Herkes otursun, iki laf edelim

Neresinden bakarsan bak haber değeri olan bir tablo… Göstergebilim ağlıyor. Baksanız AKP kadroları danışmandan geçilmiyor ama herhalde, “bu fotoğrafı vermek bizim seçmenin algısına acizlik şeklinde yansıyabilir” diyen bir kişi bile çıkmamış. Çıkmasın.

Google Haberlere Abone ol

Ulaş Altuner*

Memleket ilginç fotoğraflarlar vermeye devam ediyor. Öbek öbek insan, muhtelif ve ekseriyetle muhalif partilerin binaları önünde oturup dertlerine derman bekliyor. Kimse karışmadan, biber gazına, copa, tartaklanmaya, hakarete maruz kalmadan uzun uzun, geniş geniş oturuluyor bu eylemlerde.

Üç beş kişi bir araya gelip bir yerde beklemeye kalksan, hatta Taksim Meydanı’nda ‘duran adam’ olsan birkaç dakikaya kalmaz koluna girer götürürler. Eylemi HDP ya da CHP önünde yaparsan süre sınırlaması yok. Herhangi bir sınırlama yok. İster post ser ister çadır kur. Yedi yirmi dört canlı yayın hizmeti, çay, top kek, ince kaşarlı sandviç pakete dâhil. Oturma eylemleri sıralı tam listesi yapamam ama iki haftadır gündemimizi işgal eden bir dizi eylemde göze çarpan çifte standart durumu izah etmeye yeter diye düşünüyorum.

Ekonomiden dış politikaya, terörden işsizliğe ülkede yolunda gitmeyen her şeyi muhalefete fatura eden ve bunu seçmenine de bir şekilde satabilen iktidar, kendisini köşeye sıkıştıran her toplumsal tepkiye bir kitlesel tepki icat ederek karşılık vermeye gayret ediyor. Bunu yaparken de doğru düzgün bir planlamaya hatta iyi bir kurguya bile ihtiyaç duymuyor. ‘Yerseniz’ deniyor ve genellikle de yeniyor.

Çocuklarının PKK tarafından kaçırıldığı iddiası ile bazı aileler (annelerin sözcülüğünde) Diyarbakır HDP binası önünde oturmaya başladı. Eşliklerinde bakanlar, iktidar partisinin milletvekilleri var. Devleti yöneten kadro, oy oranı yüzde 9 ila 13 civarında gidip gelen, pek çok üst düzey yöneticisi hapiste olan, seçimle aldığı belediyeler bile kayyım marifetiyle bir günde elinden alınan muhalefet partisinin önünde umut nöbetinde.

İçişleri Bakanı ‘kaçırılan’ çocukları istemek için HDP önüne gidiyor madem, ben Hazine Bakanı olsam saniye durmam, yüksek enflasyonu protesto için HDP binasının gölgesine otururum. Ya da Çalışma Bakanıyım diyelim, ‘TÜİK rakamlarına göre 4,2 milyon işsiz var, HDP uyuyor mu’ döviziyle gider eylemimi yaparım.

Neresinden bakarsan bak haber değeri olan bir tablo… Göstergebilim ağlıyor. Baksanız AKP kadroları danışmandan geçilmiyor ama herhalde, “bu fotoğrafı vermek bizim seçmenin algısına acizlik şeklinde yansıyabilir” diyen bir kişi bile çıkmamış. Çıkmasın.

Bu fotoğraflar AKP’nin artık önemli bir kısmını MHP’ye kaptırdığı ifade edilen milliyetçi-muhafazakâr kitlesini çemberin içinde tutmak için kaşıyabileceği çok fazla konu kalmadığını gösteriyor. Bir taraftan artık gizli kapaklı bir tarafı kalmayan çözülme-dağılma sürecindeki geminin deliklerini tıkamakla uğraşırken diğer taraftan erken ya da vaktinde bir seçimde önündeki en somut ve öncelikli sorun olan Kürt oyları konusunda ne yapacağını bulmaya çalışıyor.

