21'inci yüzyıl kent ayaklanmaları ve sanatın kolektif yaratımı

Kapitalizmin varoluşsal çelişkilerinden kaynaklanan ekonomik ve politik krizlerin dönemsel olarak tekrarlanacağı ve bu krizlere bağlı olarak farklı coğrafyalarda hükümet/sistem karşıtı ayaklanmaların oluşabileceği pek muhtemel. "Dünya sola kayıyor" demek içinse henüz erken. Fakat mevcut politik temsili sistemlerin çatlaklarının her geçen gün derinleştiğini söylemek mümkün.

Google Haberlere Abone ol

Devrim Özdel*

"Mevcut temsili sistem tarafından sunulan sahte demokrasiye karşı protestocular, kendi ana sloganlarından birini, 'democracia real ya' veya 'gerçek demokrasi, hemen' sloganını ortaya attılar." (Negri ve Hardt)

Geçtiğimiz haftalarda, tıpkı 2011’de Mısır ve Tunus’ta başlayan ve daha sonra ABD, İspanya, Yunanistan ve Türkiye gibi farklı coğrafyalarda yer alan ülkelere sıçrayan küresel bir isyan dalgası oluştu. Haiti, Irak, Ekvador, Şili ve Lübnan’da oluşan eylemsellik süreçleri farklı sebepler çerçevesinde gelişmiş olsa da, en temelde bu ülkelerdeki mevcut hükümetlerin uyguladıkları neo-liberal politikalar hedef tahtasında yer alıyor. Halkların, özelleştirmelere, hayat pahalılığına, zamlara karşı ayaklanması da bunun bir göstergesidir. Aynı zamanda ayaklanma süreçlerinde devletin güvenlik güçleri ile yaşanan çatışmalar sınıflar mücadelesinin bir yansıması olmakla beraber, kentlerin apolitik niteliklere sahip olmadığını da kanıtlıyor.

HALK AYAKLANMASININ ZAFERİ: EKVADOR

1 Ekim’de Ekvador’da Lenin Moreno ve hükümet, IMF ile yaptığı anlaşma çerçevesinde neoliberal bir kemer sıkma paketini kararname ile geçirdi. Bu paket, akaryakıtta devlet sübvansiyonlarını kaldırarak benzin fiyatlarını tamamen serbest bırakıyordu. Kemer sıkma politikalarının üzerine gelişen protesto eylemlerinde başkent Quito’dan Guayaquil’e taşındı ve ardından eylemleri bastırmak için OHAL ve sokağa çıkma yasağı ilan edildi. 14 Ekim’de ise hükümet geri adım atarak kararnamenin geri çekildiğini duyurdu.

BİTMEYEN İSYAN: ŞİLİ

Ekvador’da gerçekleştirilen eylemlerin sonucunda elde edilen zaferin ardından, Şili’de de benzer bir protesto dalgası oluştu. Ulaşım ücretlerine yapılan yüzde 4 oranındaki zam nedeniyle ülke geneline yayılan protestolar süreç içerisinde halk ayaklanmasına dönüştü. Öğrencilerin turnikelerden atlamasıyla başlayan ve polis şiddetinin artmasıyla birlikte hız kazanarak yaygınlaşan eylemlerde, kent merkezinde bulunan Banco Chile binası ve yüzde 20 zam yapacağını açıklayan ENEL enerji şirketi binası ateşe verildi.

1973 yılında seçimle iktidara gelen Salvador Allende’ye darbe düzenleyen ve Şili’yi tüm dünyada neo-liberalizmin saldırıları için bir laboratuvara dönüştüren Amerikancı Augusto Pinochet’den sonra 1990 yılında nispi burjuva demokrasisine yeniden geçiş yapan Şili’de ordu, bu tarihten yana ilk kez yeniden sokaklara sürülmüştü. 21 Ekim Pazartesi itibariyle OHAL ve üç büyük şehirde geceleri sokağa çıkma yasağı ilan edilmişti. Sokağa çıkma yasağı, Metropolitan, Concepcion, La Serena bölgeleri ile Valparaiso şehrinde kaldırıldı. Şili ordusundan yapılan yazılı açıklamada, ülkenin başkenti Santiago’yu da kapsayan bölgedeki sokağa çıkma yasağının sona erdiği bildirildi. Ordu komutanlarından Juan Andres de la Meza, Valparaiso şehri ile Concepcion ve La Serena bölgelerinde de sokağa çıkma yasağı uygulanmayacağını açıkladı.

