Özgürlük ve yalan

Bir kişi, her yalan söyleyişinde “özgürlüğünü” bastırmış olur; yalancı bir kişi ise, özgürlüğünü yitirmiş demektir. “Kendiliğine kayıtsızlık” olarak yalan, böylece yasaya karşı kayıtsızlık demektir, dahası kendini yasadan muaf tutarak ölçüye gelmeyi edimsel olarak reddetmek ve böylece öngörüsüzlüğe, yani keyfiliğe, düşmektir.

Google Haberlere Abone ol

Bilal Cantürk*

Özgürlük ile yalan arasında nasıl bir ilişki vardır; yok eğer, kendiliğinden bir ilişki yoksa, ikisi arasında nasıl bir ilişki kurmalıyız? Bu ilişkinin ne olduğu önemli midir; şayet yalan dediğimiz şeyin topyekûn hüküm sürdüğü bir vasatta şu trajedik (dokunaklı) paradoksun, yani “benim tüm söylediklerim yalandır” yargısının bizi içine düşürdüğü muğlaklığın zifiri karanlığına bakılırsa, evet önemlidir, demek lazım. Nasıl olmasın ki! Şimdi benim her söylediğim yalandır desem, ve eğer siz de dürüstseniz, buna karşılık yapacağınız tek şey şaşakalmaktır. Bir şey eylemekten yoksun kalmanız gerekir.

Dahası, bana yalan söyleyen birisine ben nasıl güvenebilirim, güvenemediğim birisine ben nasıl muhabbet duyabilirim, muhabbet duymadığım birisiyle ben artık nasıl dost (arkadaş) kalabilirim! Dürüstsem, arkadaş kalamam, olsa olsa o kişiye dair her şeye kayıtsız kalırım; aksi taktirde şaşakalırım. Bu, benim öteki ile olan ilişkim bağlamında yalanın görünen yüzüdür. Benim yalan söyleyen biri olarak, kendime ilişkin bilincim, dürüst birinin bana kayıtsız kalmasından az olmayacak şiddette bir “kayıtsızlık”tır. Çünkü yalanın dürüstlük’e karıştığı hafızamda, kendime ilişkin bilincim muğlaktır, muğlak olduğu için de belirlenimsizdir ve dolaysıyla da bu bir kayıtsızlık hâlidir. Kendime ilişkin bilincimin kayıtsızlığı ya da eş deyişle, “kendi-liğime kayıtsızlığım” ne anlama gelir? Özgürlüğün kaynağının “kişinin kendisi ol-ması” olarak anlaşılırsa, özgürlük ile yalan arasındaki uyuşmazlığın yoğun şiddeti gün yüzüne çıkmış olur. Öyleyse, ikisi arasındaki ilişki önemlidir. Çünkü ikisini birbirine yakınlaştırarak birbiriyle bağdaştırma eğilimi azımsanmayacak kadar olağanlaşabiliyor.

Daha önce özgürlüğün ne olduğunu ve onun zorunluluk ile ilişkisini kendimce açıklamaya çalıştım: Özgürlük, en geniş anlamda, kişinin eyleminin kaynağının, bizatihi o kişinin kendi özü olması demektir. Bu ne demektir? Bu açıkça, kişinin karar verici ve bu yüzden de bir şeyi (eylemi) biçimlendirmesi ve ona kendini katması anlamına gelir. Zorunluluk’u yasa olarak, ve zorunluluk ile özgürlük arasındaki ilişkiyi de ahlak kavramı üzerinden kurmuştum: “Diyorum ki ahlak madem şeye içkin bir yasalık, “sürekli ve aynı biçimde belirli bir ölçme ve oranlama”dır, o halde öz dediğim şey işte tam da bu yasalıktır; başka ne olabilir ki, şeye içkin olan o şeyin özü, esası değil midir? Demek ki zorunluluk, yani yasalık, öylece öz’ün bir niteliği olarak da belirmektedir. “Öz”den bahsediyorsak bir yasalıktan, yani “sürekli ve aynı biçimde belirli bir ölçme ve oranlama”dan bahsediyoruz demektir. Zamanın akışına karşın bu “sürekli ve aynı biçimde” oluşan “ölçme ve oranlama”, pek açık ki zamanın kaydı dışında kalıyor, çünkü zamanın öğütücü ve değiştirici çarkları arasında her defasında aynı kalıyorsa zamana yakalanmıyor, böylece onun kaydı altına girmiyor demektir. Buradan çıkarsayacağım şey, baştan ortaya koyduğum şeyin bir nevi pekiştirmesi olacaktır: Öz-gürlük, öz’e dayalı, dolaysıyla yasaya dayalı ve dahası zamanın dayatması altında kalmaksızın söz (kelam) ve eylemde bulunmaktır.”

