Rusya’nın 'Kara Kıta'ya dönüşü

Moskova; aralarında Angola, Cezayir, Mısır, Tanzanya, Somali, Mali, Sudan ve Libya’nın da olduğu toplam 20 Afrika ülkesi ile askeri anlaşmalar imzalamış durumda. Öte yandan Rusya çoktandır, aralarında Madagaskar’ın ayda 2 milyon tirajlı en çok okunan gazetesinin basım ve dağıtımını üstlenmek gibi işlere de el atmış durumda.

Google Haberlere Abone ol

Okay Deprem*

2014 Rusya Federasyonu (RF) açısından kritik ve tayin edici bir yıl olmuştu. Sovyetler Birliği sona erdiğinden beri, Vladimir Putin ve ekibinin iktidara gelişi haricindeki en önemli kırılma noktası oldu söz konusu sene. Kırım’ın Rusya ile birleşmesi Batılı ülkeler tarafından yoğun bir tepkiyle karşılanmış ve hemen akabinde çoğu ekonomik olmak üzere çeşitli yaptırımlar devreye sokulmuştu. Kuzey Amerika ve Batı-Orta Avrupa ülkelerinin öncülük ettiği iktisadi yaptırımlar, Rusya’yı çok hızlı ve bir yerde kaçınılmaz olarak yeni küresel ittifak arayışlarına itmiş, farklı düzeyde işbirliği modellerini kuvvetlendirmeye sevk etmişti. Bu arayışların öznelerinin çoğunluğu, hiç de tesadüf olmayacak biçimde, SSCB döneminin önde gelen müttefik ülkeleri olacaktı. Bir kıta olarak Afrika, 2014 sonrası Rusyası'nın stratejik anlamda yöneleceği temel dünyasal kutuplardan biri durumuna gelecekti.

Afrika 1990’lı yıllara kadar, Rusya’nın selefi Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin (SSCB) en sıkı müttefik bölgelerinin başında geliyordu. Çoğu; Kongo Demokratik Cumhuriyeti’nin efsanevi kurucu başkanı Patrice Lumumba’nın adını taşıyan “Halkların Dostluğu Üniversitesi”nde olmak üzere, SSCB’nin pek çok yüksek öğrenim kurumunda okuyan on binlerce Afrikalı öğrenci, zaman içinde bu devasa kıtanın sayısız ülkesinde politik ve idari kadroları teşkil edecek, aralarından çok sayıda bakan, başbakan hatta devlet başkanı çıkacaktı. Afrika geçtiğimiz asra kadar ağırlıklı olarak bir Fransa, Belçika ve İngiltere kolonisi olmasına karşın; Sovyetler 1950’li yıllardan itibaren yeryüzü ölçeğinde bir güç konumuna geldikten kısa bir süre sonra, kıta üzerinde her yönden etkili, tartışmasız en mühim küresel oyuncu haline dönüşecek, dünün kolonyal güçlerini bu açıdan geride bırakacaktı.

Uzun süren sömürge döneminde, adı geçen emperyalist ülkelerce doğal zenginlikleri ve insan kaynakları sömürülen, salt bir ithal malı cenneti haline getirilen ve de ekonomik, sosyal ve kültürel anlamda gelişmesi sekteye uğratılan koca kıta; 50 ve 60’lardan sonra Sovyet devletince çok daha farklı bir ilişki kurma tarzına muhatap olması neticesinde oldukça kısa bir zaman zarfında SSCB müttefiki haline gelecekti. Mısır, Cezayir ve Libya’dan; Sahra Altı’nın Kongo, Angola, Orta Afrika Cumhuriyeti, Etiyopya, Mozambik, Zambia, Zimbabve, Somali, Uganda ve Benin ve Gine’sine kadar “Kara Kıta”nın pek çok devleti; Batı Avrupa’nın kolonici devletleri karşısında ulusal bağımsızlık mücadelelerini elde etmeleri sürecinde Sovyetler'den tayin edici askeri-stratejik, mali, siyasi de diplomatik destek görecekti. Akabinde bu ülkelerin ulusal ekonomilerinin tesis edilme sürecindeki temel yatırımlar; destek ve krediler ile vasıflı ve uzman eleman gücü temel anlamda Sovyetlerce temin edilecekti on yıllar boyunca. 1960’lı yıllara gelindiğinde SSCB; siyasi, jeopolitik, diplomatik ve eğitimsel-kültürel açıdan Afrika’da eskinin kolonici güçlerinin etkinliğini sürklase etmeyi başarmıştı.

