Delilik ve sanat: Zorunsuz bir ilişki

Bir zamanlar sanatçıların egzantrikliklerinde ve delice yaşam tarzlarında toplumsal normlara tabi sıradan yurttaşlar bir teselli bulur, dehanın tabiatına eşlik eden bu bir parça deliliği insan doğasının normali içerisinde düşünmekten zevk duyardı. Bugün sanatçıların zoraki delilikleri ve nüfusun büyük kesiminin kendinden olmayan her şeyi, bizatihi dışlanan konumundan dışlama çabası her türden aşırılığı törpülerken, kendisini ifade edebileceği kaynakları da kurutmak durumunda kalıyor.

Google Haberlere Abone ol

Yiğit O. Özdemir

Bugün sanat izleyicilerine her sanatçının içerisinde bir “çatlağın” olduğu, ışığın da bu çatlaktan sızdığı yolundaki önermeler aşina gelse de, esasında bu son derece güncel bir fenomen. Salvador Dali’nin ekstravagan hayat tarzı ve Pablo Picasso’nun anlaşılmaz resimlerinin bir çeşit sağaltım mekanizması olarak kabul görmeden önce, modernliğin pek çok barbarlık dönemecinden geçtiğini ve sanatlarının daha en başından huzursuzluk ve tepkiyle karşılandığını hatırlamakta fayda var. Bu günümüz kabulünü takip eden, esasında delilik tanımlarıyla uzak yakın ilgi barındırmayan pek çok davranışın estetize edilme çabası ise, günümüzde sanatsal faaliyetin nasıl çığırından çıkmış bir “delilik gösterisi”ne dönüştüğünü ele verir nitelikte. Akıl tanımı iktidarla şekillenir, iktidar da etrafındaki herkesi tasfiye edip akıllı sayısını gitgide azaltırken, Yüce Türk Milletinin de kendisini deli sanması kadar doğal bir şey olamaz.

Michel Foucault’nun analizini ödünç alacak olursak, delilik de, tıpkı aklın kendisi gibi, çeşitli tarihsel dönemeçlerde çeşitli tanımlamalar ve bunlara eşlik eden iktidar mekanizmaları içerisinde var olmuş bir fenomen. Kapatma mekanizmalarının olmadığı bir yerde deliliğin patolojize edilmesinden de bahsedemeyiz, hatta pek çok kaynak 15'inci yy’ye kadar akılla delilik arasında bir çeşit diyalog olduğundan, bunun Aydınlanma ile aklın lehine bozulduğundan bahseder. Ünlü doktorumuz Prof. Mazhar Osman’a Mustafa Kemal delilik nedir diye sorduğunda, Mazhar Osman’ın cevabı net olmuştur: “Herkeste bir parça olan şeydir”.

Bugün akla bu kadar yatırım yapıyor görünen kapitalist düzenin aslında sermayesinin esaslı bir kısmını, alanı gittikçe artan bu normatif düzenlemelere borçlu olduğunu hatırlamak gerekiyor. Sokakta oynamasına izin verilmeyen çocuklar için hiper-aktivite ilaçları, ergenlik bunalımındaki gençler için anti-depresanlar ve nihayet gelecek kaygısı yaşayan orta yaşlılar için anti-psikotikler. Devasa bir sektörün devasa çarklarıyla baş başa olduğumuzu anlamak için, geçtiğimiz sene içerisinde psikiyatrik ilaç kullanımının nasıl dev bir eğri çizdiğini hatırlamakta fayda var.

CNNTürk’ün 2017 tarihli haberine (1) göre Türkiye’de 2008 tarihinden beri anti-depresan ilaç kullanımı yüzde 160 arttı, kullanılan kutu miktarı 37 milyon. Onedio’nun 2018 tarihli bir başka haberine (2) göre ise 2018 yılında 9 milyon kişi ruh sağlığı uzmanlarına başvurmuş. Bu kadar yaygın bir sorun bize gösteriyor ki toplum, toplumsal çözümler bulamadığı bireysel ve toplumsal sorunlarına, ki bunun da başlıca sebebinin bu sorunları konuşmamak olduğunu söyleyebiliriz, ruh sağlığı uzmanlarından çözüm arıyor. Tabii bir de politikacılardan. Ruh sağlığı uzmanlarına danışmak bir çeşit yaygın bir hastalık.

