Türkiye hukukunda bir Kürt prensi: Medet Serhat'ı hatırlamak!

Medet Serhat'ın hayatı ve ölümünün bir halkın hayatı ve ölümü olarak okunmasının basit bir ölüm yıldönümü vefakarlığı olarak anlaşılmaması gerektiğini göstermek isterim ki bir ölüm yıldönümünün gerçekten hakkını verebilelim. Onca yıldan sonra bize düşen ilk görev, puslu dünyanın içinden Avukat Medet Serhat'in ömrünü ortaya çıkarmak olmalıdır öncelikle. Çünkü o Türkiye'de ve Ortadoğu'da avukatlığı bir meslek olmanın ötesine taşıyarak bir halkın kimliği ve mücadelesi haline getiren avukatların başında geliyor.

Google Haberlere Abone ol

Orhan Gazi Ertekin*

Avukat Medet Serhat 25 yıl önce bugün evinin önünde pusu kurularak şoförü ile birlikte öldürüldü. Eşinin de yaralandığı suikastin, bir suç örgütü lideri olan Behçet Cantürk'ün avukatlığını yaptığı haberi öne çıkarılarak kamuoyuna duyurulması ve haberin hep orada sabit tutulması, bir yanıyla hiç şaşırtıcı değil. Bir Kürt avukatın ölümünün en sonunda terk edildiği yerin 'kriminal bir bölge' olması bize sandığımızdan daha fazlasını; Türkiye'nin toplumsal, siyasal ve dahi hukuksal tarihinin tüm o karmakarışık ve puslu hallerinin içindeki en net ve apaçık derslerinin bir özetini veriyor aslında. Sadece Avukat Medet Serhat'ın ölümünü ve kurulan sözde neden sonuç ilişkilerini değil aynı zamanda Kürdün “hukuk” ve “siyaset” hayatının Türkiye hukukunda kısıtlı kalakaldığı yeri, ve dahi Ortadoğu'da ve Türkiye'de bir Kürt avukatın toplam siyasal kaderini apaçık ortaya seriyor. Açık konuşayım: Kürdün öldürüldüğü yerde bile bir suça, bir örgütlü suça işaret edilmesi Türkiye hukukunun nasıl inşa edildiğini ve iç mekanizma ve kodlarını anlamanın ipuçlarını veriyor.

Onun, Medet Serhat'ın hayatı ve ölümünün bir halkın hayatı ve ölümü olarak okunmasının basit bir ölüm yıldönümü vefakarlığı olarak anlaşılmaması gerektiğini göstermek isterim ki bir ölüm yıldönümünün gerçekten hakkını verebilelim. Onca yıldan sonra bize düşen ilk görev, puslu dünyanın içinden Avukat Medet Serhat'in ömrünü ortaya çıkarmak olmalıdır öncelikle. Çünkü o Türkiye'de ve Ortadoğu'da avukatlığı bir meslek olmanın ötesine taşıyarak bir halkın kimliği ve mücadelesi haline getiren avukatların başında geliyor. Buna Kürt tarihinde “Avukatlar Çağı” demenin bir sakıncası yoktur ve bu çağı Serhat başlatmıştır. Yetişme koşulları, siyasal dinamizmi, sosyal iletişim ve hiç bitmeyen cesareti ile Kürt avukatlığını bir ekol tarzında inşa edenlerden birisidir de aynı zamanda Medet Serhat. Ve son bir şey daha: Türkiye hukuk düzeninin kendi halinde bir yaşamın içinden “Ben Kürdüm ve bununla gurur duyuyorum” diyen bir insana nasıl bir hukuki kader vaat ettiğini anlamak bakımından da Medet Serhat’ın hayatı büyük derslerle doludur. Genç bir hukuk öğrencisinin tecrübeli bir avukat olarak öldürülmesine kadar geçen süre aynı zamanda Türkiye'nin “hukuk saati”nin ayarlandığı yeri de ifşa etmektedir...

Şimdi Medet Serhat'ı, Türkiye hukukunun puslu kıtasından kurtarıp hayatımıza anıları ve mirasıyla yeniden buyur etmenin zamanıdır...

Buradan buyurun...

ÇOCUKLUK VE AĞRI İSYANININ GÖLGESİ

Medet Serhat 1932'de Iğdır'da doğdu. Bu tarih ağrı isyanında yaklaşık 7 yıllık istikrarlı çatışma sürecinin yenilgi ile sonuçlandığı döneme denk gelir aynı zamanda. Böyle bir tarihte Iğdır da doğmak demek son büyük Kürt isyanının çok yakından gelen seslerini duymak, ağıtlarını dinleyerek büyümek demektir. Ağıtlarda yaşayan bir isyan geriden gelenlere daima bir hüzün ve ataları yeniden şereflendirme duygusu yaratır ki sonradan gelen her kuşağın taşımakla yükümlü olduğu ömürlük bir yükü de beraberinde getirir. Kürtlerin toplam mücadelesi bakımından Ağrı-Iğdır ekseni, bu anlamıyla Dersim eksenine benzer sonuçlar da doğurmuştur. Ağrı-Iğdır-Ardahan ekseni Cumhuriyetin ideolojik tahakkümüne karşı daha mesafeli iken Dersim ekseni bu tahakkümü içselleştirerek karşı koyma eğiliminde olmuştur. Çocuk Medet Serhat'ın da Iğdır'dan İstanbul Hukuk Fakültesi'ne giderken beraberinde götürdüğü şeyin henüz isyan edip yenilmiş bir halkın hatıraları olduğundan şahsen kuşku duymuyorum ki Serhat'ın üniversite ve avukatlık hayatı da bunu doğruluyor gibi görünüyor.