Afrika kıtası, her türden olumlu ve yapıcı Sovyet desteğine rağmen; eski kolonist – sömürücü ülkelerin emperyal politikaları yüzünden 20'nci yüzyılda da kitlesel geri kalmışlık ile kronik yoksulluk ve hatta açlığın damgasını vurduğu kıta imajından sıyrılamamıştı. Fransa, Belçika ve Büyük Britanya gibi devletlerin, eski Zaire örneğinde görüldüğü üzere; demokratik usullerle, bir nevi halk devrimi ile iktidara gelen bağımsızlıkçı ve milli politika yanlısı rejimleri devirmeye ve de komşu ülkeleri birbirine düşürmeye dönük onlarca senedir süren askeri-paramiliter provokasyonları, gene askeri darbe ve muhtıra girişimlerine verdikleri sonu gelmez destekler sonucunda kıta bitimsiz iç savaşlara, kanlı çatışmalara sürüklenmişti. Zaten zayıf olan ve tam anlamıyla bağımsızlaşamamış ekonomik yapılar, ardışık ve çok yoğun harpler karşısında iyiden iyice güçsüzleşip çözülünce; bunun kaçınılmaz ve dolaysız sonucu mahiyetinde, Avrupa ülkelerine doğru sonu alınamaz adeta ikinci bir “Kavimler Göçü” dalgası baş gösterecekti. Yıllardır süregelen mülteci göçü, Avrupa’nın özellikle bazı ülkelerinde demografik dengeleri değiştirecek boyut kazanmış; çok çeşitli iktisadi, toplumsal ve kültürel problemlere yol açmaya başlamıştır. Aşırı ve kontrolsüz göçün getirdiği sorunları kendi popülist siyasetleri lehine kullanan ultra sağcı siyasal partiler güçlendikçe güçlenmiş, yerel halklar ile Afrikalı sığınmacılar arasında adaptasyon ve sosyo-kültürel iletişim sorunları katlanarak büyümüştür. Sonuçta da Avrupa’da ırkçılık ve ayrımcılık iyice görünür olmuştur.

İtalya, İspanya, Fransa ve Almanya gibi, Avrupa’da Afrika’dan en büyük göçü alan ülkelerde; entegrasyon meseleleri haricinde, Afrikalı göçmenlerin bir kısmının kaçınılmaz şekilde beraberlerinde taşıdığı bir takım ciddi salgın hastalık ve enfeksiyonlar da, Kıta Avrupası’nın ortalama halk sağlığı değerlerinde kırılmalar yaratmaya başlamıştır. İtalya gibi, “Kara Kıta”nın göçmenlerini giderayak daha fazla mülteci kamplarında tutma yanlısı ülkeler bir yana, Afrikalıların çok hızlı ve denetimsiz biçimde yayıldıkları ve karıştıkları Avrupa şehirlerinde söz konusu problem tedricen ciddi merhalelere tırmanmaktadır.

Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD), Afrika üzerindeki eski kontrolü peyderpey azalırken; uygarlığın ve insanlığın beşiği kıtaya verdiği zararların çok yönlü etkileri halen devam ediyor. Amerika görece yakın geçmişte özellikle Fildişi Sahili ve civarındaki ülkelerde bulunan muazzam yeraltı maden zenginliklerini uzun vadede daha rahat kontrol edebilmek, buraları tam manasıyla kendi sömürü alanına daha kolay dönüştürebilmek amacıyla, söz konusu bölgedeki nüfusu kademeli olarak azaltma yönünde gizli bir strateji belirlemişti. Buna göre; Pentagon’a bağlı özel laboratuvarlarda geliştirilen belirli bazı virüs çeşitlerinin, suni olarak yani dışarıdan sokulmak suretiyle, yörede yaygınlaşması sağlanmış, beraberinde kitlesel hastalık ve ölümlerin yerli nüfus içerisinde tetiklenmesi arzu edilmiş, beklenmişti.

Bütün bunlar olup biterken Rusya’nın Afrika’ya yaklaşım farklılığı gittikçe daha görülür hale geldi ve 90’lar, kısmen 2000’ler boyunca süren uzunca bir aralıktan sonra (bu dönemde Rusya’nın Afrika’da dokuz büyükelçiliği ve de üç konsolosluğu kapatılmış, dış işleri bakanlığının bölgedeki temsilciliklerindeki çalışan sayısı hatırı sayılır nispette düşürülmüştü. Üstüne üstlük Rus kültür kurumları kapatılmış, cömert yardım programları tek taraflı olarak iptal edilmişti) RF’nin kıtadaki ağırlığı yeniden hissedilir seviyeye gelmeye başladı. Çin gibi Rusya’nın da Afrika ülkelerinin her biriyle, Batı’nın tersine, IMF ve DB gibi uluslar arası finans aktörlerini kullanmaksızın, doğrudan ve münferit bağlantı kurması son yıllarda birçok Afrika devletini RF’ye daha da yakınlaştırıp güven duymasına sebep oldu. İki taraf arasındaki ticaret hacmi sadece 2000 ila 2012 yıllarında neredeyse on katın üzerine çıkmıştı bile. Dahası 2015’ten bugüne kadar bu oran tam tamına üç katına erişmiş bulunuyor. Rus devletinin Afrika’daki yatırımları ve kıtayla ekonomik bağları temelde üç ayağa dayanıyor: 1- Ham petrol ve gaz kaynaklarını çıkarma, işleme ve depolama amaçlı rafineri ve tesislerin inşası. 2- Askeri araç ve gereçlerin satışı. 3- Nükleer enerji yatırımları 4- Yönetim, ordu ve polis birimlerinin ekipman temini ile yine özel kuvvetlerin, birliklerin eğitimi ve donanımı. Rusya bir de 2009’da “Sahraaltı Afrikası ile Ekonomik İlişkiler için Koordinasyon Komitesi” kurdu.