Böylesi yaygın bir sosyal çalkalanmanın, eski değerlerin yok olmakta oluşunun ve yerine yeni değerleri benimseyemeyişinin sonucu olarak faşist politikalara yönelmekte olan ülkemizde, bizatihi bu yönelimden kaynaklı ruhsal bunalımlar da artmış durumda. Sayıları açıklanmasa da, borçlu olduğu için, ailevi problemlerden, öfke krizlerinden akıl hastanelerinde kalanların sayısının da bu rakamlarla doğrusal olarak ilintili bir şekilde arttığını, bu hastaların da daha sonra sosyal adaptasyon sorunları çekeceğini, stigmatizasyona tabi olacaklarını düşünmemek için hiçbir sebep yok. Kısacası, pek çoğu sosyal olarak uyutulmuş durumda olacaklar.

Böylesi bir durumda sanatın kendi faaliyetleri içerisinde çözebileceği bir sorundan bahsetmemiz çok zor gözükse de, esasen imkânsız değil. Ancak ikame edilen psikiyatri otoritesi de durumun hastaların da faal olabileceği bir durumun aleyhine seyretmesine neden oluyor. Bundan 30 yıl öncesine kadar Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi'nde hastalara yapılan muameleden ve hastaların bedeni üzerinden şekillenen fuhuştan bugün habersiz görünüyoruz. Bu toplumsal balık hafızası, aynı zamanda bilginin kaynağı olan hatırlama işlevinin de körelmesiyle at başı gidiyor.

Esasen, şu kadar ileri gideceğim, göz zevki, kulak duyusu bozulan her toplum, deliliğe bir adım daha yaklaşmış demektir. Toplumu esasen hoşgörüyle idame ettiren politikacılar değil, bir çeşit müziktir. Bu müzik o toplumun kültürel belleğini ev sahipliği yapan eserlerden, mimariden, müzikten, görsel sanatlardan ve ikliminden süzülür ve o günkü algısını şekillendirir, kucaklar. Türkiye de buna haiz bir toplum –idi, sanat ve onun kaynağı olan doğa dâhil her şeye karşı kesif bir düşmanlıkla bilenmiş ve sadece paranın saltanatından haberdar iktidarla kozlarını paylaşmadan önce.

Bir zamanlar sanatçıların egzantrikliklerinde ve delice yaşam tarzlarında toplumsal normlara tabi sıradan yurttaşlar bir teselli bulur, dehanın tabiatına eşlik eden bu bir parça deliliği insan doğasının normali içerisinde düşünmekten zevk duyardı. Bugün sanatçıların zoraki delilikleri ve nüfusun büyük kesiminin kendinden olmayan her şeyi, bizatihi dışlanan konumundan dışlama çabası her türden aşırılığı törpülerken, kendisini ifade edebileceği kaynakları da kurutmak durumunda kalıyor. Bugün, günümüzde, bedeli ağır olacağı varsayıldığından, haksızlıklara isyan etmenin delilik olarak kabul edildiği bir düzenin ethosu içerisine sıkıştırılmış durumdayız. Akıl der ki, sadece kendine yapıldığında haksızlıklara isyan et. Dolayısıyla, sanatçının o sempatik isyanı ve bunu ifade etmekteki gücü bugün pek çok insan için sorunun bizatihi kendisini teşkil ediyor. Sessizce uysallaşan bu kalabalıkların sığındığı kimseler artık sanatçılar değil, ruh doktorları. Onlara yalvarıyorlar: Ruhumu tedavi et, et ki ben de o bende eksik ama kimisinde varolan jouissance’ı alabileyim. Hayattan keyif alamıyorum, doktor!