Şefkatinden vazgeçtim mezarımdan taş çalma

Eğitimcilerin bilmesi gereken çocuğun zeka puanı değil çocuğun kim olduğu, hangi kültürel koşullarda yaşadığı, içinde yaşadığı kültürün çocuğun deneyimlerini, yapabilirliğini ve bakış açısını nasıl şekillendirdiğidir. Çocuk gelişimi önceden belirlenmiş aşamalardan geçen durağan bir süreç olmadığı gibi her çocuk için farklılık göstermektedir.

Google Haberlere Abone ol

Ebru Ergin*

“Zarar vermeme ilkesi” bireylerin profesyonel bir hizmet alırken fayda sağlamaktan daha öncelikli olarak korunması gereken hakları bağlamında ele alınan bir ilkedir ve sıklıkla da tıbbi uygulamalarda ve tıp etiği tartışmalarında karşımıza çıkmaktadır. Bu ilkenin sıklıkla kullanıldığı alanlardan bir tanesi de psikolojik hizmet alanıdır ve psikolojik hizmetlerin etik standartlarının belirlendiği birçok belgede bu ilkeden ayrıntılı biçimde söz edilmektedir.

Çocukların hayatlarının çok önemli bir bölümünü geçirdikleri eğitim ortamlarında da bu ilkenin ne denli önemli olduğu aşikâr olmakla birlikte çok da üzerinde durularak tartışılan bir ilke olmadığı açıktır. Çünkü eğitim ortamları çocuklar için hem olmazsa olmaz hem de fayda sağlayan ortamlar olarak şekillenmiştir zihinlerimizde. Ancak zarar vermeme ilkesi tam da işte bu faydayı sağlama motivasyonunun olduğu aşamada önemle üzerinde durulması gereken bir ilkedir ve çocuk koruma politikasıyla ve çocuğun katılımı ilkesi ile de doğrudan ilişkilidir.

10 Eylül 2019 tarihinde çıkan haberlerden Milli Eğitim Bakanlığı bünyesinde eğitime devem eden tüm öğrencilerin (çocukların) zeka taramasının yapılacağı bilgisini edindik. Haberden bir alıntı şu şekilde:

e-rehberlik sistemi ile tüm çocukların her türlü sosyal, duygusal, bilişsel becerilerine ilişkin kayıtların ilkokul birinci sınıftan itibaren tutulacağını söyleyen Selçuk, sistemle ilgili şu bilgileri verdi:

"ASİS dediğimiz yerli zekâ ölçeğiyle ve başka tarama testleriyle bunu yaptık ve önümüzdeki 2-3 yıl içerisinde bütün Türkiye’deki taramayı bitireceğiz. Bu anlamda sadece bizim bir zekâ taraması olarak değil ama rehber öğretmenlerimiz marifetiyle çocuklarımızın her türlü ilgi ve yeteneklerinin belirlenmesi için e-rehberlik sistemini kurduk, pilotu yapıldı, bu eğitim-öğretim yılında e-rehberlik çalışması başlayacak, bunun da lansmanı yapılacak ve ilk kez bu sene başlayacak.

Söz konusu haber aracılığıyla Milli Eğitim Bakanlığı’nın tüm öğrencilere zeka testi yapılması ile ilgili topyekün bir çalışma başlatmış olduğunu görüyoruz. Kısa haber metninde uygulamanın nedenine ilişkin sınırlı sayıda bilgi verilmiş olsa dahi insan “neden ve nasıl” diye sormaktan kendini alamıyor. Bakanlık neden böyle bir bilgiye ihtiyaç duymuş olabilir? Bunun cevabını henüz bilmiyoruz ama biraz zeka hakkında düşünelim bakalım.

Zeka, genel olarak, akıl yürütme, planlama, problem çözme, soyut düşünme, karmaşık düşünceleri kavrama ve sadece kitaplardan değil deneyimden de öğrenebilme kapasitesi olarak tanımlanmaktadır. Zeka aynı zamanda çevreye uyum sağlama becerisi olarak da tanımlanmaktadır. Birçok bileşeni olan zekanın bazı özel durumlarda, standardize edilmiş bilimsel ölçüm araçlarıyla ölçülmesi gerekebilmektedir. Nedir peki bu özel durumlar? Örneğin bir kişinin ceza ehliyetinin olup olmadığının anlaşılmasında zeka ölçümü yapılabilmektedir. Veya bazı çocuklar bazen doğuştan bazen de çevresel etkenlerle kendi yaşıtlarından daha sınırlı veya yaşıtlarının daha üstünde zihinsel, sosyal, duygusal kapasiteye sahip olabilirler ve bu çocukların yaşam durumlarının düzenlenmesi, kapasitelerine uygun eğitim alabilmeleri için yapılacak değerlendirmede zeka ölçümü bir araç olarak kullanılabilmektedir. Ancak bunun yapılması için öncelikle buna ihtiyaç olduğuna karar verilmesi gerekmektedir. Burada, kısaca, özel koşulların olması durumunda kendisine başvurulması gerekliliğinden söz edilen zeka ölçümünün, bir ülkede eğitim öğretim sistemine kayıtlı tüm öğrencilere yapılacak olmasının nedenini elimizdeki bilgilerle anlayabilmek çok mümkün olmayacak gibi ancak böylesi bir uygulamanın çocuklar açısından doğurabileceği risklere değinmek için önümüzde bir engel yok.

