Avukatlar, esnaf ve simsarlar...

Türkiye'de avukatlık esas olarak taşranın sağır dünyasının içinde kendi kimliğini bulmuştur. Hukuki yardımdan profesyonel avukatlığa uzanan iki yüz yıllık tarihi süreci içinde ciddi bir ilerleme ve olgunlaşma kaydedememesinin sebeplerinden birisi de buradadır. Dinamik bir düşüncenin, içsel bir gerilimin ve bütün bunlardan doğan bir diyaloğun başarılamamasının sebebini de burada görmek gerekir. İçsel sesi olmayan, herhangi bir gerilim içermeyen, sadece kendi sesi ve kendi çıkarı ile dokunmuş taşralı bir haklılık iddiası beraberinde sadece bir yıkım şiddet ve sağırlık getirir.

Google Haberlere Abone ol

Orhan Gazi Ertekin*

“Avukatlar ve davacılar, sarraflar ve simsarlar, tüccarlar ve fahişeler, zenginlerden sadaka bekleyen bütün işe yaramazlar...” Plautus

Akademisyen Ceren Damar suikasti zanlısının müdafi, duruşmada, sanığın, gerçekte “cinsel taciz suçunun mağduru olduğunu” ileri sürmüş. Duruşma dışı paylaşımlarında ise aynı savunma hattını tamamlamak üzere “cinsel taciz failinin meşru müdafaa kapsamında öldürülmesi eyleminin cezasızlık” gerektirdiği bilgisini ekleyerek avukatlık stratejisi bakımından tercihini ortaya koymuş. Hiç kuşku yok ki bu savunma bütün sıradanlığına ve cinayet davalarındaki rutin kullanımına rağmen Türkiye avukatlık stratejileri tarihinin önemli derslerinden birisi haline gelecektir. Önemini savunmanın içeriğine değil de kamuoyunun ilgisine borçlu olduğu için her çeşitten bilimsel ve popüler ilgi alanına heyecanla ve şaşkınlıkla dahil edilmesi gerçekte şaşırtıcı değildir. Belki asıl şaşırtıcı olan Türkiye’de henüz avukatlık stratejilerine hasredilmiş bir hukuk Fakültesi dersinin olmamasıdır ki bu boşluk daha olaya ilk bakış anında aceleyle “keşfedilmiş” sıradan bir “buluş” veya bir saf “refleks”in hukuki savunma kılığına bürünebilmiş olmasını da sağlayan şey olsa gerektir. Konuya şaşkınlık ve hiddet ile dahil olan her okuyucu için şunu hemen bir kenara kaydederek ilerleyelim:

Genel kamuoyunda infiale neden olan bu savunma çok bildik ve olağan bir savunma türüdür. Hakimin “trajik” kararını genellikle avukatın trajik savunması tamamlayarak hukuk düzeninin tüm küçük oyunlarından teşekkül eden bir sahne ortaya çıkıverir. Türkiye hukukunda “trajik” olan daima “rutin”dir. Ya da rutin olan trajiktir. Bu davada da müdafi savunması ile bir kez daha aynı tarihsel kaderimiz işlemektedir. Peki, hayatımızın olağan hallerinin bir “trajediye” denk gelmesinin sebebi nedir: Türkye hukukunda sadece hakim savcılar ve kurumlar “serbestlik” içinde hareket etmezler. Aynı zamanda avukatlar da aynı serbestliğin fırsatçıları olabilirler. Avukatlıkta “çiğlik” ile “derinlik” bu ikisi arasındaki mesafeyi hesap edecek ölçekleriniz olduğu taktirde sorgulanabilir hale gelir ve bu aynı zamanda hakimi ve savcıyı yaptıkları ile sorgulamamızı sağlayacak bir hukuk kültürü ve düşüncesinin de doğrudan göstergesi olacaktır. Şu halde savunma stratejisini ve avukatlık tarzını kamusallaştırmak ve geniş bir tartışmaya açmak bir görev olmaktadır.

