Türkiye’de ve Kürtlerde aydın sorumluluğu

Türkiye’de bugüne kadarki tüm merkezi hükümetlerin toplum aleyhine aldıkları lokal ve ulusal düzeydeki kararlar karşısında eleştirel bir pozisyon sergilemiş ciddi bir aydın duruşundan bahsedilebilir mi mesela? Özellikle de Kürt meselesi ve insan hakları konusunda devletin halen de sürdürdüğü inkârcı ve ihlalci tavrı karşısında topyekûn mücadeleci bir tutum sergilenmiş midir?

Google Haberlere Abone ol

Hatice Özhan*

Ekseriyetimiz sorumluluklarımız kadarıyla insanızdır, tercihler yapma ayrıcalığına sahip olduğumuz an itibariyle de bireyizdir. Hangi hüviyetimiz daha önceliklidir ya da bu hayatta hangisi daha makbuldür diye sorulursa şayet “Sorumluluk sahibi insan” önermesinin daha öncelikli olduğunu söylerim. Çünkü insan ya da birey olmanın sorumluluk duygusuyla anlam kazandığına inananlardanım.

Özel ve kamusal alanlarımızın doğru, etkin ve adilane düzenlenmesi kişilerin ve devletin sorumluluklarını yerine getirmesiyle mümkündür. Toplumsal hayatın, ileri vadede ise insanlık tarihinin karmaşadan ve belirsizliklerden uzak bir dengeye kavuşmasında altını tekrarla çizeceğimiz sorumluluk olgusu nihai önemdedir. Nihayetinde adaletin, özgürlüğün sağlanılmasında, eşitsizliklerin ve insan ölümlerinin, cinayetlerin önüne geçilmesinde herkesin sorumluluklarını yerine getirmesi şarttır. Bir yerlerde haksızlıklar baş gösterdiğinde bunu kendimize yapılmış saymamızın, mazluma her şartta arka çıkmanın, insanı iyilik adına harekete geçiren şey insandaki sorumluluk bilinci/duygusu değil midir? Sorumluluk, Filistin’de Edward Said’in elindeki “o taş”tır. Özgürlüğü pahasına “Kürtler vardır” diyen Dr. İsmail Beşikci demektir. Fildişi kulesinden inmeyi bilmektir. Tevrat’ta inmenin uyarısı şöyle verilir: “İnin ve yeryüzünde bedbahtça yaşayın!” Bedbahtça yaşamayı göze almayı gerektiren sonsuz bir sorumluluk. Peki, hangi sorumluluk biçimi daha çok sonsuz olmayı hak ediyor dersiniz?

AYDIN SORUMLULUĞU

Albert Camus’nun, aydın kesiminin toplumsal misyonunu “fedakârlık” ile iyi ilişkilendiren bir sözü epey kıymetlidir. A. Camus; “Biz başkalarının yardımımıza daha fazla gelebilmeleri için fedakârlık yaparız.”diyerek aydın insanın zihin kapısının hiçbir koşulda ihtiyaç sahiplerine kapatmamasının telkininde bulunur. Kültürel, epistemolojik, psikolojik yetkinlikleri ile topluma öncülük etme yetisine sahip aydının kendini geriye çekme lüksü yoktur haliyle. Özellikle de toplumun içerisine düştüğü politik ve sosyolojik bunalım dönemlerinde, aydının bu bunalımda sorumluluğu bulunanları eleştirme ve sorundan çıkış yollarını keşfetmesi gerekir. Neskaluga’nın da bu minvaldeki sözü önemlidir. Neskaluga şöyle diyor: "Tarihin hakikatler ve büyük insanlar hakkında yapmış olduğu zulümlerden bizler tek tek sorumluyuz. Tarih kutsal çehreleri unutup zalimce şiddet sergilemiştir. Her birey, hem geçmiş hem şimdiki hem de gelecek nesle karşı tarihsel yargılamalar karşısında sorumluluk sahibidir. Çünkü önceki neslin ahlakının bizim üzerimizde etkisi olduğu gibi bizim özelliklerimiz de gelecek nesle yansıyor. Dolayısıyla sonsuz sorumluluk meydana geliyor. Bu sorumluluğu hangi yolla yerine getirebiliriz? Başkalarının dertlerine ortak olmakla ve ruh hastalıklarının şifasıyla."

Omuzlarını toplumun sıkıntılarının yükü altına koyan aydın insanın ideolojik, politik, sınıfsal taassuplarından arınmış, bağını koparmış olması her şeyden önce gelir. Ancak o zaman, toplumun her kesimini kapsayıcı renklilikte ve genişlikte bir yelpaze olabilir aydın. Günümüz dünyasının şartlarında ve Türkiye’sinde bu türden bir aydın profili var mıdır? Galiba bunun üzerinde biraz tartışılmalı.