Öncelikle böyle bir uygulama Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin temel ilkelerinden biri olan “ayrım gözetmeme” ilkesini ihlal etmektedir. Çocukların farklı fiziksel, sosyal, ekonomik, kültürel ve psikolojik özellikleri ve becerileri ile bu özellik ve becerilerin gelişmesinde etkisi olan çevresel koşullar (kültür, toplumsal yapılanmalar vb.) her çocuğun gelişimini farklı olarak etkilemektedir. Ve çocuk haklarına duyarlı ve çocuk odaklı bir eğitim sisteminin de çocukların biricikliğini, farklı gelişimsel kapasitelerin ve gelişen kapasitelerini dikkate alacak şekilde yapılandırılması ve uygulanması gerekmektedir. Ancak söz konusu uygulama çocuklar arasındaki bilişsel, sosyal, duygusal kapasite farklılıklarını sayısal değerlere indirgeyerek çocuklar arasında ayrımcı uygulamaların ortaya çıkmasına zemin hazırlama potansiyeline sahiptir. Söz konusu ayrımcı uygulamalar yetişkinler tarafından ortaya konabileceği gibi çocuklar arasında da ortaya çıkabilir. Yetişkinler arasında sıklıkla gözlemlenen güç ilişkilerinin, çocuklar arasındaki ilişkilerde de görülebildiği unutulmamalıdır.

Diğer yandan söz konusu uygulama birçok etik ihlalin de ortaya çıkmasına zemin hazırlayacaktır. Psikoloji biliminin uygulamalarında etik kavramı oldukça önemli bir yere sahiptir. Etik ilkeler, uygulayıcıları, hizmet alanları, araçları ve yöntemleri ele almakta ve adli süreçler, klinik uygulamalar, araştırmalar ve eğitim-öğretim ortamındaki uygulamalar gibi çok çeşitli uygulama alanlarını kapsamaktadır. Yanlış tanı koyma, test puanlarının yetersiz yorumlanması, test sonuçlarının uygun olmayan bir şekilde açıklanması ve testlerin yeterli eğitime sahip olmayan kişilerce yapılması başlıca etik ihlaller arasında sayılabilir.

Ülkemizde zeka testlerinin kullanımına ilişkin maalesef çok sayıda yanlış uygulama söz konusudur. Ailelerin, çocuklarının zeka düzeyini merak etmeleri, öğretmenlerin sorunun kökenini bilmeden aileleri zeka ölçümüne yönlendirmeleri ve zeka testlerinin ehil olmayan kişilerce uygulanarak ailelere uygun olmayan bilgilerin verilmesi en sık karşılaştığımız etik dışı uygulamalardır. Test uygulamalarında bireye ve aileye doğru geri bildirim vermek psikoloğun etik sorumluluğudur. Eğitim sistemi içerisindeki tüm öğrencilerin zeka taramalarının yapılması başlı başına bir etik sorun teşkil ederken bu kadar fazla sayıda çocuğun ailesine yeterli düzeyde geri bildirim verilemeyeceği de açıktır. Unutulmamalıdır ki geliştirilme amacına ve uygulama kurallarına uygun kullanılmadığında testler, öğrencilerin ve ailelerin zor durumda kalmalarına neden olmaktadır.

Üzerinde durulması gereken diğer bir önemli konu ise söz konusu uygulamalara karar verilirken çocukların görüşüne başvurulmamasıdır. Türkiye’nin de taraf olduğu Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin 12. Maddesi çocukların “katılım hakkı” ile ilgilidir. Ve katılım hakkı çocukların gelişen kapasitelerinin dikkate alınmasını ve kendi hayatlarıyla ilgili konularda görüşlerinin alınması ile bu görüşlere saygı duyulması gerekliliğini ifade etmektedir. Peki bu uygulama planlanırken çocukların görüşleri alınmış mıdır acaba veya alınacak mıdır?

Eğitimcilerin bilmesi gereken çocuğun zeka puanı değil çocuğun kim olduğu (yaşı, özel ihtiyaçları, ekonomik/sosyal durumu vb.), hangi kültürel koşullarda yaşadığı, içinde yaşadığı kültürün çocuğun deneyimlerini, yapabilirliğini ve bakış açısını nasıl şekillendirdiğidir. Çocuk gelişimi önceden belirlenmiş aşamalardan geçen durağan bir süreç olmadığı gibi her çocuk için farklılık göstermektedir.

Milli Eğitim Bakanlığı tarafından uygulanması planlanan zeka taramasının neye hizmet edeceğini bilmiyoruz ancak çocukların daha nitelikli eğitim almaları için gerekli bir uygulama olmadığını söylemek zor değil. Bu bağlamda, bir kuruluş tarafından yapılması planlanan çalışmanın, projenin ve hatta uzun vadede kuruluşun stratejik planının sonuçlarının ya da tüm bu süreçlerin kendisinin, çocukların hayatında nasıl bir olumlu değişime yol açacağı net bir şekilde belirlenemiyorsa zarar vermeme ilkesi gereği söz konusu çalışmanın hayata geçirilmesinin tekrar düşünülmesi gerekmektedir.

Ve açıklanmayı bekleyen bir soru daha; aile veya çocuğun kendisi uygulamaya karşı çıktığında çocuğun eğitim süreci bu karardan nasıl etkilenecek?

*Uzman Psikolog