49'LAR DAVASI

Ağrı ve Dersim isyanlarından uzun bir süre sonra yani 1959 yılında Kürt coğrafyasının politik sessizliğinin, politik yokluk anlamına gelmeyeceğini gösteren bir olay yaşandı. Bu yılda Kerkük'te Türkmenlerin öldürülmeleri Türkiye parlamentosunda CHP Manisa milletvekilinin ağzından “aynı sayıda Kürt öldürülmesi” talebi olarak yansıdı. Bunun üzerine Medet Serhat'ın da aralarında olduğu bir grup Kürt genci bir bildiriyle “Kürt olmaktan gurur duyuyoruz” diyerek Manisa milletvekilini protesto ettiklerini duyurdular. Bu gelişmeler Ape Musa'nın Diyarbakır'da çıkardığı Kürtçe dergi ile birleştiğinde gençlerin gözaltına alınıp yargılanma sürecinin başlaması için çok beklemek gerekmedi. Serhat bu davadan dolayı 13 ay hapis yattı. Böylece sonradan avukatlık yapacak olan Şerafettin Kaya, Canip Yıldırım, Şerafettin Elçi gibi Kürt gençlerinin ilk ortak siyasi tecrübeleri de "49'lar davası" ile başlamış oldu. Bunun arkasından Medet Serhat, 1963'de Kürtçe “Deng” dergisini çıkardı ve bir kez daha kovuşturmaya uğradı. Ama bu onu durdurmadı. 1965'de bir kez daha “Kürtçülük propagandası”ndan yargılandı ve bir yıl dört ay hapis cezası aldı. 1978'de İttihad-ı Vatani Kürdistan örgütünün İstanbul temsilciliği yaptı. 1990'da Kürt Hak ve Özgürlük Vakfı'nın kurucularından oldu. Böylece 49'lardan başlayan süreç Kürt yayınları, kitaplar, sözlük Çalışmaları, Kürt dernek ve örgütlerine uzanan bir siyasi olgunlaşma aşamasına kadar ilerlemiştir.

Bu anlamıyla 49’lar davası gerçekte sadece bir dava değildir. Aynı zamanda Kürt mücadelesinin farklı bir tarzda yenilenerek tarihsel bir çıkış anına da tekabül eder. 49’lar yargılaması, ortak acı duygusu ve ortak karşı koyuş pratiği ile sonradan yeni bir fikri takip, yeni bir siyaset tarzının tecrübi sahasını da yaratmıştır. Bu saha, Ortadoğu'daki milli hareketler açısından gerçek bir yenilik olan bir avukatlar hareketini başlatmış, avukatlığı Kürtlüğün siyasal kimlik yapılarından birisine dönüşmesinin de başlangıcı olmuştur.

Şöyle anlatayım:

KÜRT AVUKATLAR ÇAĞI

Medet Serhat'ın başı çektiği Kürt gençliği, 49'lar davasından sonra Ağrı isyanı ve Hoybun sonrasının uzun yıllar süren sessizliğini bu kez yeni bir tarzda ve yeni koşullarda oluşturulan bir Kürtlük bilinci ve hareketi ile değiştirme yoluna girdiler. Düzene karşı dışarıdan bir isyan geleneğinin yerini bu kez doğrudan düzenin içinden açık bir yüzleşme alanına taşıdılar. Kürt hak hareketinin ilk ve kurucu kuşağı işte bu kuşaktır ve esas olarak 49'lar davasından itibaren yükselişe geçmiştir. Avukatlık pratiğinin içinden Kürtlüğü bir meşruiyet alanına dönüştürüp Türk hukuk düzenini kendi vaatleri ile kimi zaman çatışmaya kimi zamanda yüzleşmeye çağıran bir yol böylece açılmıştır. Bu kuşağın önceki Kürt muhalefetinden önemli farkı; cumhuriyetin kurumlarının içinden gelen bir sosyalleşmeye dayanması buna karşılık cumhuriyetin ve onun hukukunun devşirmeci çağrılarına karşı koymasıdır. Asimilasyona karşı Kürtlüğün gururuna yaslanan bir hukukçular çevresi, bir Kürt avukatlar Cemiyeti böylece doğmuş ve bir hak hareketi sürecinin tüm ön varsayımları da devreye girmiştir. Bu gelişme Ortadoğu’da ve Türkiye’de Kürt Mücadelesi açısından tarihsel ve dönüştürücü bir avukatlık misyonunu da beraberinde getirmiştir. Medet Serhat'ın Kürt Hak Hareketinin yaratılmasında ve Kürtler için bir “avukatlar çağı”nın başlatılmasındaki rolü ise neredeyse öncelikli ve birincildir.

