Ekonomik kriz ve otoriterleşme, gelir eşitsizliğini arttırıyor

OHAL, emek hareketleri üzerindeki baskılar, grev yasakları, ekonomik kriz, artan enflasyon ve dahası kur şoku toplumun büyük çoğunluğunu vururken en zengin kesimi pek de olumsuz etkilememiş. Sermaye ve rantiye kesimlerinin, en üst düzey müdür ve yöneticilerin gelirleri artarken, emekçi kesimlerin gelirleri dört yılda ya çok az artmış, ya da düşmüş.

Google Haberlere Abone ol

Cem Oyvat*

TÜİK, her yıl yaptığı Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması sonuçlarını 2018 yılı için açıkladı. Araştırmada toplumun en zengin yüzde 5’lik kesiminin gelirden aldığı payın düzenli olarak artıyor olması dikkat çekiyor. Eşdeğer hanehalkı kullanılabilir fert gelirine göre (1) bakıldığında; en zengin yüzde 5’lik kesimin Türkiye’nin toplam gelirinden aldığı pay 2014 yılında yüzde 19.6 iken, 2017 yılında yüzde 22.3 olmuş ve 2018 yılında ise yüzde 22.4’e yükselmiş. Yani en üst gelir grubunda olanlar, bir süredir nüfusun geneline kıyasla zenginleşiyor(2).

Fakat asıl çarpıcı tabloyu, en zenginden en fakire sıralanan yüzde 5’lik gelir gruplarındaki, 2014-2018 arasındaki reel gelir artışını gösteren Grafik 1’de görüyoruz. Çünkü Grafik 1’e göre en zengin yüzde 5’lik kesimin geliri yüzde 19.6 artarken, diğer bütün gelir gruplarının gelirlerinde en zengin kesimle karşılaştırılamayacak derecede küçük artışlar olmuş. Dört yılda, toplumun yarıdan fazlasının gelirleri reel olarak yüzde 1.5’in altında artarken; toplumun yüzde 95’lik kesiminin gelirlerindeki artış yüzde 4.5’in altında kalmış. Anlayacağınız Türkiye’deki son yıllardaki ekonomik gelişmeler; OHAL, emek hareketleri üzerindeki baskılar, grev yasakları, ekonomik kriz, artan enflasyon ve dahası kur şoku toplumun büyük çoğunluğunu vururken en zengin kesimi pek de olumsuz etkilememiş. Sermaye ve rantiye kesimlerinin, en üst düzey müdür ve yöneticilerin gelirleri artarken, emekçi kesimlerin gelirleri dört yılda ya çok az artmış, ya da düşmüş.

Grafik 1: Gelire göre sıralı yüzde 5'lik gruplar itibarıyla yıllık eşdeğer hanehalkı kullanılabilir fert gelirindeki reel değişim (2014-2018, %)

Grafik 1’deki bir başka ilginç nokta da, en alt gelir gruplarının gelirleriyle, orta ve üst-orta kesimlerin gelirlerinin birbirine yakınsamış olması. Evet, 2014-2018 arasında, en zengin yüzde 5’lik kesimin geliri diğerlerine göre çok daha fazla artmış. Fakat en fakir yüzde 35’lik kesimin (yani en fakir yedi yüzde 5’lik grubun) gelirindeki reel artış da orta gelir gruplarına kıyasla daha fazla olmuş. Yani emekçi kesimlerin kendi içindeki gelir eşitsizliğinde küçük bir azalma var.

Yukarıdaki tezlerimizi, meslek ve eğitim düzeylerine göre fertlerin esas iş gelirlerindeki değişimi gösteren Tablo 1 de destekliyor. Tablo 1’e göre 2014-2018 arasında, girişimci ve üst düzey yöneticileri kapsayan ‘yöneticiler’ grubunun ortalama gelirleri yüzde 18.6 artarken diğer bütün meslek gruplarındaki ortalama gelir ya düşmüş, ya da ‘yöneticiler’ grubunun gelirine göre çok az artmış. Özellikle mimar, mühendis, doktor, öğretmen, akademisyen gibi eğitim düzeyi yüksek çalışanların içinde bulunduğu ‘yüksek profesyonel meslek mensupları’nın gelirlerindeki yüzde 11.2’lik gerileme hayli dikkat çekici. Hakeza, ‘teknisyenler, teknikerler ve yardımcı profesyonel meslek mensupları’ ve ‘teknisyenler, teknikerler ve yardımcı profesyonel meslek mensupları’nın ortalama esas iş gelirleri de reel olarak dört yılda 10’dan fazla düşmüş.

