksız hale getirmez. Aksini düşünmek, devlete ve kanun adamlarına görevlerini yaparlarken, belki de kendilerinin ve diğerlerinin yaşamlarına zarar verebilecek gerçekçi olmayan bir külfet! yüklemek olur. Bununla birlikte olayın içinde bulunduğu koşullar, güç kullanılmasını gerektiren makul! bir inancın varlığını göstermelidir" dedi. Takipsizlik kararıyla kapatılan soruşturmada yer alan tanık ve şüpheli ifadelerine göre, bombardımandan önce (insansız hava aracını kontrol eden yüzbaşı dahil) ilgili tüm askeri birliklerin kanaatinin sınıra yaklaşan grubun "terörist değil, kaçakçı olduğu", buna karşın Genelkurmay'ın bombalama kararı verdiği iddiası hâlâ ortada duruyor.

Kötülüğün pimi Suruç'ta, Diyarbakır 5 Haziran Meydanı'nda ya da Ankara Garı'nda değil Roboski'de çekildi. Roboski'nin kekemeliği tazminata indirgenemez. Adil bir yargılanma ve onurlu bir barış ancak Roboski'yi konuşturabilir. Roboski için kalem oynatmak haddimize değil. Ancak zalimlerin bir topluma acılar üzerinden had bildirmesine karşı; bizimkisi o acıların tam da ortasından, alçalan insanlığın yüzüne sıkılmadan, yorulmadan hakikati haykırma çabasından başka bir şey değil.

* İhraç Kürt öğretmen

(1) ‘Özgürlük, Eşitlik, ve Kardeşlik’ (liberte-egalite-fraternite ) Fransız İhtilali'nin temel sloganıydı.

(2) Öjeni, sağlıksız ceninleri ayırıp, sağlıklı ceninler yetiştirmenin yollarını arayan faşizmin bilimsel felsefedir.

(3) Theodor Ludwig Wiesengrund Adorno şöyle demişti: "Düşüncelerinizi ve davranışlarınızı öyle bir ayarlayın ki, Auschwitz bir daha tekrarlanmasın, asla benzeri olmasın!".

(4) Auschwitz-Birkenau: Nazi Almanyası tarafından II. Dünya Savaşı döneminde kurulmuş en büyük toplama, zorunlu çalışma ve imha kampı. Auschwitz-Birkenau'ya tüm Avrupa'dan 1,3 milyon insan yerleştirilmiştir. Bunların, 1 milyonu Yahudi olmak üzere 1,1 milyon insanın öldürüldüğü tahmin edilmektedir.

(5) Holocost: Nazi Soykırımı, Yahudi Soykırımı ya da Ha-Shoa (İbranice: Felaket); Adolf Hitler liderliğindeki Nazi Partisi’nin yönettiği Nazi Almanya’sı döneminde, işgal edilen sınırlar içerisindeki yaklaşık 6 milyon Yahudi’nin (kaynaklara göre bu ölü sayısı değişir) sistemli bir şekilde öldürüldükleri katliama verilen isimdir.

(6) ‘Risk Toplumu’ Ulrich Beck, Alman sosyolog. Sanayi toplumunun eşitlik,özgürlük endişelerinin yerini ekolojik dengenin bozulması ve güvenlik odaklı paradigma almıştır. Ekmek davasının yerini yeni riskler almıştır.