Diyarbakır’daki oturma eylemi için “Siyaset üstü bir direniş” başlığı gözüme ilişti. Gerçekten öyle. Bakanlar bile kaldırıma oturduysa belli ki siyaseti falan aşan bir durum var ortada. Mikrofon uzatılan annelerin çocuklarının kayboluş hikâyelerinde bazı derin boşluklar ve tutarsızlıklar göze çarpıyor. Dinleyince, ‘bu işi siyaset falan değil çözse çözse Müge Anlı çözebilir’ demekten kendinizi alamıyorsunuz.

Görebildiğim kadarıyla Müge Anlı orada değil. Fakat hiç şaşırtıcı olmayan bir şekilde kadrolu ünlüler saniyesinde olay mahalline intikal etmiş durumdalar. Onlar ninja timi gibi aniden zuhur edip puf diye kayboluveriyorlar. Yadırgamıyoruz. Halka mal olmuşluk böyle bir şeydir. Toplumsal yaralar karşısında duyarlılık gösterip harekete geçmek, farkındalığa katkı sağlamak falan… Şık hareketler bunlar.

AKP’nin Hisseli Harikalar Kumpanyası gibi şehir şehir, eylem eylem gezdirdiği ünlü özel timi Diyarbakır’da, HDP önünde oturan annelerin acısını paylaşırken, bir taraftan da neredeyse çeyrek asırdan bu yana evlatlarının akıbetini, cesedini, kemiğini, mezarını; hiç değilse bir son sözünü, eşyasını, izini bulmak umuduyla nöbet tutan Cumartesi Anneleri ile de empati kurmuşlardır herhalde. Mutlaka bu yakınlarda bir gün kalkıp Galatasaray’a da gidecek ve onların da acısına, umuduna ortak olup destek vereceklerdir. Zira üzüntülerinin samimiyeti yüzlerinden alenen okunabiliyor.

Kendilerini “Mağdur Annesi” olarak adlandıran kadınlardan oluşan bir başka grup anne AKP’nin Sütlüce’deki il binası önünde oturdu. Ya da oturmaya yeltendi. 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında tutuklanan oğullarının serbest bırakılması talebiyle orada bulunuyorlardı. Herhangi bir bakan ya da ünlü katılımı gözlenmeyen eylem kısa süre içinde karga tulumba tekniğiyle yapılan müdahale neticesinde son buldu.

Anneler Galatasaray’da, Sütlüce’de, Diyarbakır’da otura dursun, İBB’de işten çıkarılanların bir bölümü CHP önünde oturma eylemi başlattı. Arada gerçekten mağduriyete uğramış varsa kusura bakmasın ama kamuya mal olduğu üzere oturanların çoğunluğu bankamatik kadrosuysa, oturduğu yerden maaş alan bir topluluk için son derece yerinde ve subliminal mesajı da güçlü bir eylem modeli tercih edilmiş.

AKP önündeki bir başka ‘eylem girişimi’ ise başlamadan buharlaştırıldı. KHK ile ihraç edilen bir vatandaş eylemine başlamak üzere geldiği AKP binası önünde daha oturup bir soluklanamadan paket edildi.

Her şeyimiz gibi protesto hakkımız da zamanın ruhuna göre modifiye edilmiş durumda. İktidarın duvarında ‘memnuniyetinizi bize, şikâyetinizi muhalefet partilerine bildiriniz’ tabelası var. Canınız neyi protesto etmek isterse edebilirsiniz. Tek kural, bunu AKP’ye karşı yapmamak…

Zamanında hükümetin bir numarası Bülent Ecevit’e atılan yazar kasanın bugünün koşullarında atıldığını hayal edemezsiniz mesela. Gençliğinizi alırlar. Protestodan vazgeçtim, eğer dile getirdiğiniz problem bir şekilde hükümete atfedilebiliyorsa bunu arz etmeniz bile sizi birilerinin maşası, provokatör, hain yapmaya yeter.