Şimdi yalanın ne olduğunu kavrayışım el verdiğince serimlemek istiyorum. (Kelime ve aldığı ekler arasındaki kısa çizgiler, okuma kolaylığı için göz ardı edilebilir.) Eski Türkçe kökenleri üzerinden gittiğimde, “yalan” kelimesi, “dil = yal(a)-ıg” kelimesi ile ilişkilidir. “Yala-mak = 1. dil uzatmak, (2.iftira etmek)”tan “yal-ıg = dil” türer; “yalan” da, Eski Türkçe’de “yal-gan” diye telaffuz edilir (“kay-mak”tan türetilen “kay-gan” kelimesini hatırlıyorum). Şimdi, “yalan yahşi = öteden beriden; yalan yanniş = ileri geri; yalan palan (söz) = uydurma söz” gibi nitelemelerden anlıyoruz ki, “yalan = yalgan”, “yal-ıg = dil”in oynaklığından, sağa sola, ileri geri uzatılışından ilhamla anlam kazanmıştır. “Dilin kemiği yok”, deyimi de dilin bu oynaklığına işaret eder. “Yalan” kelimesi “doğru” kelimesinin karşıtıdır: “togur = bir şeyin içinden geçmek”ten, “togur+u = toguru = togrı = doğru” türemiştir. Bir şeyin içinden geçtiğiniz zaman, sağa sola sapmazsınız ve başka biri, nerden çıkacağınızı bilir; başka bir deyişle doğru diye ifade edilen söz, gönderimde bulunduğu anlamla ve eylemle örtüşür. Doğru’nun bu kavrayışının tersi olarak, “yalan” “gönderimde bulunduğu anlam ve eylemle” ile örtüşmez, onun sağında, solunda, ilerisinde ya da gerisindedir. Bu yüzden “ne ol-an-ı” değil, “ne ol-may-anı” temsil eder, dolaysıyla da kurgu ya da uydurmadır. Eğer biri “ben hastayım” derse, fakat o kişi gerçekte “hasta değil-se (= ne ol-duğu)”, bu durumda “hasta-yım” ( = ne ol-madığı) uydurma olmuş olur; yani “ol-may-an bir şeyi”, “ol-an” mış gibi gösterilmiş olur. Eğer kişi kendi durumu hakkında yalan söylerse, “yalan” kelimesi “küfür = örtmek, reddetmek” ile aynı anlama gelecektir. Çünkü kişi “ne ol-anı ( = gerçekte hasta değil)”, “ne ol-may-an (=ben hastayım)” ile örtmüş olur. Dolaysıyla “yalan söyledi” yerine “küfür eyledi” denebilir. Eski Türkçe’de, “yalga = yala” kelimesinin diğer iki anlamı, yukarıda yazdığım, “dil uzatmak” ve “iftira etmek”tir. Birisinin namusuna “dil uzatmak”; birisine “iftira atmak”… vb. Bütün bunlar en genel anlamlarıyla “ol-an-ı çarpıtmak” ile ilgilidir. Benim burada üzerinde durmak istediğim şey, kişinin “kendisi hakkında yalan söylemesi, kendi durumunu çarpıtması olacaktır”; ve “yalanın”, “gönderimde bulunduğu anlam ya da eylemle” ile örtüşmemesini, onun sağında, solunda, ilerisinde ya da gerisinde kalmasını” dikkate alacağım; madem özgürlük kişinin özü ile alakalı, yalanı da bu yönünden ele almak gerekir; onun taklit sanatı (mimetike poiesis) ile ilişkisi başkadır, şu kadarını söyleyeyim: yalan, eylemin (=ol-an-ın) çarpıtılması iken, taklit sanatı, eylemin, ayırıcı vasfı üzerinden yeniden kurmadır, dolaysıyla farklıdırlar.