Moskova bir yandan Mısır’ın ilk atom santralini inşaya hazırlanırken diğer yandan da örneğin Zimbabve’de dünyanın en geniş platinyum yataklarını geliştiriyor. Bir taraftan Uganda’da 4 milyar değerinde ham petrol rafinerisi inşa ederken, diğer taraftan ise Cezayir’in petrol ve gaz endüstrisine gözle görülür yatırımlar yapıyor; özel Rus şirketleri eliyle Nijerya’da alüminyum üretip, Angola, Namibia ve Botswana’da da hidroelektrik santralleri bina etmiş bulunuyor. Rusya; Nijerya ve Cezayir’de nükleer santraller kurmak üzere de geri sayımda. 2000’lerin başlarından beri RF, kimi Afrika ülkeleri ile ticaret hacmini tam 10 katına çıkartırken, kıtanın çok farklı ülkeleriyle her biri milyar dolarları bulan büyük çapta projelere imza atıyor. Bilhassa son beş senede, epey bir Afrika ülkesi, çok daha yüksek maliyetli ABD silah pazarını terk etmek suretiyle giderek daha çok Rus silah endüstrisinin müşterisi haline gelirken, düne kadar Amerikan ve Avrupa ordularının eğit-donat programlarına tabi pek çok Afrika devleti çoktandır Rus güvenlik ve askeri yetkilileri ve kurumları ile çalışmayı tercih ediyor. Bugün Moskova; aralarında Angola, Cezayir, Mısır, Tanzanya, Somali, Mali, Sudan ve Libya’nın da olduğu toplam 20 Afrika ülkesi ile askeri anlaşmalar imzalamış durumda. Öte yandan Rusya çoktandır, aralarında Madagaskar’ın ayda 2 milyon tirajlı en çok okunan gazetesinin basım ve dağıtımını üstlenmek gibi işlere de el atmış durumda.

Giderek güçlenen işbirliği modellerinin bir nevi karşılığı olarak Afrika devletlerinin, mühim bir sayısal ağırlığının olduğu (54 üye) Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu’nda RF’ye dolaylı ve doğrudan destekleri artıyor. Bu durum en son; karşı olan birkaç tanesi bir yana, Afrikalı üyelerin kayda değer bir kısmının, Kırım’ın Rusya’ya katılımını kınamak için yapılan oylamada çekimser kalmasıyla da kanıtlanmıştı. Batı’nın yaptırımlar vasıtasıyla Rusya’yı küresel ve jeopolitik bakımdan iyiden iyiye izole edip köşeye sıkıştırma projeksiyonunun mayasının tutmak bir yana çoktandır tıkandığını tanıtlayan bir başka makro örnek...

Bu arada giderek daha çok Afrika devleti; özellikle de Sahra Altı ülkeleri, Boko-Haram, El-Şabaab benzeri terörist örgütler ve deniz korsanları ile başa çıkabilmek hedefiyle Kremlin’in kapısını çalar hale geliyor. 2014 yılında ABD, Nijerya’ya Kobra helikopterlerini satmayı reddedince, bu ülke de bunun üzerine terörist gruplarla mücadele maksatlı Amerikan askeri eğitim programını ivedilikle iptal edip, muadil araçları Rus Hava Kuvvetleri’nden alma kararı ilan etti. Günümüzde Nijerya Özel Kuvvetleri'nin eğitimi bütünüyle Rusya’ya emanet örneğin. Rus askerlerinin, “BM Barış Gücü” misali uluslar arası organizasyonlar üzerinden kıtadaki niteliksel ve niceliksel ağırlığı hâlihazırda Fransa, İngiltere ve ABD’yi geçmiş durumda. Rusya bugün için Afrika’ya yılda 400 milyon dolar tutarında yardım sağlıyor. Eğitim, sağlık, tarım, çevre ve enerji konularını kapsayan bu yardımların yaklaşık yüzde 60’ı, “Dünya Gıda Programı” ve “BM Mülteci Ajansı” gibi kurumlar üzerinden dağıtılırken, geri kalanı ise Afrika ülkelerinin her biriyle kurulan ikili ilişkiler çerçevesinde gerçekleşiyor.

Ve şimdi RF tarihinde ilk kez, 50’ye yakın ülkenin liderinin katılmasının beklendiği dev bir Afrika zirvesine ev sahipliği yapıyor. 22-25 Ekim tarihleri arasında Soçi kentinde düzenlenecek olan dört günlük zirveyi Rusya ve Mısır devlet başkanlarının yönetmesi bekleniyor. 21. Asır’da Afrika merkezli dünya siyasetini, jeopolitik ve jeostratejik dengelerini Rusya lehine daha da fazla değiştirecek bir dönemin kapıları süratle aralanıyor…

*Siyaset sosyoloğu, Gazeteci-Yazar