Yaşlı topluma sosyal politik açıdan hazırlanmalıyız

Gençlikte tercih edilen bireysel yaşam biçimi, yaşlılıkta bir “istenmeyen kader” haline gelebilir. Aile yapısının ve aile anlayışının değişmesi, yaşlıları etkilemektedir. “İleri yaşlılık” öncelikle ağır hasta ve bakıma muhtaç yaşlıların çoğalmasına yol açacaktır.

Google Haberlere Abone ol

İsmail Tufan*

Ekonomi, gerontolojinin sorularının cevaplanmasına nasıl katkı sağlayabilir? Bugün bu soruya detaylı değil, daha ziyade genel bir cevap vereceğiz. Amacımız, gerontolog olarak temel konumuz olarak tanımladığımız yaşlanma olgusunun boyutlarından birini mercek altına alarak, yaşlanmanın kompleks bir olgu ve sorun yumağı olduğu bilincinin daha pekişmesine katkı sağlamaktır.

Yaşlı insanların çoğalmasına yol açan değişimler gelecek kaygılarını arttırmıştır. Bilim daha ziyade bu kaygıların yersiz olduğunu belirtir. Fakat bir Çin atasözünün dediği gibi “kehanet ortaya koymak çok zordur, özellikle gelecekle ilgiliyse.” Demografik değişimlerin aile, yaşam süreçleri ve yaşam biçimleri üzerindeki etkilerinin yanı sıra bireysel gelişim açısından sonuçları, bizi nasıl bir geleceğin beklediği sorusuna sağlıklı cevap vermek açısından yeterli değildir. Her cevap bir nevi kehanet olacaktır. Diğer taraftan gelecek üzerine düşünmeden, olası gelişmeler hakkında az-çok güvenilir tahminlerde bulunmadan, geleceği yapılandırma şansı yoktur. Birleşmiş Milletler 1996 yılındaki tahmininde Türkiye nüfusunun 2025 yılında 100 milyonu aşacağını belirtmiştir. 2020 yılına girmek üzere olduğumuz şu günlerde nüfusumuzun 82 milyon civarında olduğu bilinmektedir. Önümüzdeki beş yıl içinde nüfusumuz belki 100 milyon olmayabilir, ama şüphesiz bu sınıra bir hayli yaklaşacaktır.

Öngörüler “kendini doğrulayan kehanetlere” yol açabilir. Fakat demografik değişimler, Türkiye’nin gelecekte yaşlılık sorunlarının artacağına işaret etmektedir ve bu, kehanet sınırlarını aşan gerçek demografik gelişmelerin önümüze koyduğu bir sorundur. Ulusal ve uluslararası demografik gelişmelerdeki ortak özellik, yaşlılar arasında kadınların çoğalmasıdır. Yaşam koşullarında meydana gelen olumlu değişimler, kadının yaşam süresine daha fazla “yeni yıllar ekliyor”, ama onların “yıllarına yaşam” eklenemezse, bugünkü genç kadınların kaderi büyükannelerinin kaderine benzeyebilir. "Yaşlılığın kadınsallaşması", yani kadına özgü bir süreci (TEWS 1999) doğuracağı sosyal sorunlara hazırlıklı olmak gerekiyor.

Zamanla değişen yaşam biçimleri yalnız yaşayan yaşlı insanların sayısında artış meydana getirecektir. “Bireyselleşme”nin (TEWS 1999) çift yönlü etkilerini de dikkate almak gerekir. Bir taraftan tek başına yaşamayı tercih eden gençlerin, diğer taraftan yalnız yaşamak zorunda kalan yaşlıların çoğalması ile bağlantılı gelişmeler dikkate alınmalıdır. Gençlikte tercih edilen bireysel yaşam biçimi, yaşlılıkta bir “istenmeyen kader” haline gelebilir. Aile yapısının ve aile anlayışının değişmesi, yaşlıları etkilemektedir. “İleri yaşlılık” (TEWS 1999) öncelikle ağır hasta ve bakıma muhtaç yaşlıların çoğalmasına yol açacaktır. Demografik değişimler yaşlıların lehine gelişiyor. Yani çoğalıyorlar. Genç nüfus ise zamanla azalacaktır. Gidişat buna işaret ediyor. Bütün ülkelerde görülen bu gelişmelere sosyal politik yeni çözümler aranıyor. Yaşlılık politikalarının önemi yaşlanan topluma sahip olan Türkiye açısından artıyor.

Yaşlanma, git gide ekonominin konuları arasındaki yerini sağlamlaştırmıştır. Genellikle ABD’ye ait verilerden hareket edilerek yapılan değerlendirmeler, Türkiye’de henüz dikkate alınmamıştır. Örneğin yaşam evrelerinde konut ve ikamet aranjmanları ve emlak piyasalarına etkileri, ABD’de göreli uzun süreden beri gerontolojik açıdan tartışılmaktadır.

Yaşlanmanın sosyal ekonomik analizinde gelir önemli bir faktördür. Gerontolojiyi bu bağlamda öncelikle ilgilendiren konular şunlardır: Morbidite, gelirle korelasyona sahip olan kurumsallaşmış bir etken olarak kabul edilmektedir. Gelir ve eğitim düzeyi arasındaki bağlantılar ABD’nin ampirik verileri dikkate alındığında karşıt görüşlere bağlı tartışmalara yol açmaktadır. Ancak Türkiye’de gelir ve eğitim düzeyi arasında yüksek etkileşim olduğunun ampirik kanıtları ortaya konulmuştur (Tufan 2007). ABD’de önemli bir sosyodemografik etken olan “çocuksuz olmak”, Türkiye’de henüz önemli bir faktör olarak görünmemektedir. Çünkü bugünkü yaşlıların çoğunun çocuğu vardır. Ancak bugünkü gençlerin bu bağlamdaki tercihinin nasıl olacağı henüz ucu açık bir sorudur. Gelecekte bunun kuşaklar arası öncelikleri belirleyecek bir faktör olduğu dikkate alınmalıdır.

*Prof. Dr. Akdeniz Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Gerontoloji Bölümü