Aşura'dan aşırılanlar

Öğlene kadar süren Aşura günü merasiminde eskiden kefen giyilir, ellerinde kılıçlarla dinsel sloganlar eşliğinde Hüseyin’i anarlar, ezan okunurken de ellerindeki kılıçlarla başlarında önceden tıraş edilmiş yerlere vururlardı, giydikleri kefenler kana boyanırdı. Ancak İran’ın şimdiki dini rehberinin ilk icraatlarından biri, bu kefen giyerek kılıçla baş yarma ritüeline bir son vermek oldu

Google Haberlere Abone ol

Farhad Eivazi

Kameri takvimin ilk ayı Muharrem’dir. Bu ayda kan dökmek yasaktır. Muharrem ayı denildiğinde İran’da ilk akla gelen Kerbela olayıdır. Türkiye’de ise genel olarak insanların aklına gelen, benim bir yabancı olarak gözlemlediğim kadarıyla, elbette aşuredir; insanlar, şimdilerde epey azalsa da birbirlerine aşure yapıp dağıtarak bir geleneği devam ettiriyorlar ama bunun dini köklerinin Caferi-Şiîler gibi belli mezhep grupları dışında bilindiği ya da önemsendiği söylenemez. Şiî ve Sünni mezhepleri arasında bin 400 yıldır süren iki ihtilaftan biri peygamberden sonra halifeliğin kime geçeceğine dairdir, diğeri ise Kerbela olayıdır. Mezhepsel ayrışma bu iki tarihi olayla başlar.

İran’da Muharrem ayında, Kerbela şehitleri on gün süren dini ritüellerle anılır. Muharrem ayının ilk gününden başlayarak sekizinci gününe kadar insanlar ya her akşam camilerde, dergahlarda toplanır, başlarına, göğüslerine vurarak gece geç saatlere kadar ağıt yakarlar ya da iki saf halinde kortej düzenleyerek caddelerde yürürler. Yürüyenlerden biri mersiye okur, diğerleri de göğüslerine elleriyle, sırtlarına zincirlerle vurarak, başlarının üzerinde kılıç dolandırarak, davullara ve mersiye okuyana eşlik ederler. Gece geç saatlere kadar süren bu sesler, merasimler, yürüyüşler, davullar hastaların, yaşlıların, bu ritüeli onaylamayanların kabusu olacak kadar sosyal hayatta belirgin bir değişim yaratır. Davulların, hoparlörlerin, bayrakların, alemlerin ve daha birçok kalemin masrafı devlet kurumlarınca, varlıklı kişiler tarafından ya da adaklardan gelen paralarla karşılanır. Ancak mersiye okuyan kişi, merasimde gönüllü çalışan ve tek kuruş almayan yüzlerce kişiden farklı olarak ücret alır.

Sekiz gün süren bu merasimlerin ardından en önemli iki gün gelir, Tasua olarak adlandırılan 9'uncu gün ve Aşura denilen 10'uncu gün. Bu iki gün, acil durumlar için hastaneler, itfaiye, kolluk güçleri gibi temel kurumlar dışında her yer kapalıdır. Tasua sabah erkenden başlar gece geç saatlere kadar devam eder, her yerde masrafları kurumlar ya da kişilerce karşılanan herkese açık sofralar kurulur, yemekler verilir. Aşura yine sabah erkenden başlar merasim ve öğlen ezanına kadar sürer, namazdan sonra her şey sona erer, bir sessizlik başlar. Bu her şeyin durması ve sessizliğe bürünmesi Hüseyin’in şehit olduğu saati, günü sembolize eder.