AVUKATLAR SORGULANMALIDIR

Şunu en başından söyleyelim: Her savunma, tıpkı mahkeme kararı gibi , tıpkı hakimin mahkeme ve yargılama idaresi gibi bir kamusal meseledir ve dahi mesleki bir derstir. Avukata kimi ve niye temsil ettiği sorulmaz. Sorulamaz! Sorulmamalıdır! Ama zanlıyı nasıl ve ne şekilde müdafaa ettiği, savunmanın araçları ve sorunu ortaya koyuş biçimi sadece o dava ile ilgili değil bütün bir kamusal hayatımızla doğrudan ilgilidir. Sorgulanır. Sorgulanmalıdır. Hatta sorgulamak bir görevdir. Kaldı ki her ceza davasında savunma davayı inşa ederken bize failleri cinayete veya şiddete götüren bütün o şartlardan nasıl kurtulabileceğimize dair bir anlayış da vaat eder ki bu da failin hiç suçlu olmayabileceği bir dünyanın şahitliğinde bütün bir kamunun, hepimizin suçlu olduğu/olabileceği bir yüzleşme alanını da açar...

Ceren Damar davasında sanık müdafinin savunmasının özel bir ilgiye taşınması zorunluluğu da buradan doğuyor. Bu sorgulamayla sadece Ceren Damar'ın kefaretini talep etmiş olmuyoruz. Aynı zamanda katilin bir daha katil olmayacağı bir toplumsal ve siyasal alanın kurucu ve dinamik tartışmalarını da yapmış oluyoruz.

AVUKAT STRATEJİLERİ

Avukatlık stratejileri bir kültürel inşa olduğu kadar politik bir performanstır da. Hukuksal olanın toplumsalı çözme kapasitesi kadar maruz kalacağımız şiddeti de avukat savunmalarının içerik ve kapasitesinden anlayabiliriz. Avukatlık stratejilerinin belirlenmesi ve uygulama araçlarının geliştirilmesi bakımından genellikle iki temel yol öne çıkmaktadır. Bunlardan birincisi sanığın ve mağdurun kişisel dünyasını açığa çıkarıp orada sonuçlandırmak üzerine kurulu bir taşra yaklaşımıdır.

İkincisi ise fail ve mağduru bir toplumsal dünyanın içine yerleştirip bütün kişisel hallerini politikleştirmek çabasıyla belirginleşmektedir. Bu açıdan bakıldığında Türkiye'de islamcılık tarihinin en önde gelen avukatlarından Bekir Berk'in müvekkillerine “beraat etmek mi yoksa fikrinizin savunulmasını mı istiyorsunuz?” diye sorarak müdafiliğe başlaması yerinde görülmelidir. Avukatlık stratejileri davayı nereye ve nasıl taşımayı tercih ettiğiniz ile doğrudan ilgilidir ve dava karşısında politik bir konum almanın yolu yukarıdaki stratejik tercihlerden birine verilecek cevapla başlar.

Türkiye'de bu soruya verilecek cevap genellikle birinci yoldan kurulmuştur. Sanığa ve Mağdura yönelik ifşa Türkiye’nin geleneksel klişelerinden birisidir ve bazen ve özellikle de göz önünde olmayan davalarda işe yarayabilir. Oysa bu henüz işlenmemiş bir avukatlık refleksinden başka bir şey değildir. Diğer yandan Lincoln suikasti davası bu iki stratejik yolun iki önemli örneğinin evrensel tecrübelerini de vermiştir. Lincoln suikasti sanıklarından George Atzerodt’un avukatı müvekkilini “tanınmış bir ödlek” olduğu için suikastte önemli bir rol alamayacak birisi olarak savunmuştu örneğin. Bu strateji, özellikle mağdura yüklenmenin riskli olduğu dönemlerde tercih edilir ve sanık tüm varlığı ile aşağılanarak savunulur. Bunu karşılık aynı davada sanıkların yataklığını yapmakla suçlanan Mary Surratt’ın avukatı Frederick Aiken ise delillerin hukuki güvenilirliği ve giderek hak ve yurttaşlık temelli bir savunma ile peşin yargılara karşı durmayı tercih etmişti. Peki bu stratejik savunma tercihi nasıl bir politik ideolojik dünyanın içinden yükselmektedir. Şimdilik ilk stratejik tercihin avukatlığı nasıl bir zihniyet örgüsü içinde kurduğu ve bir avukat olarak başarısı üzerine durmak istiyorum.

