İnsan ne için yaşar?*

Bizi çevreleyen tüm sıkıntılarla birlikte -ki yaratıcılığı öncelikle bir sorun çözme biçimi olarak görmeyi seviyorum- yaşadığınız acı ve belki de insan olmanın bazen dayanılmaz gelen çaresizliği, sadece size özel bir şekliyle, ifade bulmakta zorluğu olan pek çok duygu ve düşüncenizle harmanlanarak, sizin en güçlü yanınız haline gelebilir.

Google Haberlere Abone ol

Aytül Hasaltun Bozkurt        [email protected]

İnsan ne için yaşar sorusunun cevabını aramayan ne bir disiplin ne de bir tek kişi vardır diye düşünmek istiyorum. Tabi dünyada tek başına yaşamadığının farkında olan herkes, diye eklemekte fayda var elbette. Hormonların bünyeye kattığı geçici deliliğin/ergenliğin ardından; sınıf, ırk, din ve ayrışmak için çaba sarf ettiğimiz tüm sınırlara rağmen bu soru, belki de ortaklaşabildiğimiz ender alanlardan biri. İnsanlık ailesi olarak ne için yaşıyoruz? Tamam, biraz büyük ve ağır bir soru olmuş olabilir; peki o zaman, ben olarak (kendimden bahsetmiyorum şüphesiz) ne için yaşıyorum? Sizi beraber düşünmeye davet etmek istiyorum.

Her birimiz, evrimin işine yarayacak en iyi özelliklerimizi, DNA’larımız aracılığıyla bir sonraki nesle aktarıyoruz. Buna genetik izimiz ya da mirasımız demek istiyorum. Onun dışında hayat boyunca an be an inşa etmeye devam ettiğimiz benliğimizin izi ise, ölümden sonra olabileceği gibi pekala yaşarken de olabilen, hayata kattığımız değer, kendimizden gayrısına gösterdiğimiz özen, diğerine ya da geleceğe sunduklarımız/verdiklerimiz yani ürünlerimiz/eserlerimiz bana kalırsa. Bir sanatçı ya da bir mucide daha çok yakıştırdığımız ‘izini bırakmak meselesi’, neden bir bakkal ya da bir ev kadını/adamı için de böyle olamasın? O zaman esas soru şu; yaratıcı eylemin/edimin neden her birimiz için mümkün olamayacağı boş inancı ile sürüklenip, kahır dolu yaşamlarda tükeniyoruz? Üstelik yaratıcı süreç oldukça keşif/merak, keyif, canlılık, farkındalık ve neşe verici olabildiği gibi, yaşamın ağır yükünden ruhlarımızı koruyup kurtarabilecek bir yerde duruyorken. Sıkı durun, sizleri duvara doğru atmak üzereyim:

  • Başımıza her ne gelirse gelsin neşe ve keyif vermeyen ortamlarda bulunmak,
  • Neşe ve keyif vermeyen kişilerle bir arada olmak
  • Neşe ve keyif vermeyen işlerde çalışmak/çalışmamak bizim sorumluluğumuzda…

Elbette sevmediğimiz bir işte ailemizin geçimini sağlamak için çalışıyor olabiliriz, elbette okuduğumuz okul tam da hayallerimizdeki gibi eşsiz olmayabilir, elbette aynı ailenin içinde tüm kardeşlerimizle aynı sevgi bağını kuramamış olabiliriz. Nesnel koşullar ne kadar aleyhimize olsa da ya da kendimizi savunma mekanizmalarının ardına örtmüş olsak da yapmaktan/olmaktan mutluluk duyduğumuz o alanı kendimiz için arayıp bulmak zorundayız -ki yaratıcı süreç iç dinamiklerinizdeki çatışmalarla ilgili de pek çok şey söyleyebilir- İşte tam da bu arayıp bulmak mevzu bahisken kendinize sormanız gereken yegane soru şu; “ Neyi yaparken kendimi iyi hissediyorum?” Cevaplar son derece kişiseldir, ama ‘kek yaparken çok iyi hissediyorum’ diyen birinin, becerisini geliştirip ona, sıkıcı/bunaltıcı/tüketici gelen banka işinden günün birinde istifa edebileceğini neden düşünmeyelim ki? Bir fabrika işçisi olan Sevgili Babam, ona çok iyi gelen çiftçilik becerilerini, tüm boş vakitleri boyunca geliştirmeseydi, 1980’li yıllardaki işçi kıyımlarından sonra ailemizi geçindirmekle ilgili çok daha ciddi sıkıntılar yaşayabilirdi/yaşayabilirdik. Üstelik evin tek maaşı babamdan geliyordu. Diyeceğim o ki, yaratıcılık gösterip, becerilerimizi sergileyeceğimiz bu alan her ne ise ve içinde üretimi yani ürünü/eseri barındırıyorsa, hayat ile kurabileceğiniz güçlü bir bağ, iyi olabileceğiniz bir iş, yeni ilişkiler ve hatta insanlığa sunabileceğiniz kendi iziniz olabilir pekala.