AYDIN İNSAN 'SUÇA ORTAK' OLMAZ

Halkları ilgilendiren ulusal kararların, savaş kararları da dâhil, kamuoyunun rızasına başvurulmadan alındığı ve bizlerin kitle iletişim araçlarından haberdar olduğumuz bir gerçeklik içerisindeyiz. Bu haliyle de toplum, edilgen bireyler topluluğu bir kozalak misalidir. İçeride bir gürültünün sağlanması ve kozalağın yarılması, toplumdaki eleştirel seslerin merkeze ulaşması için elbette ki entelektüel-aydın çevresinin aracılığına ihtiyaç vardır. Aksi takdirde aydın kesiminin suça ortaklığı söz konusudur. Suç ve Ceza’sında Dostoyevski şöyle der: “Suç karşısında kimler sorumludur? Mazluma yardıma kalkmayan bütün eller bu suça bulaşmıştır; sadece cinayeti işleyen suçlu değil, ek olarak suç karşısında susan herkes suça bulaşmıştır.”

Aydın sorumluluğu iktidarların, devletlerin ya da kişilerden ve gruplardan doğru gelişen her türlü baskı ve zulüm karşısında takınılan tavır ile hayata geçer. Peki, mesela Türkiye’deki aydın profilinde sorumluluk bilinci ne düzeydedir?

Türkiye’de bugüne kadarki tüm merkezi hükümetlerin toplum aleyhine aldıkları lokal ve ulusal düzeydeki kararlar karşısında eleştirel bir pozisyon sergilemiş ciddi bir aydın duruşundan bahsedilebilir mi mesela? Özellikle de Kürt meselesi ve insan hakları konusunda devletin halen de sürdürdüğü inkârcı ve ihlalci tavrı karşısında topyekûn mücadeleci bir tutum sergilenmiş midir? Hayır! Çünkü demokratik kültürün kodlarını “bölünme” paranoyasıyla içselleştirmemiş, ezberine almamış bir Türk aydın realitesi var. Dar ideolojik kalıplarla ülke sorunlarına yorum getiren, şovenist reflekslerle hareket eden bu kesimin kaygılarının da bireysel ve de statükoculuktan ileri gelmesinden ötürü Türkiye demokratikleşmeden bir hayli uzaktır. Türkiye’de son tahlilde aydın sınıfı “Saray aydını” ve “halk aydını” kategorizasyonunda debeleniyor desek yeridir. Türk aydın kesimi Kürtlerin başına gelen haksızlıklar başta gelmek üzere ülkelerinde yaşanan travmatik meselelerde edilgenlerdir. Bu yüzden de özellikle de Kürt meselesi Türk aydınının Aşil topuğudur.

KÜRT MESELESİ AŞİL TOPUĞUDUR

Türk aydın kesiminde yaşanan insanlık dramını, toplumsal-siyasal altüst oluşları, savaşın yıkıcı boyutunu konu edinecek herhangi bir sanat ürünü ortaya çıkarılmamıştır. Aydınlardaki gerçekçilik “toplumsal” olmaktan uzaktır, bireyseldir. Savaş karşısında ‘Emre İtaatsizlik Hakkı Üzerine’yi kullanamamış Türk aydın sınıfı için Cezayir Savaşı’nda Fransız aydınlarının gösterdikleri insani tutumu hatırlatmak elzemdir. 1950’lerde Fransa’nın yaşadığı en travmatik olaylardan biri olan Cezayir Savaşı tarihi ders niteliğindedir. Suça ortak olmamak adına savaş karşıtı bir tavır geliştiren Fransız aydınları 121’ler manifestosu olarak bilinen bir bildiri yayınlarlar. Aralarında Simon de Beauvoir ve Jean-Paul Sartre, Tristan Tzara’nın bulunduğu 247 Fransız entelektüel tarafından imzalanmış bu manifesto belki de tarihteki savaş karşıtı bir emre itaatsizlik örneği olarak gösterilebilir. Dönemin Fransa’sının kolonyalist yapısından çıkmasında, demokrasi ve insan hakları yörüngesine geri dönmesinde dünyaya mâl olmuş bu 247 Fransız aydınının rolü büyüktür.

121’ler manifestosunun bir benzeri Türkiye’de Barış Akademisyenlerince gerçekleştirilmiştir aslında. Barış bildirisine imza attıkları için üniversitedeki görevlerinden, unvanlarından, özgürlüklerinden mahrum bırakılan Barış Akademisyenleri rejim tarafından medeni ölüme mahkûm bırakılırken, “saray aydını” nitelendirmesinin hakkını veren ülkenin diğer aydın kesiminden sesler yükselmemiştir. Aydın konumlarını “Türk menşei” üzerinden standartlaştıran bu zevatın, barış akademisyenlerinin barışsever tavrını “ terörle” ilişkilendirmeleri de hafızalardaki tazeliğini koruyacaktır.