Evet, madem yalan eylemin, en genel anlamıyla “ol-an-ın”, çarpıtılmasıdır, ve madem ahlak da “sürekli ve aynı biçimde ölçme ve oranlamadır”, şu hâlde besbelli ki ikisi arasında bir bağ var. Ahlak için şunu demiştim: “Ahlak, “huluk” kelimesinin çoğuludur ve “h-l-k” kökünden gelmek ile “halk=yaratma” kelimesi ile yakın ilişkilidir. “Huluk”’un esas ve ilk anlamı, “takdir”dir yani, “bir şeyi (nesneyi) düzgün/ölçülü bir biçimde oranlamak ve ölçmek”tir. İkinci, yine de birinci anlam ile ilişkili olan anlamı, “pürüzsüzleştirmek, düzleştirmek”tir. Bu ikinci anlam bir süreci içerir ve doğrudan alışkanlık ve tekrar ile irtibatlıdır. Çünkü ben, pürüzlü, eğri-büğrü ya da belli-belirsiz olan bir şeyi, üzerinde tekrar tekrar “ölçülü bir biçimde ölçme (belirleme) ve oranlama (sınırlama)” faaliyetinde bulunarak en nihayetinde pürüzsüzleştirir yahut düzleştiririm. Bu yüzden “huluk”u, belirli bir biçimdeki “oranlamanın ya da ölçmenin” tekrarı olarak anlıyorum ”. Demek ki Ahlak denince, bir defaya mahsus “ol-an” bir şeyi değil, bir sürecin sonucunda üzerinde karar kılınan davranış ve bilinç durumu diye anlamak gerekir, sürecin başında ben, belirli bir durum karşısında, eğri-büğrü ya da belli-belirsiz tavır alıyorken zaman içerisinde tavrımı belirli hale getiriyor ve sonrasında bir alışkanlık olarak onu devam ettiriyorum, yani davranışımı ölçülü (belirli) bir biçimde tekrar ediyorum. Buradaki asıl nirengi noktası ölçünün ne olduğudur. Ölçü hakk’a, yani “ol-an-ın” belirli olmasını sağlayan yasaya, uygunluktur. Şu hâlde yalan, yasaya uygunsuzluktur, çünkü eğer “ol-an” yasaya uygun olan ise, “ol-ma-yan” olarak yalan, yasaya uygunsuzluktur, dolaysıyla da ahlaksızlıktır; yani ahlak’ı sınırlayan ve belirleyen ve dolaysıyla da tanımlayan yasa’ya uygunsuz olmak, yasayla sınırlanmış ahlakın dışında olmaktır. Şunu dedim: yalan, gönderimde bulunduğu anlam ya da eylem ile örtüşmez, onun sağında, solunda, ilerisinde ya da gerisindedir. Yasa’ya uygunsuz olan yalan, ahlakın dışında kalır, yani ahlakın sağında-solunda, ilerisinde-gerisinde kalıyor demektir. Şu hâlde yalan ahlak-sal değildir, ahlak-sız-cadır; çünkü yasaya uygun olan ahlak, yasaya göre “ol-an” şeyi söylemek iken, yalan yasaya göre “ol-an” şeyi, yasaya göre ol-ma-yan şey ile örtmektir.

Şimdi kolayca özgürlük ile yalan arasındaki ilişkiyi açığa çıkartmak mümkün: “Diyorum ki ahlak madem şeye içkin bir yasalık", “sürekli ve aynı biçimde belirli bir ölçme ve oranlama”dır, ve o halde madem öz dediğim şey işte tam da bu yasalıktır, o zaman, Öz-gürlük, öz’e dayalı, dolaysıyla yasaya dayalı ve dahası zamanın dayatması altında kalmaksızın söz (kelam) ve eylemde bulunmak” iken, yalan da yasa göre olan şeyi olmayan şey ile örtmektir. Özgürlük yasaya göre “ol-mak” iken, yalan, yasaya göre “ol-an-ı” örtmektir. Şu hâlde bir kişi, her yalan söyleyişinde “özgürlüğünü” bastırmış olur; yalancı bir kişi ise, özgürlüğünü yitirmiş demektir. “Kendiliğine kayıtsızlık” olarak yalan, böylece yasaya karşı kayıtsızlık demektir, dahası kendini yasadan muaf tutarak ölçüye gelmeyi edimsel olarak reddetmek ve böylece öngörüsüzlüğe, yani keyfiliğe, düşmektir. Sonuç olarak diyebilirim ki, özgürlük yasaya dolayısıyla zorunluluğa dayalı iken yalan keyfiliktir; öyleyse keyfilik ne ölçüde yasalık ise, yalan da özgürlük ile o derecede bağdaşır.

*Arş. Gör. Doktora adayı, Fizik Bölümü, Sabancı Ünv.

Etiketler özgürlük ahlak yalan