Dünyanın derdiyle yaşıyoruz. İklim krizi, artan işsizlik, çöken ekonomiler, deprem, patlayan volkanlar ve her yerde olan bakteri ve virüsler, erkek egemen sistem, toprağın ve suyun kirliliği ve insanı yok eden kimyasallar, her geçen gün daha çok şişen kentler, çiftlikleri basan ayılar ya da kurtlar, her yerdeki pek çok çöp/atık hatta uzaydaki teknoloji çöplüğü de oldukça korkutucu bence de… Ayrıca liste gayet uzayabilir durumda. Ve eminim herkes için oldukça hassas ve yoğun başka başka ve kişisel dertler de mevcuttur.

Ama yine de bizi çevreleyen tüm sıkıntılarla birlikte -ki yaratıcılığı öncelikle bir sorun çözme biçimi olarak görmeyi seviyorum- yaşadığınız acı ve belki de insan olmanın bazen dayanılmaz gelen çaresizliği, sadece size özel bir şekliyle, ifade bulmakta zorluğu olan pek çok duygu ve düşüncenizle harmanlanarak, sizin en güçlü yanınız haline gelebilir. Picasso’nun Nazi subayına verdiği cevabı hatırlayın; ‘Bu benim değil sizin eseriniz’(1). Ve elbette yaratıcılıkla haşır neşir olmaya başladıktan sonra, kendinize karşı takınabileceğiniz en fena tutum, yarın Picasso olacağınız ya da en geç iki gün içinde Coco Chanel olma beklentisine kapılmanız olabilir. Yaratıcı eylem/edim sonsuz deneme ve yanılmayı, yapmak kadar yıkmayı da göze almaya ve Rollo May’in de vurguladığı gibi özel bir cesareti içinde barındırır şüphesiz.(2) Hatta daha ileri gidersem çağdaşları tarafından burun bükülen, sürekli reddedilen ve hatta Modern Dansın Yaratıcı Annesi İsadora Duncan’(3) da olduğu gibi garip bulunarak, belki de utanç içinde bırakılan bir yere bile itilebilirsiniz. Bunlar oldukça karanlık ve belki de korkutucu gerçeklik ihtimalleri. Böylesi bir durumda uzun vadede belirleyici ve önemli olan, devam etme kararlılığına sahip olmaktır diyebilirim.

Benim anlayışım, her insanın yaratıcı olabileceğini kabul eder. Yaratım sürecinde, sizin sürecinize ve eserinize karşı nazik, şefkatli ama bir o kadar da göremeyebileceğiniz başka bir açıyı size işaret edebilecek, belki aynanız olabilecek arkadaşlar/tanıklar ile yola devam etmek, yine sizin kendinize karşı sorumluluklarınızdan bir diğeri. Sadece kendi alanınızı bulmak yetmiyor kısacası, kendi sürünüzü bulmak da bir o kadar önemli…