KÜRT AYDIN KESİMİNİN HAL-İ PÜR MEALİ NE VAZİYETTE?

Türkiye’nin Orta Çağ karanlığına gömülüyor olmasında “Saray aydını”nın skolâstik düşünme biçimi etkilidir dedik. Peki, Kürt aydın kesimi için birkaç söz edilmesin mi?

Kürt aydınını da kanımca iki paravana ayırmak mümkündür. Tarihselciler (Kurdiyeti ) ve de aktüelciler-demokrasiciler (evrenselciler) şeklindeki bu paravanın ardında Kürt meselesi farklı tartışma boyutları kazanmaktadır. Kurdiyetici kesim, Kürt meselesini manipülasyona izin vermeyecek düzeyde tarihi bağlamı içerisinde tartışırken, evrenselcilerin ise Kürt meselesini sadece bir demokrasi meselesi şeklinde gördükleri anlaşılır. Her iki vizyon arasında yaşanan çarpışma, meselenin çözümünde kısırlığa yol açtığı gibi Kürt aydınlanmasının sönmesine yol açmıştır. Hâlbuki Ehmed-ê Xanî kendileri için tarihi önemde bir örnektir.

Tahakkümcülere karşı mesafeli ve eleştirel tutumunu her zaman koruyan ve bu yönüyle de “halk aydını” vasfına nail olan Ehmed-ê Xanî, Kürt coğrafyasına yönelik Osmanlı ve Tacik(Acem) kolonyalizmi karşıtlığını dizelerinde yansıtmıştır, Kürt toplum aydınlanmasını da sağlamıştır. Onun eleştirel tutumunu şu dizelerde görmek mümkündür.

Ev Rûm û Ecem bi wan hesarin

Bu Rum (Osmanlı) İle Acem (Tacik) lerle kuşatılmış

Kurmanc-ı hemî li çar kenarin

Kürtlerin hepsi de dört bir yana savrulmuştur

Herdû terefan qebîlê Kurmanc

Her iki taraf Kürt kabilelerini

Bo tîrê qeza kirîne armanc

İmha oklarına hedef yapmışlar…

Kürt toplumsallığını ve Kürtlerin uğradığı siyasal-fiziksel müdahaleleri dizelerine taşıyan Xanî’nin “halk aydını” unvanını layıkıyla üstlendiğini görmekteyiz. Kürdistan kavramının ve Kürt milliyetçiliğinin temelini atan Xanî’nin aydın duruşu sonraki bir kesim Kürt neslini de etkilemiştir. Bedirxan Ailesi, Cemilpaşazadeler, Babanzadeler, yakın dönem aydınlarından Celîle Celîl ve ailesi olmak üzere çok sayıda Kürt aydınının düşünsel ve ulusal düzeylerine temel oluşturmuştur. Kürt meselesinde aydın sorumluluğunu hem yazınsal hem de pratik alanlarda sergileyen Kürt aydın çevresinin bu seçkin isimleri sorunun çözümünde ve halklaşmasında ciddi emekler göstermişlerdir. Ancak bu nitelikli düzeyin, bütün Kürt aydın çevresinde bir disipline dönüştürülmediğini görmekteyiz. Evrensel ideolojilere bel bağladıklarından Kürt ulusallığını ilkel milliyetçilik karşıtlığınca tartışmaya açan yeni kuşak Kürt aydın kesimi toplumun da farklı kamplara bölünmesine sebebiyet vermişlerdir. İdeolojik kabuliyeti ulusal kabuliyetin önünde tutan bu yaklaşımın toplumdaki yansıması ulusal bilincin zayıflaması, tali görünmesidir. Türk aydın çevresiyle aralarındaki bu fonksiyonel benzerlik yeni kuşak/yakın dönem Kürt aydın çevresinin toplumu özgün sorunları karşısında edilgenleştirmiş ve de popülist bir anlayışa alıştırmıştır. Kürt toplumunun özgül sorunlarını çeperde tutan, Türkiye’nin demokratikleşmesi sorununa kalem oynatan Kürt aydın çevresinin bu tutumunu Ebuzer Gıfari’nin bir sözüyle anlatırsak yeridir: “Evinde ekmek bulamayıp da çıplak kılıçla insanlara başkaldırmayan kimseye şaşarım.”

**Albert Camus, Dostoyevski, Neskaluga, Ebuzer Gıfari’nin sözleri için Ali Şeriati’nin ‘Kendisi Olmayan İnsan’ kitabından yararlanılmıştır.

*Sosyolog