Kasanızı masanızı alın, gidin CHP’ye atın. “Bittik Sayın Kılıçdaroğlu, takatimiz kalmadı, yeter artık” diye isyan edin. HDP’nin önünde oturup işsizlikten yakının. Saadet Partisi’ne ‘ne olacak bu mülteci meselesi’ diye sorun. İyi Parti’yi ‘aile içi şiddet neden bu kadar arttı’ diye azarlayın.

Bütün yükü de iki üç partiye yıkmayın. Hiçbir partiye ötekileşmiş hissettirmemeye, memlekette temsil edilen her siyasal düşünceye payını vermeye dikkat edin. Birileri bir punduna getirip Vatan Partisi önünde de oturma eylemi yaparsa iyi olur. Haftada bir gün de DSP, LDP ve ANAP’a gidilsin. Gücenmesinler. TKP kendi protestosunu kendi organize eder. ‘Bir şeye ihtiyacınız var mı’ diye sorulsa yeter. Yeni kurulanları da ihmal etmeyin. ‘Yeni bir AKP’ye hiç ihtiyaç yok’ derken iki tane birden kuruluyor. Tabelayı asar asmaz onları da birer protestoyla hayırlamak lazım. Memleketin bu kadar sorunu varken parti kuruyorlar sonuçta.

Hazır herkes oturmuşken şöyle sakin sakin bir konuşalım. Konuşmamız gereken şeyler var. Erteliyoruz, inkar ediyoruz, içimizde şişip şişip ödem yapıyor.

Etrafa bakıyorum, her yerde beti benzi atmış, yarınından kaygılı, yılmış insanlar var. Az buz bir insandan söz etmiyoruz. Çok ama bir şekilde çoğunluk olamamış insanlar bunlar. Bu insanlar, yüzde 51 civarında bir çoğunluğa tutunanlarca hiç yaşamak istemedikleri ve hak etmediklerini düşündükleri bir ülkeye mahkûm edildiklerini hissediyor.

‘Demokrasi eşittir çoğunluk’ olarak tanımlanınca, demokratik hakların özgürce kullanımından da yalnızca bu çoğunluğu temsil edenler faydalanabiliyor. Onlar istedikleri yerde oturup istedikleri eylemi yapabiliyor. Diğerlerinin talepleri bir şey ifade etmiyor. ‘Tepkinizi sandıkta gösterin, çoğunluk olun, siz de ne isterseniz yapın’ deniyor.

İktidar partisi kendisine oy veren herkesin, her konuda ve kesin olarak kendisiyle hemfikir olduğunu kabul ediyor. Toplumun diğer yarısını temsil eden yeniklere dayattıkları her şeyin de kendi çoğunlukları tarafından istisnasız kabul ettiğini varsayıyor. Tepki çeken her uygulama rakamlarla, dayanağı meçhul toplumsal taleplerle, ezberlenmiş ya da Yeni Türkiye için icat edilmiş değerlerle çerçeveleniyor. Böylece her şey demokrasinin doğal sınırları içinde kalmış oluyor.

Oturmuş bir demokraside çoğunluğa dâhil olamayanların meclisi sokaktır. Orada konuşur, seslerini oradan duyururlar. Yasamayı, yürütmeyi, yargıyı ve medyayı tümüyle zapt edip kendi çoğunluğunun hizmetine sunan iktidar şimdi sokağı da alıp onlara vermek istiyor. Kurma kollu medyadan, sosyal medya trollerinden çıkan ses yetmedi, yetmiyor. Sesinin yankısı ne kadar suni olursa olsun sokaktan da gelsin istiyor. Çünkü çoğunluğu göze sokmayınca bir süre sonra o çoğunluk ortada yokmuş hissi yaşanır. Ne kadar çok insan ne kadar çok ses çıkarırsa, sokağa yamanan talepler de o kadar meşru olacak.

“Demokrasi istatistiklerin istismar edilmesidir” buyuruyor Borges. Bugün maruz kaldığımız şu riyakârlığı anlatacak söz arasak bundan iyisini kimse söyleyemezdi.

*İletişim Uzmanı