Bu beter çizgide Ahmet Kaya’yı hatırlamak

‘Ben 40 sene Türk olarak yaşadım. Ama 40 yaşından sonra kimse beni Türkleştiremez bu böyle biline!’ diye haykıran Ahmet Kaya ile 2019’un ‘Yeni Türkiyesi’nde Kürtçe konuştuğu için silahla vurulan ve 40 gün hastanede tedavi gördükten sonra yaşamını yitiren Şirin Tosun’un tek farkı mezar yerleridir.

Google Haberlere Abone ol

Ahmet Tirej Kaya 

99’dan 2000’e geçiş yaptığımız gece Ankara’nın bir çıkmaz sokağında/pencerenin verdiği imkân kadar, yeni yıl şerefine atılan havai fişekleri izlemekle başlamıştı benim yolculuğum. Yasaklı dönemlerin mirası kasetler dışında Radyo İmaj’ımız vardı, Kürtçeyle olan köprülerimizi koruyan ve bir de Ahmet Kaya’yı bilincimize/DNA’mıza kazıyan. Henüz ölmemişti, henüz tam öldürmemişlerdi vapurdaki Ahmet abiyi. 90’ların Ankara’sında yaratılan korku ikliminin, dilimizi öğrenememeye neden olacağını henüz idrak edemiyorduk. Ama Kürt’tük. Bu o kadar gerçekti ki, bunu söyledikçe sınıf arkadaşlarımızdan öğretmenlerimize; komşularımızdan bakkaldaki ‘tonton’ amcaya kadar herkes daha fazla öfkeleniyordu. Oysa çocuktuk ve kimliğimizde yazılan coğrafya bizimdi, ama onlar ‘bölünmek’ istemeyendi.

‘HERKESİN SUÇUNU KİMSE KABUL ETMİYOR’

Sonrasında Aslı Erdoğan’ın söylemediği açıklanan cümleler, hâlâ bakkaldaki ‘tonton’ amcayı kızdırmaya yetiyor. Çünkü herkesin ortak olduğu suçları, kimse kabul etmiyor. Arkasında koskoca devleti olan Karadenizli kendisinde, bakkalına gelen çocuğa ‘terörist’ muamelesi yapma hakkını buluyor. Oysa bir Allah’ın kulu da çıkıp, ‘çocuk, güzel çocuk sana ne yaptılar’ diye sormuyor. Arkasına devletini alan Kürt’e saldırıyor, Kürt’e saldıran devletine sahip çıkıyor. Liste uzuyor, uzarken Ahmet abi vapurda ölüyor.

Neler olduğunu tam anlamamakla, anladığın kadarını savunmak çocukluktur. Ortaokulda sosyal bilgiler öğretmenimin, ben ‘Ahmet Kaya’ dedikçe gözlerinden nasıl nefret saçtığını bir ben bilirim. Bir ben bilirim, çünkü 40 kişilik sınıfa nefret öğretmekti onun işi. Bir ben hatırlıyorum belki, aynı okulda öğretmen olan babama, ‘oğlun sınıfta bunları konuşuyor, Ahmet Kaya’yı savunuyor, teröristleri savunuyor’ diye şikâyet eden hocamın rezilliğini, bir de babam hatırlar. Biz unutmadık, kendisi ne kadar hatırlar bu rezilliği? Hatırlamamak da bir imtiyaz değil midir? Türk olmanın imtiyazı yastığa başını koyduğunda ‘hatırlamama hakkı’na sahip olmak değil midir? Biz hatırlattıkça rezilliklerini; yastıklarını değiştirmeye çalışıyorlar. Oysa bütün yastıkları kan kokuyor, o kan bir türlü çıkmıyor. Çocuklarını da aynı yastıklarda büyütenler/‘bebekten Kürt düşmanı’ yaratanlar, biz hatırlattıkça kuduracaklar. Çaresi yok!

‘KARDEŞ KÜRT, 7’DEN 70’E KATLEDİLİYOR’

‘Ben 40 sene Türk olarak yaşadım. Ama 40 yaşından sonra kimse beni Türkleştiremez bu böyle biline!’ diye haykıran Ahmet Kaya ile 2019’un ‘Yeni Türkiyesi’nde Kürtçe konuştuğu için silahla vurulan ve 40 gün hastanede tedavi gördükten sonra yaşamını yitiren Şirin Tosun’un tek farkı mezar yerleridir. Dedesinin elini öperek büyümüş toplumun ‘kahraman’ bir evladı, ‘Allah kimseyi buralara düşürmesin’ dediği hastanede, dedesi yaşındaki Ekrem Yaşlı’yı, eşiyle Kürtçe konuştuğu için öldürmeye kalkışıyor. Ahmet Kaya’nın mezarını Türkiye’ye getirme ‘açılımı’na sarılmışların ülkesinde, kardeş denilen Kürt 7’den 70’e katlediliyor. Kürtler olmasa İstanbul’da 100 yıl daha seçim kazanamayacak olanlar, Kürt’ün kanı mevzubahis olunca sıraya diziliyor/savaş kararlarına ‘içleri yana yana’ destek veriyor. Dün Ahmet Kaya’yı ‘Şerefsiz’ manşetleriyle anan gazetecilik -arkasında devleti- Kürt’ün sokağında sırf duymak istediğini insanlara söyletemediği için, bağırdıkça bağırıyor/Kürt azarlıyor. Fişlediği insanların ekmeğini elinden aldırıyor. Çok değil, 3-5 sene önce ‘yurttaş haberciliği’ yaptığını sanmış bu rezillik, bugün helal olan Kürt kanını içmek için ‘gerçeğin peşinde’ koşuyor.

Kürt’ün toprağında dökülen yaprağa, bahar bahçe memleketlerinde sevinenlerin şarkısını yapacak bir Ahmet Kaya yok belki şimdi. Bu beter çizgiyi anlatmak, bu sebeple daha ağır artık. Bugün doğum günü; yaşasaydı eğer ‘yine senin derdindeyim’ der, en mazlumun yanına bağdaş kurardı. Coğrafyasının kaderini eline alan Kürt çocuklarının esmer sokaklarında dolaşan zulüm karşısında, hiçbir kaygıya yer vermeden dimdik dururdu. Yokluğuna yalancı gözyaşları döken zulüm yandaşları, onun için bu kadar mutlular. Çünkü Ahmet Kaya’nın ‘o racon’u Türkiye’deyken kestiğini, yaşasaydı da kesmeye devam edeceğini iyi biliyorlar.