'Tarihin üvey evlatları' Kürtler

Suriye’deki Kürt hareketi ve Kürtler, 20'nci yy. itibariyle bakıldığında Türkiye, İran ve Irak’taki Kürtlerden birçok açıdan düşük bir profilde seyretse de varlıklarını koruma yolundan asla vazgeçmemişlerdir. “Arap Kemeri”ne uzun yıllar maruz bırakılmak Kürtlerin etno-kültürel düzeyini ve sosyo-ekonomik altyapısını ciddi bir seviyede etkilemişse de siyasi açıdan aldıkları pozisyon sayesinde Suriye’deki durumu belirleyen bir aktör olmayı başarmışlardır.

Google Haberlere Abone ol

Hatice Özhan*

“Barış Pınarı Harekatı” adıyla Rojava bölgesine Türkiye tarafından gerçekleştirilen askeri harekat Kürtlerin bölgedeki spesifik özelliği ve Türkiye’nin Kürt meselesine güvenlikçi bakışı dolayısıyla pek de sürpriz olmadı. Kürtlerin Batı Asya’daki (Yakın ve Orta Doğu) en başta gelen spesifik özelliği, Orta Doğu’nun otokton (yerli) uluslarından biri olduğu halde devletsiz bir ulus olarak dünya milletler ailesinde yer almasıdır. Kürt-etnisitesinin bu hukuksal statüsü Kürtleri her türlü dış müdahaleye açık hale getirmiştir. Böylelikle de Kürt-etnisitesinin siyasal konsolidasyonu düşük bir seviyede seyrettiğinden Kürtler Türkiye, İran, Irak ve Suriye devletlerinin ajandalarının ilk sıralarındaki “tehlike” unsuru olarak yer almıştır. Rojava’daki Türk askeri harekâtı tarihsel bağlamı içerisinde değerlendirildiğinde Türkiye’nin Kürt meselesine süregelen bakışının bir parçasıdır. Sorunlu Türk-Kürt ilişkilerinin anakronik yapısının tezahürü olarak da yorumlanabilir pek tabii ki.

Türk-Kürt ilişkilerinin sorunlu anakronik yapısı aslında iki halkın birbirlerinin tarihlerinde yer almaları ile ilintilidir bir nevi. Bu iç içe durum İran, Irak ve Suriye devletleri için de geçerli bir durumdur. Her dört devletin tüm politikalarını aleyhte olacak şekilde Kürtler bazında yürütmeleri tarihin en büyük talihsizliklerinden biri olsa gerek. Dekolonizasyon döneminde kendi bağımsız devletlerini kuran bu devletlerin nüfuslarının büyük çoğunluğunu Kürtlerin oluşturduğu düşünüldüğünde ilişkilerin sağlıklı olması imkânsızdır haliyle. Batı Asya’nın (Yakın ve Orta Doğu) ülkelerinin ve halklarının tarihinin bir parçası olan Kürtlerin tarihi elbette ki her dört devletten bağımsız değerlendirilemez. ABD Başkanı Donald Trump’ın geçtiğimiz günlerde “Türklerle Kürtler arasındaki 200 senelik anlaşmazlık”la değindiği nokta kaynağını buradan alır kanımca. Ama maalesef ki bu bir aradalık Kürtlere kendi kaderlerini tayinde, hukuki bir statüye kavuşma mücadelesinde engel teşkil etmekten başka bir şey getirmemiştir. Çünkü Kürtler muhataplarınca bir “tehlike”dir!

Kürt-etnisitesinin kaderini belirleme mücadelesi muhataplarının karşı pozisyon alışları nedeniyle elbette ki hiçbir zaman kolay olmadı. Bağlı bulundukları devletlerin Kürt meselesini bir güvenlik sorunu olarak görmeleri Kürtleri “tehlike” olarak mimlendirmiştir. Rojava’ya müdahale sonrasında akıllarda aralanan perdeden dışarıya bakıldığında Kürtlerin Türkiye açısından “tehlike” olmaktan öteye geçmediği hatırlanır. İslamist Türkiye döneminde gerçekleştirilen Rojava müdahalesi, Kemalist Türkiye döneminde Suriye Kürtleri nezdinde yürütülen Kürt politikasını bu sayede akıllara getirir.

