Devrimler labirentindeki Latin Amerika

Bolivya’da Morales döneminde yerlilerin ve yoksulların kazanmış olduğu hakların ve ekonomik iyileştirmelerin geleceği hakkında bugün pek umutlu konuşamıyoruz. Yeniden ekonomik kriz ile boğuşan Arjantin’de yeni seçilen sosyalist hükümetin nasıl bir yol izleyeceği merak konusu; Şili, Venezuela, Brezilya, Kolombiya gibi ülkeler hâlâ istikrara kavuşmuş değiller.

Google Haberlere Abone ol

Harun Güney Akgül*

Dünya gündemi bugünlerde yeni toplumsal hareketlere kilitlenmiş durumda, geçen sene Fransa’da başlayan ‘Sarı Yelekliler’ isyanını Hong Kong’daki gösteriler takip ederken sonra sırasıyla bunları Irak, Lübnan ve Şili’de yaşanan protesto gösterileri izledi. Birbirinden bağımsız bir şekilde ortaya çıkan bu protesto gösterileri bugün Latin Amerika ülkelerinde başka bir boyut kazanmaya başladı. Devrimler ve karşı devrimler tarihinin kuşkusuz büyük bir bölümünü Latin Amerika kapsar ve bu tarih günümüzde Latin Amerika’da sürekli geri sarılıp izlenen bir filme dönüşmüş durumdadır. Kurtarıcı Simon Bolivar’ın ilk ateşi yaktığı bu devrimler tarihinde kendisi de dahil pek çok Latin Amerikalı devrimci lider tam anlamıyla istenilen hedeflere ulaşamadan karşı devrimler ile yarattıkları reformlarının yıkılmasını izlemişlerdir. Sol politikaların sorunlu olduğu algısını dünya genelinde güçlendiren bu başarısızlığın altındaki soruna, Michael Hardt ve Antoni Negri farklı bir noktadan yaklaşıyor.

Michael Hardt ve Antoni Negri’nin son kitapları olan ‘Meclis’ reformizmi sosyalist solun politik gerçekliğine göre tek makul ve etkili yol olarak konumlandırılmasına karşı çıkarken, Latin Amerika’daki uygulamaları örnek gösteriyor. Bir dönem sosyalist iktidarların hüküm sürdüğü Brezilya, Arjantin, Venezuela, Ekvator, Bolivya gibi ülkelerin aralarındaki karşılıklı bağımlılık ilişkileriyle yoksul halk üzerinde önemli katkıları olduğunu yadsımayan Hardt ve Negri, bu karşılıklı bağımlılığın sona ermesiyle birlikte, “devletlerin tek başına ‘postneoliberal’ bir ekonomik-politik düzen kurmakta veya küresel krizin yayılmasına karşı halklarını korumakta, hatta kapitalist küreselleşmenin en korkunç hasarlarını dahi yavaşlatmakta ne kadar aciz oldukları”nı gördüklerini belirtiyorlar ki bunun örneklerini yakın zamanda Brezilya ve Arjantin'de yaşadık. Her iki ülkede de sosyalistlerin iktidarlarını kaybetmesi ile birlikte yapılan reformlar kısa sürede kapitalist iktidarlar tarafından yok edildi. Bu problemin çözümünü Hardt ve Negri’nin kitapta yer alan şu sözleriyle özetleyebiliriz: “Gerçek silahlar toplumsal ve politik iktidardan, kolektif öznelliğimizin gücünden doğarlar.” Kitabın başlangıcında yeni bir lider tanımıyla ve görevlendirmesi ile işe başlayan Hardt ve Negri’nin, iktidarı toplumsala yayma ve özel mülkiyet olgusunu sonlandırmanın önemi, yeni politik teorilerininin olmazsa olmazı. Bu teorilerinde, 2011 ve sonrasında ortaya çıkan Gezi Parkı ve İspanya Öfkeliler Hareketi gibi eylemlerde ortaya çıkan mahalle toplantılarındaki benzeri kitlesel buluşmalar büyük önem teşkil ediyor.