Tablo 1: Meslek türüne ve eğitim seviyesine göre fertlerin ortalama esas iş gelirlerindeki reel değişim (2014-2018, %)

Emekçi kesimler arasında en büyük gelir artışı ise yüzde 4.8 ile ‘nitelik gerektirmeyen işlerde çalışanlar’a ait ki, bu durum nitelikli ve niteliksiz çalışanlar arasındaki gelir farkının kapandığını gösteriyor. Nitelikli-niteliksiz çalışanlar arasındaki gelir farkının kapandığını, eğitim seviyesine göre esas iş gelirindeki ortalama değişime bakınca da görüyoruz. Evet, son yıllarda üniversite mezunu çalışan sayısında artış var (ki bu ortalama geliri biraz yukarı çekiyor), ama üniversite mezunlarının ortalama geliri de reel olarak ciddi şekilde düşüyor. Yani üniversite mezunlarıyla ilgili tek sorun mezunların iş bulamamaları değil! İşi olan, üniversite mezunu ortalama bir çalışanın yaşam standartları da ciddi şekilde geriliyor.

PEKİ GELİR EŞİTSİZLİĞİ NEDEN ARTIYOR?

Ücretlerin toplam gelir içindeki payının gerilemesi aslında rejimin otoriterleşmesinin sıklıkla getirdiği bir sonuç. Mesela Türkiye’deki ücret payları, 12 Eylül Darbesi sonrasında da ciddi şekilde düşmüştü. Tarihteki diğer örneklere bakarsak, mesela Şili’de sosyalist Allende’ye karşı yapılan veya Arjantin’de Juan Peron’a karşı yapılan darbeler de gelir eşitsizliğini emekçiler aleyhine olacak bir şekilde bozmuştu. Hakeza OHAL dönemini kapsayan 2014-2018 yılları arasında da, Türkiye’de tarım dışı müteşebbis gelirinin toplam gelir içindeki payı yüzde 20.9’dan, yüzde 23.0’e çıkarken; toplam maaş, ücret ve yevmiyenin payı yüzde 53'den yüzde 48.9’a inmiş.

Kuşkusuz emek sömürüsünün artmasında, işçi hareketleri üzerindeki baskılar ve özellikle OHAL ile artan grev yasakları önemli bir rol oynadı. Aslına bakarsanız, Gezi Direnişi’nin yarattığı olumlu hava ile Türkiye’de emek hareketleri kısa bir dönem küçük bir zirve yapmış, bu dönemde hem grev nedeniyle kaybedilen gün sayısı hem de greve katılan işçi sayısı 2008 sonrasının en yüksek seviyesini görmüştü. Ama bu gidişat fazla uzun sürmedi. Hele 20 Temmuz’da ilan edilen iki yıllık OHAL ile grev yasakları bir dönem adeta sıradan bir uygulama haline geldi. Erdoğan’ın “OHAL'den istifade ederek grevlere anında müdahale ediyoruz” demesi boşuna değil! 2013’te 307,894, 2014’te 365,134 olan grev nedeniyle kaybedilen toplam gün sayısı; 2016 yılında sırasıyla 98,404’e düştü, 2017 yılında ise 136,941 oldu. Bir tarafta grevler azalırken, diğer yanda uzun süredir artışta olan ve 2018 krizi ile zirveyi gören işsizlik oranı, işçi sınıfının pazarlık gücünü iyice zayıflattı. Bütün bunların üzerine bir de enflasyon oranı zirve yaptı ki, bu zaten sermaye kesimi karşısında pazarlık gücü zayıflayan emekçilerin reel ücretlerinin üzerine adeta tüy dikti.

Türkiye’deki gelir eşitsizliğinin bozulmasına yol açan başka bir önemli bir faktör de banka faizi, tahvil ve diğer finansal varlıklardan elde edilen gelirleri içeren ‘menkul kıymet’ kategorisindeki gelirlerin, 2014-2018 döneminde reel olarak yüzde 29.2 artmış olması. Malum en çok tasarruf yapıp, faiz geliri elde edebilenler en üst gelir gruplarıdır. Nitekim TÜİK verisine göre de 2018 yılında menkul kıymet kategorisindeki gelirlerin yüzde 80.5’i en zengin yüzde 20’lik kesime gitmiş (3). Tabii hal böyle olunca; TL faizlerindeki artıştan ve dolar/Euro’nun değer kazanmasından en çok; TL hesabı ve varlıkları, ya da döviz hesabı ve varlıkları daha fazla olan üst gelir grubu faydalanmış.