Geçtiğimiz cuma günü ise yaklaşık olarak 1,2 milyon kişi başkent Santiago’da yer alan İtalya Meydanı’nda toplandı. Şili açısından ‘’Tarihin en büyük eylemi’’ olarak bahsedilen eylemde halk, Devlet Başkanı Sebastian Pinera’nın istifasını istedi.

'VERGİ İNTİFADASI': LÜBNAN

Lübnan’da kötüleşen ekonomik durum ve internet paketlerine aylık altı dolarlık vergi konmasının planlanması nedeniyle 17 Ekim’de başlayan protestolar hâlâ devam ediyor. Beyrut, Baalbek, Tire, Saida ve Trablus gibi ülkenin tüm büyük kentlerinde patlak veren eylemlerde on binlerce Lübnanlı "Halk düzenin devrilmesini istiyor" sloganlarıyla sokaklara çıktı.

Yerel haber kaynaklarında, protestoların başlangıç sürecinde Beyrut’ta 1 milyon, ülke genelinde ise 2 milyona yakın kişinin sokağa çıktığı belirtildi. Eylemlerin beşinci gününde Başbakan Saad Hariri, "krizin etkilerini hafifletecek bir dizi reformu hayata geçireceklerini" açıkladı. Bu reform paketinin içinde, bakanların ve vekillerin maaşlarının yarı yarıya azaltılması da yer alıyor.

Geçtiğimiz günlerde ise ülkenin kuzeyinde yer alan Trablus’taki valilik binası eylemciler tarafından işgal edildi. Bir diğer sivil itaatsizlik eyleminde ise Trablus’tan Tire’ye kadar uzanan 170 kilometre uzunluğunda bir insan zinciri oluşturuldu.

SANAT, KENTLER İLE BİRLİKTE İSYANA EŞLİK EDİYOR

Michael Hardt, 2013 yılında verdiği bir röportajda Gezi Ayaklanması’nı inşa eden ve sürdüren Türkiyeli eylemciler için şunları söylemişti: "Türkiyeli eylemcilerin insanlara bir biçimde verdiği umut, insanların yapamadıkları şeyleri, yapmayı umut ettikleri şeyleri, nasıl söylesem, büyütebileceklerini göstermesi anlamında bir esinden söz ediyorum. Ve ayaklanmaların gücünün bir kısmını bu engellenmiş umutlar oluşturuyor."

Umut ile hakikatin maddi boyutunun birleştiği ve ‘engellerin’ kaldırıldığı politik süreçlerde oluşan ayaklanmalar, kente dair çeşitli sorgulamaları da beraberinde getiriyor. Burjuva ideolojisinin bedenleştiği kapitalist sistemin çeşitli enstrümanlar aracılığıyla kentlerde yer alan sokakları, meydanları, caddeleri, yani bir nevi ‘damarları’ etkilediği ve bu alanlarda niteliksel değişime yol açtığı aşikar. Sitüasyonist Enternasyonal’in kurucularından biri olan Guy Debord buna benzer bir şekilde, tüm iktidarların amacının sokakları kontrol etmek olduğunu söyler. Sokakları ele geçirmenin ise zaferin bir koşulu olduğuna dikkat çeker. Sitüasyonistler kapitalizmin yabancılaştırdığı kendi yaşamlarını ele geçirmek için önce mekânın ‘’ele geçirilmesi’’ gerektiğini savunurlar.