Meksika bugün Hardt ve Negri’nin eleştirdiği yol olan reformist politikalar ile daha önce Zapata’nın da yürüdüğü aynı yoldan yürüyor. Üstelik kendisine geniş bir hareket alanı sağlayacak diğer sosyalist Latin Amerika ülkelerinin yokluğunda, ABD’nin sınır komşusu olarak... Lopez Obrador başkanlığındaki sosyalist iktidar özellikle yoksulluk ve uyuşturucu kartelleri ile mücadeleyi ön planda tutuyor. Geçen on bir aylık süre sonrasında L. Obrador günlük 16 saat çalıştığını belirterek eğer böyle giderse ikinci dönem seçilmesine gerek kalmadan ülkedeki sorunları çözeceğini belirtiyor. On bir aylık sosyalist iktidarın ardından on yoksul haneden dokuzuna hükümet tarafından mali desteğin ulaştığının altını çizen L. Obrador'un kısa sürede birçok sorunu çözeceğine olan inancı tam. L. Obrador günde 16 saat çalışma ile 70 yıllık sağcı iktidarların geride bıraktığı tahribatı gidereceğinden emin görünüyor. Halbuki kısa sıra önce Meksika’ya sığınan devrik Bolivya lideri Evo Moroles’e reformlar için üç dönem yetmemiş olacak ki anayasayı zorlayarak dördüncü kez başkanlık yapmak istedi. L. Obrador’un belirttiği gibi sorunun kökeninde zaman yatmıyor. Sorunun kökeninde, Simon Bolivar’ın söylediği “Sadece çoğunluk egemendir” sözünü teorileştiren Hardt ve Negri’nin ifade ettiği gibi kapitalist iktidara karşı tüm toplumsala yayılan bir alternatif iktidar yaratıp yaratmamak var. Bugün özellikle Meksika’da uyuşturucu kartellerinin toplum üzerindeki bilinen etkisini de kırmak için bu sorunun çözümü daha büyük bir önem teşkil etmektedir.

Geçen ay Culiacan şehrinde tutuklu eski kartel liderlerinden El Chapo’nun oğlunun tutuklanmasının ardından Kartel tarafından bütün şehrin kuşatılması ve 10 polis memurunun katledilmesi sonucu oğul El Chapo’nun L. Obrador’un onayıyla serbest bırakılması karteller ile mücadelenin kolay olmayacağını gösterirken, Meksika liderine kamuoyunda gösterilen güveni de sarstı. Bolivya’da Morales döneminde yerlilerin ve yoksulların kazanmış olduğu hakların ve ekonomik iyileştirmelerin geleceği hakkında bugün pek umutlu konuşamıyoruz. Yeniden ekonomik kriz ile boğuşan Arjantin’de yeni seçilen sosyalist hükümetin nasıl bir yol izleyeceği merak konusu; Şili, Venezuela, Brezilya, Kolombiya gibi ülkeler hâlâ istikrara kavuşmuş değiller. Hardt ve Negri’nin üzerinde ısrarla durduğu solun hastalığı haline gelen reformizmin kıskacında bugün sadece Latin Amerika yer almamaktadır; dünyada mevcut sisteme karşı başkaldıran bütün toplumsal hareketlerin gerçek anlamda başarıya ulaşamamasının temelinde de aynı sorun yatmaktadır. Lider tanımını günümüz yüzyılına yorumlayamayan bu eylemler gerçek anlamda toplumsal karar alma mekanizmaları yaratamadan, istedikleri reformların gerçekleşecek olmasının rahatlığıyla, gelecek iktidarların içinde eriyip gidiyorlar. Asıl önemli nokta olan mevcut sistem karşıtı toplumsal kurumlar oluşturmanın ve bu kurumların devamlılığını sağlamanın önemini ne yazık ki kavrayamıyorlar. Başta Latin Amerika olmak üzere tüm sol hareketlerin ve iktidarların öncelik ile labirente benzeyen bu kısır döngüden kurtulmaları için Hardt ve Negri’nin bu yeni teorilerine kulak vermeleri gerekiyor.

*Doktora öğrencisi, Wroclaw Üniversitesi Siyaset Bilimi