TAŞRANIN SİMSARLARI

Türkiye'de avukatlık esas olarak taşranın sağır dünyasının içinde kendi kimliğini bulmuştur. Hukuki yardımdan profesyonel avukatlığa uzanan iki yüz yıllık tarihi süreci içinde ciddi bir ilerleme ve olgunlaşma kaydedememesinin sebeplerinden birisi de buradadır. Dinamik bir düşüncenin, içsel bir gerilimin ve bütün bunlardan doğan bir diyaloğun başarılamamasının sebebini de burada görmek gerekir. İçsel sesi olmayan, herhangi bir gerilim içermeyen, sadece kendi sesi ve kendi çıkarı ile dokunmuş taşralı bir haklılık iddiası beraberinde sadece bir yıkım şiddet ve sağırlık getirir. Oysa ikna etmek ancak karşıdakinin çıkarını görerek ve onun dünyasını gerilimin yapıcı bir unsuruna dönüştürerek mümkündür. Bu olmazsa ucuz bir uyanıklıktan medet umulur hale gelir. Türkiye'de Avukat işte bu taşralı zihniyetin yeniden inşa edildiği yerlerden başlıcasıdır. Taşranın dünyası kendini geniş bir iktidar ilişkilerinin içine yerleştirecek bir politik zihne yabancıdır. Her şey karşıdaki ile kendi arasındaki çıkarların dağıtıldığı ilişkide varlığını ve hükmünü sürdürür. Sıradan ve anlık bir refleksin bir hukuki savunma, gelişigüzel bir korunma duygusunun bir buluş olarak özgüvenle sunulabilmesinin arkasında bu taşralı zihniyetin gücü vardır. Avukatlığın bu taşralı esnaf hali kendini ve müvekkilini kamu karşısında aşağılamaktan başka bir şey yapmaz oysa.

AVUKATLIK VE VİETNAM SENDROMU

Özel timci bir baba, polis memuru bir anne, babanın silahı, FETÖ'den ihraç edilip yeniden iade edilmiş bir annenim çocuğundan bahsediyoruz. Bütün bunlar bize sadece Ceren Damar cinayetinin ipuçlarını değil bir Türkiye kaderinin öngörülebilir hikayesini sunuyor aslında. Ve dahası suç mahallinin ve aktörlerin bu tasnifi aynı zamanda bu aktörlerin başına gelenlerle başa çıkma yöntemlerini de ortaya koyuyor. Avukat, aynı başa çıkma yöntemlerine sahip çıkarsa sorun orada başlayacaktır. Ceren Damar cinayetinin sadece bir cinayet olmadığı Türkiye'nin iktidar pratiği ve siyaset kültürü ile ilgili olduğu pek açık. Daha açık ve net olarak söylemek gerekirse Türkiye tarihinde Vietnam sendromunun tezahürlerine dair en çarpıcı örneklerinden birini hukuksal savunmaya taşımak yerine taşranın çiğ ve o ölçüde gülünç dehlizlerinde yol açmak Türkiye avukatlığı açısından oldukça temsil edici bir örnek olarak kalacaktır...

AVUKATLIK MI, SİMSARLIK MI?

Plautus, forumu tarif ederken öfkesini yanlış biçimde açığa vurmuştu aslında. Avukatlar, sarraflar, esnaf, hakimler, fahişeler, simsarlar gerçekte aynı toplumsal dünyanın verili ilişkileri üzerinden varlıklarını sürdürürler. Fakat bunlardan hangisi olursak olalım bizi birbirimizden ayıran şeyin statülerimiz ve verili rollerimiz olmadığını bilmesi gerekirdi onun. Kendi statü ve konumlarımızı nasıl içeriye çekip taşralı bir çıkara teslim ettiğimiz ile dışarıya doğru taşırıp nasıl politikleştirdiğimiz arasındaki tercihle alakalı olduğunu bilmeliydi. Başımıza gelenlerle nasıl başa çıkmayı tercih ettiğimiz ile ilgili olduğunu fark etmeliydi. Bazen bir fahişenin gücü veya bir avukatın-hakimin zayıflığı işte bu tercihten doğabilir...

* Demokrat Yargı Eşbaşkanı