Kentsel alanlarda oluşan hükümet/sistem karşıtı ayaklanmalar ve kolektif sanatsal deneyimler ise sokakların sistemin etkileri sonucunda ‘boğulmasının’ reddini içeren bir barikat işlevi görüyor. Debord’un 1968 yılında piyasa ilişkilerinin içinde adeta meta haline gelmiş olan Paris’(t)e isyan edilmesi gerektiğini belirtmesi ve sanatın yıkıcılığında ısrar etmesi bu barikatla ilişkilidir. Sitüasyonist Enternasyonal’in başka bir kurucusu Asger Jorn ise ‘’Komünizm, sanat eserinin gündelik hayata dönüşmesidir’’, der. Jorn, devrimi gündelik hayatın içinde arayan ve sanatı da gündelik hayatın içine yerleştirmeyi amaçlayan Sitüasyonist düşüncenin fikirsel temellerinin atılmasında önemli bir rol oynamaktadır. ‘’Herkesin eşit herkesin sanatçı olacağı bir dünya hayalidir bu.’’

"Eğer sanatın rolü bize imkansız görünenlerin özgürlükçü siyasetini hayal etmekse, sanat, devrimci siyasetimizi takip etmekten ziyade ona liderlik etmelidir." (Hamid Dabashi)

2011 yılında ABD’nin New York eyaletinde yer alan ve dünya ekonomisinin kalbi diye tanımlanan Wall Street’te (Wall Street’i İşgal Et) ekonomik eşitsizlik sebebiyle düzenlenen eylemlerin bir odak noktası da sanat ve müzeler idi. New York’ta bulunan Modern Sanat Müzesi ve New Museum’un önünde toplanan kalabalık, sanatın -müzeler aracılığıyla da- ticarileştirilmesine, yalnızca yüzde 1’lik elit kesime hitap etmesine, toplumun yoksul kesimleri ile olan bağının koparılmaya çalışılmasına yönelik tepkilerini dile getirmişlerdi.

16 Kasım 2011 tarihinde skopbülten’de yayınlanan metinde şu cümleler yer alıyor:

"Artık biz, yüzde 99’un içindeki sanatçılar, sahte bir benzersizlik söylencesine dayanan ve sırf elitlerin en elitinin cebi para dolsun diye bireysel dehayı göklere çıkaran propagandalarla beslenen bu yozlaşmış hiyerarşik sistemi kabullenme zaafına düşmeyeceğiz.

(…)

İşgal çoktan başladı, insanların yaratıcı gücü çoktan uyandı! Occupy Wall Street hareketi, yeni bir sanat çağı başlatacak – piyasanın çizdiği dar sınırları aşan, gerçek anlamda deneysel bir sanatın çağı. Müzeler, kalplerinizi ve zihinlerinizi açın! Sanat herkes içindir! Halk kapılarınıza dayandı!"

Sonuç olarak, kapitalizmin varoluşsal çelişkilerinden kaynaklanan ekonomik ve politik krizlerin dönemsel olarak tekrarlanacağı ve bu krizlere bağlı olarak farklı coğrafyalarda hükümet/sistem karşıtı ayaklanmaların oluşabileceği pek muhtemel. "Dünya sola kayıyor" demek içinse henüz erken. Fakat mevcut politik temsili sistemlerin çatlaklarının her geçen gün derinleştiğini söylemek mümkün. Bunun yanı sıra kitlelerin, sanatsal-politik pratiklerin oluşturduğu yatay-geçişlilik alanlarıyla birlikte eski kalıpları kırdığı ve ‘özneleştikleri’ gerçeğini de gözden kaçırmamak gerekiyor.

"Artık söndürülmesi imkânsız bir ateşin kıvılcımı çakılmıştır. İşgal hareketi metaların efendilerini uykularından uyandırdı, ve gösteri toplumu bir daha asla huzur içinde uyuyamayacak.’"

Kaynakça:

1-) Demirkaya., E., (2012), Önce Mekan Vardı, s. 141-166, İstanbul: Edebi Şeyler

2-) Gen., E., (2011), Manifesto: "Müzeleri İşgal Et!", Skopdergi, s:10

3-) Hardt., M., Negri., A., (2012), Wall Street’in Merkezinde ‘’Gerçek Demokrasi’’ Mücadelesi, Otonom Dergi, s:25

4-) Kuryel., A., Fırat., Ö., B., (2015), Küresel Ayaklanmalar Çağında Direniş ve Estetik, İstanbul: İletişim Yayınları

5-) https://www.e-skop.com/skopbulten/1968-devrimi-ve-situasyonistler/1426

*Öğrenci, Şehir ve Bölge Planlama bölümü