İngiltere seçimlerine ‘sol’dan bakış

Corbyn’nin kellesini bir an önce isteyenlerin, aslında Corbyn’in kendisinden değil onun temsil ettiği sosyalist sol değerlerden ürktüğünü görmek ve İşçi Partisi’nin geleceğini ödünç verilmiş oylarla kurulan bir Brexit çoğunluğunun, sol politikaları sonsuza dek mahkum edecek bir Blatcherism’e evrilmesine yol vermek solun verdiği mücadelede asıl kayıp olacaktır.

Google Haberlere Abone ol

Volkan Aran

Daha iki yıl önce yapılan genel seçimlerde Jeremy Corbyn, gençlerin uzun yıllardır beklediği umut olmuş, özellikle üniversite öğrencilerinin hem parti kampanyalarına, hem de seçimlere yüksek katılımıyla, İngiltere’de öngörülemeyen bir İşçi Partisi kazanımı yaşanmıştı. Yine Brexit tartışmalarının hükmettiği ve Theresa May’in Brexit görüşmelerine girmeden önce henüz devralaldığı Muhafazakar Parti liderliğini bir tür güven oylamasına sunduğu seçimlerin sonucunda İşçi Partisi bir önceki seçimlere göre oyunu yüzde 10 artırarak Muhafazakar Parti’yle oy farkını sadece iki puana düşürmüştü. Yüzde 40 oy alan İşçi Partisi, Milletvekili sayısını 30 artırmış, May’in seçimi ilan ederken artacağını verili kabul ettiği Muhafazakar Parti milletvekili sayısı ise 13 azalmıştı. Belki birkaç hafta daha seçim kampanyası sürse İşçi Partisi’nin sosyalist politikaları öne çıkararak yürüttüğü kampanya boyunca gösterdiği çıkış sürecek ve bir Corbyn hükümeti gerçekleşecekti. O seçimlerden sonra umut büyüdü. Büyük kitleler bir sonraki seçimde Corbyn’li İşçi Partisi’nin mutlaka Muhafazakarları geçeceğini ve uzun yıllar süren kemer sıkma politikaları ile yerle bir olmuş yerel toplumsal unsurların, sosyal devlet hizmetlerinin yeniden canlanması umuduyla İşçi Partisi’ne kaymasını bekliyorlardı.

Ama geçmiş deneyimler bazen yalancı dost olabiliyor. O seçimin üzerinden iki buçuk yıl geçti. Değişen birkaç şey vardı. Ama bu iki seçim arasındaki değişkenler arasında Jeremy Corbyn’in kendisi yoktu.

Buna karşın, dünkü seçimlerin sandık sonu anketleri açıklanmasından itibaren BBC de dahil ana akım medyada tarafsız kalması beklenen sunucuların İşçi Partisi’nin önde gelenleriyle yaptıkları röportajlarda pek çoğunun ağzından Jeremy Corbyn’in ‘yetersizliklerini, liderlik eksikliğini, ve partisindeki anti-semtizmle baş edemeyişini’, ‘Tony Blair’in en başarılı İşçi Partisi liderlerinden birisi olduğunu’ duyduk.

Parti örgütlerinin ısrarla başarısızlığın, seçimin bir Brexit oylaması olmasını engelleyemedikleri ve kendi gündemlerini öne çıkaramadıkları için başlarına geldiğine inandıklarını söylemelerine karşın, kendi bölgesinde seçimleri kaybeden İşçi partisi milletvekili adaylarının, Corbyn’i suçlamaları ön plana çıkarıldı. Bazen seçmene ya da İşçi Partisi figürlerine sorulan soruların tek amacı, Corbyn’in partiyi sola çekmekle gösterdiği başarısızlığını (neredeyse suçu) kabul ettirmekti.

BBC 5 radyoda, sunucu Rachel Burden, İşçi Partisi Merkez Yönetim Kurulu Başkanı Ian Lavery’e neden bu kadar başarısız olduklarını sorduğunda “bu seçimin sonuçlarının 2016 Brexit oylamasının kopyası” olduğu yanıtını alıyordu ama Lavery’nin sözünü kesip “o iki kelimeyi” neden bir türlü söyleyemediğini soruyordu: Jeremy Corbyn.

Lavery, Corbyn’in eski liderler gibi yeterli liderlik gösterdiğini söylerken- “aynı Miliband gibi, aynı Blair gibi”- Rachel Burden yine araya giriyordu; “Tony Blair, İşçi Partisi'nin yakın geçmişinin en başarılı lideridir.”