Öğlene kadar süren Aşura günü merasiminde eskiden kefen giyilir, ellerinde kılıçlarla dinsel sloganlar eşliğinde Hüseyin’i anarlar, ezan okunurken de ellerindeki kılıçlarla başlarında önceden tıraş edilmiş yerlere vururlardı, giydikleri kefenler kana boyanırdı. Ancak İran’ın şimdiki dini rehberinin ilk icraatlarından biri, bu kefen giyerek kılıçla baş yarma ritüeline bir son vermek oldu. Bunda Batı’daki imajın vahşi görüntülerle zedelenmesinin engellenmesi amacı da vardı. Çocukların zihinlerinde, hafızalarında travmatik etkiler yaratan, pek çok aydının vahşet olarak niteleyip son bulması için çaba gösterdiği bu merasimler artık yasak.

Aşura gününe özel ritüellerden biri de “Şebeh” ya da “Taziye” olarak adlandırılan Kerbela olayının canlandırılmasıdır. Bu canlandırma kültürü yalnızca İran’a özgüdür ve Şiiliğe de İran kültüründen geçmiştir. İran’ın İslamlaşmasında ilk yapılan icraatlardan biri sanatsal faaliyetlerin yasaklanması olmuştur. Hicri 400'üncü yy’ye kadar İran’da sanatsal hiçbir faaliyete izin verilmez. Müezzil Dövle Deylemi Bağdat’ı aldıktan sonra Sünni din adamlarının karşı çıkmasına rağmen Kerbela olayını anmak üzere ağıt yakılması ritüelini başlatır. Tasua ve Aşura günü çarşı pazarı kapattırarak herkesi bu merasime katılmaya mecbur bırakır. Sonraları da Hazar kıyısında ve Azerbaycan bölgesinde bu ağıt yakarak anma merasimi yapılmaya başlanır.

Zaman içinde bu ağıt yakma merasimine Kerbela olayında yaşananları canlandıran bir bölüm eklenir. Önce ağıt yakma merasimi yapılır arkasından da canlandırma yapılır. Çoğunlukla oyuncular erkektir, öyle ki hazreti Zeyneb’i dahi bir erkek oyuncu canlandırır. Oyunu mutlaka bir yönetmen yönetir, iyiler ve kötülerden oluşan iki grup ve bir de anlatıcı vardır. Yönetmenler kadın rolleri için sesleri biraz daha ince erkekleri seçerlerdi. Normalde köylerin şehirlerin meydanlarında, açık alanlarında sergilenen canlandırmalarda müzik aleti olarak da davullar ve şeypur denen trompete benzeyen üflemeli çalgılar kullanılırdı. O dönemin kostümleri, at ve çadır olmazsa olmazlardandı. Bu canlandırmalar İran’ın farklı bölgelerinde yerel kültürel özelliklerle birleşerek başka karakterler kazanmışlardır. İmam Hüseyin taraftarları yeşil ya da siyah kıyafetler giyerler, asli kişilerin yüzleri görülmez ama diğerlerininki görülür. Kötü saftakiler ise kırmızı giyerler, daha sert çizgiler taşıyan makyajlar yaparlar. Anlatıcı bir metin üzerinden Kerbela olayının anlatır, anlatının arasında canlandırmalar yapılır.

Taziye şöyle sonlanır: Hüseyin’in safındaki bütün erkekler tek tek gelip savaştıktan sonra şehit olurlar. Yezid tarafındakiler Hüseyin’in safındaki çadırları yakarlar, kadınları, çocukları zincirleyip götürürler. Bundan sonra ağıt yakılmaya başlanır, izleyiciler ağlamaya devam ederler.

Taziye zaman içinde değişime uğramıştır ancak temelde araştırmacıların saptadıklarına göre üç perdeden oluşmaktadır. İlk perdede Hüseyin’in haksızlığa uğraması, Küfelilerle anlaşarak yola koyulması; ikinci perdede Aşura gününde yaşanan olay; üçüncü perdede Hüseyin’in yanındaki kadınlarla çocukların Küfe sokaklarında zincirlenmiş vaziyette aşağılanarak teşhir edilmesi anlatılır. Bu bölümlendirme İranlı ünlü yönetmen ve geleneksel ayinler uzmanı Behram Beyzayi’nin araştırma ve tespitleri sonucunda oluşturulmuştur.