Bilineceği üzere Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Suriye’nin bir Fransız mandası olarak kalması ile Kürtler de Suriye’nin yapısının içinde hapsolmuştu. Halep, Hama ve Şam gibi Arap kentlerinde oluşan Kürt varlığının yanı sıra genel olarak da Kürtler Suriye’nin kuzey kesiminde yer alan, Cebel Ekred (Çîyayê Kurmancê) ve Ayn El-Arab bölgelerinde yaşıyorlardı. Bu demografik dağılış aslında Türkiye-Suriye sınırının tespiti ve zemine uygulanması sonucu Kürtlerin sınırın farklı yakalarında kalarak misket misali dağılmalarına neden olmuştu. Kemalist Türkiye’nin Suriye Kürtleri ile ilgili diplomatik müdahalesinin temelinde Kürtlerin yaşadıkları Suriye’nin kuzey kesimlerinde hak iddia ediyor olmaları vardı. Bu dönemler içerisinde çıkan 1925 Şeyh Sait ayaklanmasının bastırılması da Türkiye’nin Suriye’ye yönelik toprak taleplerini daha sıkı bir şekilde dile getirmesine yol açtı. Türkiye daha öncesinden de kendi güney sınırının 1922-1924 yıllarında ele geçirmiş olduğu eski yol boyunca ilerlediğini ilan etmişti. Kemalist Türkiye’nin Suriye politikasının özcesi; Kürtlerin üzerinde yaşadıkları topraklarda yeni mücadele girişimlerinin önüne geçmekten ibaretti. Nitekim Türk-Suriye sınırına ilişkin Türk-Fransız anlaşmazlığını kısmen düzenleyen anlaşmaya 1929 yılında varılarak sorun Türkiye açısından bir çözüme kavuşmuş olur.

Kürt tehlikesi dönemin Türkiye’si açısından önü alınması gereken bir tehlike olduğundan çözüm yöntemlerinin ardı sıra hayata geçirilmesi gerekiyordu. 1937 senesinde imzalanan Sadabad Paktı’na da değinilmeden geçilemez. Türkiye, İran, Irak ve Afganistan devletlerinin yer aldığı Sadabad Paktı, Kürtlerin siyasal açıdan güçlenmelerinin önüne geçiyordu. Her dört devlet de “Yakın Doğu Antantı” olarak da adlandırılan bu paktla Kürtlere karşı ortak mücadele hedefini gözetiyordu. Anlaşmanın 7'nci maddesine bakıldığında bu hedef açıkça anlaşılır. 7'nci madde gereği, “Mevcut kurumları yıkmayı hedef alan, sınır ötesi başka bir ülkenin herhangi bir bölümünde düzen ve güvenliği yıkma gücüne sahip silahlı çete, dernek ya da örgütlenmeye" karşı ortak önlemler alınması, Kürtlere karşı yürütülecek bölge politikasının önemli bir noktasıydı.

Suriye’deki Kürt hareketi ve Kürtler, 20'nci yy. itibariyle bakıldığında Türkiye, İran ve Irak’taki Kürtlerden birçok açıdan düşük bir profilde seyretse de varlıklarını koruma yolundan asla vazgeçmemişlerdir. “Arap Kemeri”ne uzun yıllar maruz bırakılmak Kürtlerin etno-kültürel düzeyini ve sosyo-ekonomik altyapısını ciddi bir seviyede etkilemişse de siyasi açıdan aldıkları pozisyon sayesinde Suriye’deki durumu belirleyen bir aktör olmayı başarmışlardır. Nitekim IŞİD ile mücadelede gösterdikleri askeri başarılar ve beraberinde sürdürdükleri siyasi-diplomatik faaliyetler bunun göstergesidir. Türkiye’nin Rojava bölgesine gerçekleştirdiği askeri harekâtı da bu bağlamda görmeli. İki dünya savaşı döneminden beridir Türkiye’nin güvenlik sorunu olarak gördüğü Kürt varlığına ve uluslaşmasına yönelik sonu gelmeyen girişimleri, son tahlilde Rojava harekâtıdır. Ünlü Rus dilbilimcisi ve Kürdolog N. Y. Marr Kürtler için “ tarihin üvey evlatları” tanımlanmasında bulunur. Marr aslında, Kürtlerin sonu gelmeyen talihsizliğine ve de Rojava müdahalesine de bir nevi mercek uzatmıştır bu sözüyle.

Yararlanılan kaynak:

Kürdistan Tarihi (M.S Lazarev, Ş.X. Mıhoyan, E.İ. Vasilyeva, M.A. Gasratyan, O.İ. Jigalina)

*Sosyolog-yazar