Sonra da Ruth Smith, James Frith gibi İşçi Partisi’nde seçimi kaybeden milletvekili adaylarının Corbyn’den dolayı bölgelerindeki seçimi kaybettikleri suçlamalarını dinletiyordu.

Tony Blair’in zafer kazandığı eski seçim bölgesi olan Sedgefield’den seslenen BBC muhabiri ise bugüne kadar İşçi Partisi’ne oy vermiş ama lideri nedeniyle bu kez İşçi Partisi’ne değil de Muhafazakar Parti’ye geçici destek veren temizlik işçiliği yapan Allison’a, teorik bir soru soracağını söylüyor: “Acaba Jeremy Corbyn olmasaydı Labour’a oy verir miydiniz?” Yanıt olarak “yoo, yine vermezdim, çünkü benim için gündem Brexit’ti.” sözlerini duyuyor.

BBC 1 televizyon kanalında ise sandıkların kapatılmasından henüz 15 dakika sonra ünlü sunucu Andrew Neil, İşçi partisi Gölge Maliye Bakanı ve Jeremy Corbyn’e yakın önemli figürlerinden sayılan John McDonnell’a Corbyn’le birlikte istifa edip gitmeleri ve bu seçimin onlar için yolun sonu olması gerektiğini söylüyordu. Halkın Corbyn ve kendisinin partiyi çok fazla sola kaydırdığını, ve aşırı sol bir hükümet inşası için konfeti gibi para saçacağını düşündüğünden o partiden yüz çevirdiğini iddia ediyordu. Bu kadar ağır bir yenilgiye rağmen İşçi partisinin McDonnell’in ve Corbyn’in düşündüğü türden bir sosyalizm politikasıyla mı devam edeceğini, parti politikalarının merkez sola geri kayması gerektiğine inanıp inanmadığını sordu.

Sosyalist politikalarından dolayı halk gözünde korku nesnesi haline getirilmeye çalışılan, kendi partisinde bile güven vermediği ve anti-semitik olduğu izlenimi verilen bir lidere ve etrafındakilere karşı iki yıl içinde -yine çoğu Brexit yanlısı seçim bölgelerinde- seçmenin önemli bir kısmının yüz çevirmesinde psikolojik bir kavramı kullanmak gerek. Lacan’ın arzumuzun aslında ötekinin arzusu olduğunu söylemesindeki ikinci anlama benzer şekilde, arzulamadığımız şey de, büyük ötekinin, belki toplumun genelinde olduğunu düşündüğümüz beğenilere göre başkalarının arzu etmediğidir.

Ana akım medyanın büyük kısmı sosyalist sol bir ajandanın ülke gündemine gelmesini istemiyordu. Ana akım medyanın yöneticileri, yürütücüleri ve nüfuza sahip olanların çoğu, üst ekonomik sınıfta ve ayrıcalıklara sahip insanlar, ama bunun böyle olduğunu söylemek bile artık sorumluluğu üzerinden atmak olarak addediliyor (bu kampanyada bunu söyleyen İşçi Parti figürlerine medyanın yanıtı bu oldu). Corbyn’den desteğini çeken kişilerin evlerine Jeremy Corbyn’nin kendisinin gelemediği ama The Daily Mail’in geldiğini söylediğinde Momentum (1) hareketi ulusal koordinatörü Laura Parker’a, ‘medyayı suçluyorsunuz yani öyle mi?’ diyen BBC muhabirinin alaycı tavrı gerçek bir güce dayanıyor. Bir partinin ulaşabileceği kitleden çok daha fazlasına hergün ulaşabilen ve dilediği gibi manipule edebildiğini gören medyanın gücüne.

İşçi Partisi içindeki anti-semitik nefret suçu işleyenlerin bazılarının cezalarını çekmediği ve partiden uzaklaştırılmadığı bir yalan değil. Bunu bir ‘ama’yla savunacak bir cümleyi de sonuna koymamak gerekir. Bunun yanına bilgi olarak eklenecek şey ise İslam karşıtlığı ya da İslamofobi’yı çok daha büyük ölçüde topluma şırınga eden bir Muhafazakar Parti ve Brexit partisinin mevcudiyeti. Dahası anti-semitizmin aşırı sağda çok daha yaygın olarak kök saldığı.