Bu konudaki başka bir araştırmacı Cemşid Melekpur’un taziye merasiminde kullanılan anlatı metinlerinin neden birbirinden bu kadar farklı olduğuna ilişkin son derece çarpıcı bir iddiası söz konusu. Her bölgenin kendine özgü yerel kodlarının anlatı metinlerine aktarılması bu değişimlere yol açtığı gibi el yazması yoluyla çoğaltılmaları da yazıya geçmeleri sırasında birtakım ekleme, çıkarmalara maruz kalarak değişimlere uğramalarına yol açmaktadır diyen Melekpur bu metinlerdeki farklılıklarda bir etkenin de Vatikan kütüphanesindeki Kerbela olayına ilişkin belge ve kitapların tercüme edilerek bunların da taziye metinlerine eklenmesi olduğunu belirtmiştir.

Taziyenin ağıt merasiminden ne zaman bu canlandırma tiyatrosuna dönüştüğü bilinmemektedir ancak bugünkü formatına ulaştığı, kurallarla tiyatralleştiği dönem Kacar hanedanı dönemidir. Safaviler döneminde Batı'dan İran’a gelen seyyahların yazdıklarında da bu tiyatral ögelerden bahsedilir ancak merasimin bütünüyle tiyatrallik kazanarak zirveye ulaştığı dönem Kacarlar dönemidir. Kacarlar döneminde Şah ve ailesi bu merasimi bir tiyatro gösterisini izler gibi gelip izlemektedir. Kacar hükümdarları bu merasimin dünyada da tanınması yönünde çaba sarf etmişlerdir. Kacar döneminde bu merasime katılanlar içinde anlatılanlara gönülden inananlar olduğu gibi çıkarı gereği orada olmayı seçen de vardır. Kaynaklar, o dönemin önemli devlet adamlarından biri olan Mirza Hasan Han’ın hasta oğlunun iyileşmesi için Muharrem’de 14-15 gün taziye yaptırdığını yazmaktadır. Bu örnekte olduğu gibi inançla taziye yaptıranların yanı sıra saraya yakın görünmek, halk arasında iktidar kurmak için taziye yaptıranlar da vardı. İnançla bir dinsel merasime dahil olmak ya da riyakarlıkla ve menfaatleri gereği inançlı görünme durumu tarihin her çağında olduğu gibi bugün de maalesef varlığını sürdürüyor.

Pehlevi hanedanı döneminde Rıza Şah modernleşme hamlesi başlatarak bu tür merasimlere herhangi bir destekte bulunmaz. Öte yandan hemen arkasından tahta geçen Muhammed Rıza Pehlevi ise komünist Rusya tehdidine karşı siyasi çıkarlarını düşünerek bu tür dinsel merasimleri, cemaatleri, ruhban sınıfı yapılanmasını destekleme yoluna gider. Gel gelelim Rıza Şah'ın tahttan indirilmesinin bir nedeni de komünist Rusya tehdidinden kurtulmak için desteklediği dini cemaatler olur. Nitekim 1979 İslam Devrimi bu ağıt kültürünü, taziye geleneğini destekleyerek daha da büyümesi yönünde faaliyet gösterdi. İran’ın dini lideri Şii İslam'ı ayakta tutanın 1400 yıldır devam eden Aşura olayı olduğunu dile getirmiştir. Bu söylemden sonra Aşura merasimi de bambaşka bir boyuta geçmiş, yavaş yavaş dini bir ritüel olmaktan çıkıp dini-siyasi bir ritüel olma yoluna girmiş, iktidara bağlanan güç odakları doğmuş, bu merasimden siyasi anlamda nemalanmayı amaçlayan çıkar grupları çoğalmıştır. Bu da geçmişi çok eskilere dayanan bu merasimin içinin boşaltılması sonucunu doğurmuş, inancın da menfaatin hizmetine girmesine neden olmuştur.