Ben kendi köklerimi, diğer tüm canlılar gibi insanın da “… organizmanın sahip olduğu tüm kapasiteyi açığa vurma ve aktif hale getirme eğilimi” ile ‘…gerçekte olduğu kişi olabileceğini’ söyleyen bir ekolden alıyorum.(4) Ve bana kalırsa yaratıcı eylem/edim bu potansiyeli açığa çıkarmanın benzersiz yollarından biri. İster farklı bileşenlerle size özgü bir kek yapın isterseniz eski bir çerçeveyi sehpaya dönüştürün, isterseniz de bir senfoni besteleyin. Başvuracağınız yöntemler aynı olacaktır; bük, parçala, harmanla…(5) Yaşasın! Tebrikler,… Geleceği -ki ister kendi geleceğinizi, ister kendi köyünüzün geleceğini, isterseniz de tüm dünyanın geleceğini- şekillendirmek hiç bu kadar ellerinizde olmamıştı. Günümüzde, Şarlo gibi(6) kapitalizmin çarkları arasında dönüp durmaktan yorgun düşen ve başka türlü yaşamaya niyet eden pek çok kişi, tüketim ile ilgili alışkanlıklarını sorguluyor ki bu çok değerli bir çaba. Ve yeni bir şey öğrenmek/deneyimlemek; heyecan/sürpriz ve keşif yaşatabilecek, beyin nöronlarımızı hareketlendirebilecek eylemlerden biri. Beyin her ne kadar arkaya yaslanıp otomatik pilotta seyretmeyi sevse de esas itibariyle beslendiği ve ömrünü devam ettirdiği eylemler hareketin yani öğrenme ve deneyimlemenin olduğu eylemlerdir. İki ya da iki yüz saatlik bir deneyim/beceri/sanat atölyesi ya da birinin çıraklığı (ki bu usta benim açımdan Youtube bile olabilir) size ün, servet veya koltuk/prestij kazandırmayabilir ama yaratıcı sürecin ve sonunda ortaya koyacağınız eserin/ürünün size katacağı çok net/somut bazı beceriler olacaktır.

  • Akışta kalmak/anda olmak ya da daha havalı haliyle mindfulness, farkındalık
  • Orijinal, biricik ve tek olma (eser/ürünün) Hissetme (yaratıcı süreçte) hali,
  • Zenginlik, derinlik (bir sorunu çözüme götüren farklı farklı yollar bulabilme)
  • ve esnek bakış açısı…*(7)

Bunlar aynı zamanda yaratıcılığın boyutlarıdır. Yaratıcı ürününüz imzanız, iziniz hatta mirasınız olabilir. Ve aklınızda bulunsun, ilham, fantastik ve minnoş bir kanatlı türü değildir. Birbirimizle yaşarken, birbirimizde bıraktığımız izimiz/etkimizdir.

Bana göre insan, olabileceği en olumlu ya da en olumsuz insan olma çabası ile yaşar. (Bu yazı özelinde ahlaki ve vicdani bir yerden bakmadığımı başta söylemiştim. Bu noktada fark; kişinin haset mi şükran mı duygusunun ağır bastığı ve eylemlerini çok temel bu iki duygudan hangisi ile yönlendirdiğiyle ilgilidir.) Ki gelişmek, büyümek DNA’mızda da var ve bunu da en etkin bir şekilde yaratıcılık göstererek kavrar/yapar/yaşarız. Ve yaratıcı süreç, nasıl bir insan olduğunuz hakkında oldukça kıymetli bilgiler verebilir. Ama bu şimdilik, başka bir yazının konusu olsun.

Aytül Hasaltun Bozkurt (Çağdaş Dans Sanatçısı, Yazar, Dans-Hareket Terapisi Uygulayıcısı)

* Bu başlığın Lev Tolstoy’un "İnsan Ne ile Yaşar" adlı kitabını anımsattığının farkındayım. Ancak Tolstoy’dan farklı olarak bu yazı özelinde, benim düşünme pratiği yaptığım alan ahlak, vicdan gibi toplumsal değer yargıları çerçevesinde değil. Daha çok ontolojik bir değerlendirme diyebilirim.

(1) Picasso’nun Seine Nehri'ne bakan Saint Augustin rıhtımındaki atölyesinde, Nazi subayıyla gerçekleştirdiği hafızalardan silinmeyen o meşhur diyalog şöyleydi;

Nazi subayı Guernica'ya bakar ve Picasso'ya sorar:

"Bunu siz mi yaptınız?" 

Ve Picasso o olağanüstü cevabı verir:

"Hayır, siz yaptınız.”

https://onedio.com/haber/picasso-nun-politika-ve-savastan-dogan-sanat-eseri-guernica-832429

(2) Yaratma Cesareti, Rollo May, Metis Yayınları, 1987

(3) Aşklar ve Çiftler- İsadora Duncan/Sergey Yesenin Carola Stern, İletişim Yayınları, 2000

(4) Carl R. Rogers, Hümanist Psikoloji hareketinin kurucusu ve danışan odaklı terapinin babası (1902-1987) En önemli eserlerinden biri Kişi Olmaya Dair, Okuyan Us Yayınevi, Ekim 2012

(5) Yaratıcı Tür, David Eagleman-Anthony Brandt, Domingo Yayınevi, Nisan 2019

(6) Sinema Filmi, Charlie Chaplin “Modern Zamanlar” 1936

(7) Robert Fisher Teaching Children to Think, London 1995