İşçi Partisi içinde Corbyn’den önce ve sonra antisemitizm artmış ya da azalmış değil. Ama Corbyn’in bir zamanlar Hamas için kullandığı ‘arkadaşlarım’ kelimesinin, daha sonra özür dilese de ona pahalıya mal olacağı, İsrail yanlısı politik ve toplumsal aktörlerin en kritik zamanda devreye gireceği bekleniyordu.

Seçimlere iki hafta kala etkisi yüksek bir dini liderin Jeremy Corbyn’i, ‘anti-semitizm zehrinin kök salmasına onay veren’ ve ‘kendisini anti-semitizmle mücadele ediyormuş gibi göstererek büyük bir kandırmacaya başvurduğunu’ savunan İngiltere ve Kuzey İrlanda Birleşik Sinagogu lideri Hahambaşı Ephraim Mirvis The Times’daki yazısını şöyle bitirmişti: Yahudi toplumunun kime oy vermesi gerektiğini vicdanıyla bilmesi gerekir. Tabii ki bu satırları yazarken seslendiği toplum Yahudi toplumu ile sınırlı değildi. Adres tüm Birleşik Krallık’tı.

Çünkü yaptığı şey kendi dini cemaatini politik ayrımcılığın ortasına atmaktı aslında ve hangi taraf için bu kınayıcı sözleri kullanırsa kullansın taraf olduğu politik partinin gerçekleştireceği politikalara kendi cemaatini ortak etmiş sayılması muhtemeldi.

İngiltere’nin kuzeybatı kıyısında bir madencilik bölgesi olan ve 1935’ten beri İşçi partisi’nin temsil ettiği Sedgefield’de temizlik işi yapan Alisson’a sorulan ilk soru, bu defa neden İşçi partisi’ne oy vermediğiydi. ‘Dürüst söylemek gerekirse Jeremy Corbyn’in bir hayranı değilim’ diye yanıt vermişti. Bunun üzerine niye ‘sevmediği’ sorulduğunda ise uzun bir kendini sorgulamanın ardından şu yanıtı bulabilmişti Allison: “Bence sevilebilir bir insan değil”

Aslında veremediği yanıtta gizli olan şey başkalarının arzu etmediği. Söylenmek istenen şey şöyle seslendirilebilir: “Benim okuduklarım, duyduklarım üzerinden Jeremy Corbyn’in güvenilir olmadığı, tekinsiz olduğu, bazı insanlara düşman olduğu, ve kendi partisinde bile pek çok kişi tarafından sevilmedi. Ve onun sevilmeyen bir insan olduğunu söyleyerek bu büyük toplumun söyledikleriyle uyumlu, istenen bir şey söylüyorum şimdi.”

İlk önceliğinin sokaklarda yatıp kalkan ve ölümle, zihinsel yetilerini kaybetmekle savaşan evsizlerin sorunlarını çözmek, bu utancı İngiltere’den silmek olduğunu söyleyen Jeremy Corbyn’e ne yazık ki evsizlerin çoğu oy vermedi (pek çoğu bürokratik zorluklardan, adres göstermedikleri için doldurmaları gereken formlardan, bu bilgilendirmelerin eksikliğinden). Evsiz olmayan ama düşük gelirle hayatlarını zar zor idare ettiren insanlar ise zenginlik, kurtuluş ve dizginleri eline alıp ilerlemeyi vadeden ama aslında ne idüğü belirsiz bir düğmenin sihrine inandırıldı. O düğmeye basılırsa arkasından kontrolü ele alacakları, rahatlayacakları, kamu hizmetlerindeki gerilemenin hizmeti paylaşmak zorunda kaldıkları göçmenlerden kaynaklandığı yalanıyla, onlardan kurtularak bu hizmetlere daha rahat ulaşacakları bir cennet vadediliyordu. “Denemekte ne zarar var” dediler, “korkmuyoruz ve kaybedecek bir şeyimiz yok.”

Yoksa 60 yıldır bir işçi ve madenci bölgesi sayılan seçim bölgelerinde İşçi Partisi’nin tepetaklak olmasını Brexit’in bir an önce yapılıp sonucunun görülmesi beklentisinden değil de, Jeremy Corbyn’in sol politikaları ya da liderlik özellikleriyle açıklamak kendi kendini gerçekleştiren kehanetlerden biri olabilirdi ancak.