EMEKÇİLERİN KENDİ İÇİNDEKİ EŞİTSİZLİKTE AZALMA

Emekçilerin kendi içindeki eşitsizliğinin 2014-2018 yılları arasında azalmış olması da bir açıklamayı hak ediyor. Bu durumda aslında kısmen, Kasım 2015 seçimleri öncesinde HDP’nin asgari ücreti 2 bin TL’ye çıkartmayı vadetmesinin de etkisi oldu. HDP’nin bu iddialı seçim vaadini CHP ve AKP’nin asgari ücret vaatleri takip etti ve yarış seçimleri kazanan AKP’nin net asgari ücreti bin 300 TL’ye çıkartması ile sonuçlandı. Kuşkusuz, 2015 asgari ücret zammı da en çok niteliksiz çalışanları etkiledi. Zammın etkisiyle yıllık asgari ücret/kişi başına düşen gelir oranı 2014-2018 arasında, yüzde 40.4’ten, yüzde 42’ye çıktı. Hem de ücretlerin gelirdeki toplam payının gerilemesine rağmen...

Ayrıca şunu da belirtmekte fayda var: AKP yönetimi iktidara geldiğinden beri, siyasi stratejisinin bir parçası olarak seçmen kesiminin daha önemli kısmını oluşturan eğitim düzeyi daha düşük çalışanları, eğitim düzeyi daha yüksek çalışanların biraz önüne koyuyor. Enflasyon artarken, net asgari ücretin belli bir seviyede kalmış olması da; bir bakıma AKP’nin seçmen kitlesini kaybetmemek için izlediği zorunlu bir strateji aslında. Ayrıca AKP iktidarı, bir yandan emek hareketlerine düşmanca yaklaşırken; diğer yandan gelir eşitsizliğini daha fazla inisiyatifinde olan asgari ücret düzenlemeleri ile veya zekat, sadaka kültürüne de uzak olmayan sosyal yardımlar yoluyla kontrol altında tutmaya daha sıcak bakıyor. Nitekim Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması verilerine göre, emekli ve dul-yetim aylıkları haricindeki sosyal transferler 2014-2018 arasında reel olarak yüzde 32.9 artmış ki, bu da emekçilerin kendi içindeki gelir eşitsizliğinin azalmasında rol oynuyor.

Kuşkusuz meseleye emekçi sınıfı penceresinden bakarsak, ne AKP dönemindeki asgari ücret artışları ne de artan sosyal yardımlar olumsuz gelişmeler değil. Fakat sorun şu ki, ikisi de toplumun yüzde 95’lik kesiminin yaşam standartlarını geliştirmek açısından çok yetersiz kalıyor. Neticede, sermayenin büyük çoğunluğunu elinde tutan en zengin kesimin gelirleri anlamlı bir şekilde artarken; ekonomik krizin de etkisiyle çalışanların ya gelirleri düşüyor, ya da çok az bir oranda artıyor. Emek hareketlerinin zayıf kaldığı ve vergilerin tabandan çok tavana yayılmadığı bir Türkiye’de de gelir eşitsizlikleri bu hızla artmaya devam edecek, ne yazık ki.

(1) TÜİK, hanehalkı düzeyinde toplanan gelirleri birey başına düşen gelirlere dönüştürürken; OECD’nin de kullandığı bir yöntemle, hanedeki yetişkin ve çocuk sayısını dikkate alan bir katsayı hesaplamakta ve bu katsayıyı hanehalkının toplam gelirine bölmektedir. Bu hesaplama sonucunda çıkan fert gelirine “eşdeğer hanehalkı kullanılabilir fert geliri” demektedir.

(2) TÜİK gelir dağılımı verilerini, kendi yaptığı anketlerin sonuçlarına dayanarak çıkartıyor. Fakat TÜİK’in bu anketleri Ali Koç’la, Güler Sabancı’yla veya Ali Ağaoğlu’yla yapıp yapmadığını bilmiyoruz. Muhtemelen anketörler süper zenginlere ulaşamıyor. Benzer bir durum bütün dünyada da geçerli olduğu için, Thomas Piketty ve içinde bulunduğu World Inequality Database (WID) ekibi gelir eşitsizliğini hesaplarken vergi verilerini de kullanıyor. Fakat Türkiye için WID’in hesapları da; hem Türkiye’deki görece yüksek kayıt dışılık, hem de verginin çoğunlukla gelir değil tüketim yoluyla toplanması nedeniyle çok güvenilir değil. Fakat en zengin yüzde 5’in gerçek payının, TÜİK verilerinin de üzerinde olabileceğini buraya bir not olarak düşelim.

(3) TÜİK, menkul kıymet gelirlerinin payını yüzde 20’lik gelir grupları için rapor ediyor. Bu nedenle bu yazıda menkul kıymet gelirlerindeki değişimi yüzde 5’lik gelir grupları için gösteremiyoruz.

*Greenwich Üniversitesi, Ekonomi ve Uluslararası İşletmecilik Bölümü Öğretim Üyesi