KÜRT AVUKATLIĞINDA İSTANBUL EKOLÜ

Medet Serhat'ın Türk solu ile olan ilişkisi de oldukça öğretici olmuştur ve Kürt avukatlığında İstanbul ekolü de bu ilişkinin doğurduğu gerilimlerden itibaren zuhur etmiştir. Serhat, bir yandan Talabani'nin politik hattını takip ederken diğer yandan TKP ve CHP ile de siyasi ilişkilere girmişti. Özellikle 1960-70'lerde bu bağlantıları mümkün kılan politik ve toplumsal koşulların varlığından bahsedilebilir. Nitekim aynı bağlantılar Serhat'ı 1990'ların politik ikliminde Türkçü-ulusalcı bir siyasi hatta kadar ulaşacak olan birçok Türk aydın ve entelektüeli ile birlikte Barış Derneği üyeliği yapmasına kadar ilerlemiştir. Medet Serhat gibi bir çok Kürt avukat ve politikacı içinde aktif olarak yer almalarına karşın TİP ve TKP deneyimi ırkçılık ve milliyetçiliğin sol hareketin içindeki saklı hallerini açığa çıkartıp ifşa edecek bir politik olgunluğa erişemedi. Tersine özellikle TİP hareketinin 1960’lardaki örgütlü kadrolarının belirli kesimlerinin giderek ayrışmak suretiyle 1990'larla beraber ulusalcı-Atatürkçü bir çizgide keskinleşerek ilerlemesine de yol açtı. Bu hareketteki gelişmenin ırkçılık ve milliyetçilik bağlamındaki gizli potansiyeli Kürt aktivistlerin dışarıda tutulması ile ancak 1990'lardan sonra açığa çıkmıştır. Ki bu ayrışmada dışarıda kalanlardan birisi de Medet Serhat'tır.

Kürt avukatlığının İstanbul ekolü, esas olarak işte buradan, Türk solu ile yakın ilişkilerin yarattığı çeşitli uzlaşma ve çatışma alanlarından doğmuş; ama esas olarak Türk solu içindeki milliyetçi ve ırkçı ögelerin ifşasına yönelik gelişmelerin ürünüdür. Sonradan Ahmet Zeki Okçuoğlu ve Eren Keskin tarafından inşa edilen İstanbul ekolünün ilk tecrübelerinin Medet Serhat tarafından yaşandığını da kabul etmek gerekir.

'AV MEVSİMİ'

Nihayet Medet Serhat'ın öldürülmesine uzanan yolun da Kürt avukatlığının 1950'li yılların sonundan 2000'lere kadar uzanan neredeyse yarım asırlık bir sürecin olgunluk aşamasına gelmesiyle “Türkiye Hukuk Devleti”nin tahriki haline getirilmesinin arkasından başladığını söyleyebiliriz. Bunu 1990'lardaki birçok gelişmeden anlayabilecek durumdayız. 1990'larla birlikte avukatlığın Kürt muhalefetindeki yerini en iyi anlatacak süreç Kürt avukatlara yönelik açılan trajik “av mevsimi”dir. Ortak ve örgütlü bir kararın icrası anlamına gelecek olan cinayetler birbiri ardına gelmiş, Avukat Metin Can 21 Şubat 1993'te Avukat Şevket Epözdemir 25 Kasım 1993'te, Avukat Faik Candan 14 Aralık 1994'de ve Medet Serhat ise 12 Kasım 1994'te ardı ardına öldürülmüşlerdir. Medet Serhat gibi öldürülen tüm avukatların cinayet süreçleri geniş bir örgütlenmeyi ve iletişimi ve dahi devlet içindeki yetki ve karar alanlarının ortak hareketini gerektiren süreçler olmuştur.

Son olarak şunu rahatlıkla söyleyebilecek durumdayız. Medet Serhat, Ortadoğu'da hiçbir milli harekette bulunmayan bir avukatlık pratiğini Kürt halkının toplumsal ve siyasal pratiğinin içine hem yaşamı hem de ölümü ile yerleştirmiş, avukatlığı Tahir Elçi'ye kadar uzanacak bir silsilenin içinde Kürt muhalefetinin politik karakterine dönüştürmüştür. Şimdi sanırım Medet Serhat'ın kişisel ömrü ile Kürtlerin toplumsal hayatı arasındaki bağı biraz olsun hatırlatabilmişimdir...

Sisler dağılır, puslu hava geçer. Ve elbet bir gün Türkiye'ye de adalet gelir. Çünkü geçmiş adaleti ve adalet mücadelesini her daim hatırda tutacak ve ısrar edecek övünçlerle doludur...

Ruhu şad olsun...

* Demokrat Yargı Eşbaşkanı