Corbyn’in hataları ve partinin lider olarak başarısızlıkta payı tabii ki var. ‘Anlaşmasız (No deal) Brexit’in masadan kalktığını savunarak Johnson’ın seçime gitme restini görmesi bir kendini kandırmaydı, çünkü aslında Anlaşmasız Brexit tam olarak masadan kalkmış sayılmazdı. Bu seçimle 2020 Ocak ayının sonunda İngiltere’nin Avrupa Birliği’nden çıkması garantilendi. Ama Avrupa Birliği ile yapılacak Ticari Anlaşma’nın ne olacağı ve bunun vadedilen tarih olan 2020 sonuna kadar gerçekleşip gerçekleşmeyeceği hala bilinmiyor.

Ve Brexit'in toplumu bu kadar böldüğü bir zamanda Brexit’i masadan kaldirmadan bir genel seçim yapmak aslında yerel olarak halkın bir temsili demokrasideki temsilcilerini seçmesi değil, bir Brexit seçimiydi ve hiç de demokratik sayılmazdı.

Ne var ki 2017’nin zafer sarhoşluğu ve 'Momentum'u yakalamış olmanın getirdiği umutla Corbyn bir kez daha varsayılanı, halk hareketi örgütlenmesiyle ters düz edeceğini Brexit’i gündemden düşürüp, NHS’i (ulusal sağlık sistemi), sosyal politikaları, son on yıldır süregelen büyük yıkımı göz önüne sereceğini düşündü.

2017’de gündem kamu hizmetlerinin kısıtlanması politikalarıydı. Ama 2019’da değildi. Boris Johnson Theresa May’in yaptığı gibi kendi seçmenini baltalayıcı hayal kırıcı çıkışlar (sonrasında bunama vergisi olarak anılacak sosyal bakım maliyetlerinin sınırlandırılması gibi), tam tersine bir zenginlik vaat etti. Ama en önemlisi Brexit için halkın oyunu gerçekleştireceğini söyleyen Corbyn, iki yıl sonra Birlik’te Kalma yanlısı baskılara dayanamayıp kendilerinin yeniden yapacağı Brexit görüşmelerinden sonra ikinci bir referandum sözü verdi.

Geçmişten gelen arkadaşlıklar kadar, Londra’nın İngiltere’den ayrılmış kültürel ve toplumsal ortamı da yanıltıcı oluyor. Jeremy Corbyn kararını verirken, şehirden yükselen bu havanın kırsalı değiştireceğini öngörüyordu. Tarihsel olarak bunun gerçek olduğu, şehirdeki momentumun dışa doğru bir dalga halinde çeperlere yayılabileceği bir hareketi yakalamış olduğunu bir önceki seçimde fark etmişti. Ama bunun tekrarlanacağı öngörüsünün bir yanılgı olduğu ortaya çıktı. Brexit gibi, bir neslin hayatını, hatta belki daha ötesini etkileyecek bir konuda, politik manevralar, tarafsız kalma stratejileri, İşçi Partisi’nin zayıf karnıydı. Bunun sosyal politikaları öne çıkararak bertaraf edileceği düşünüldü. Üstelik bu sosyal politikalara aşırı önem atfeden seçim bildirgesi ana akım medyanın çoğunluğunda ve Muhafazakarlar tarafından parça parça edilerek maddi karşılığının finanse edilemeyeceği bir ‘imkansız vaatler dosyası’ olarak lanse edilirken, her bir alan (bedava internet, enerji ve demiryolu şirketlerinin kamulaştırılması, ev kiralarına sınır getirilmesi v.b.) Brexit karşısında küçük bir detaya dönüştü .

Yanlış seçimler yapıldı ve Jeremy Corbyn sorumluluğu üstlenerek yeni bir seçimde partinin başında olmayacağını açıkladı.

Ama Corbyn’nin kellesini bir an önce isteyenlerin, aslında Corbyn’in kendisinden değil onun temsil ettiği sosyalist sol değerlerden ürktüğünü görmek ve İşçi Partisi’nin geleceğini ödünç verilmiş oylarla kurulan bir Brexit çoğunluğunun, sol politikaları sonsuza dek mahkum edecek bir Blatcherism’e evrilmesine yol vermek solun verdiği mücadelede asıl kayıp olacaktır.

O nedenle hakları ve sosyal politikalar konusunda İşçi Partisi’nin bu seçimle bir sona dayandığı, gerçeği yansıtmıyor. Bu sadece mücadelede yeni bir başlangıç. Ve sadece İngiltere’yi ilgilendirmiyor.

(1) Momentum 2015 yılında kurulmuş ve Jeremy Corbyn ve İşçi Partisi’ni destekleyen ve hali hazırda İşçi Partisi üyelerinin dahil olabildikleri bir taban örgütlenmesidir