Türk milliyetçiliğinin thymotik yanı

Milliyetçilikte bilindiği gibi devletler kendi ulusal benliklerini zapt etmeye, köleleştirmeye çalıştıkları taraflara aktarmaya çalışırlar. Karşı taraf kabul ediyorsa problem yoktur; fakat olası direniş durumunda ulus devletin en önemli politikalarından biri olan imha politikası devreye sokulur. Türk milliyetçiliği tam da bu şekilde gelişmiştir.

Google Haberlere Abone ol

Furkan Cay*

Aşağıdaki yazı Diyarbakır, Mardin ve Van Büyükşehir Belediye Başkanlarının zorla görevden alınıp, yerlerine oldu bitti ile kayyum atanması münasebetiyle okunursa çok daha iyi anlaşılabilir.

Thymos sözcüğü ilk defa antik çağda Eflatun (Platon) tarafından kullanılmıştır. Basitçe kabul görme olarak adlandırılır.

Eflatun ruhun üç bölümden oluştuğunu savunuyordu; arzu eden, akıl ve son olarak thymos ya da duygu. Thymotik bölümün arzu ve akıl ile dengelendiği zaman en ideal devlet tipinin ortaya çıkacağını belirtiyordu.

Thymos Hegel’e göre ise göre tarihin en önemli itici gücünü oluşturuyordu. Hegel’in efendi –köle diyalektiği thymos'un bir tür varyantıydı. Yani efendi ile köle başlangıçta eşit bir pozisyondalardı ve kendi benliklerini karşısındakine kabul ettirmek istediklerinden dolayı ortaya çıkan savaştan galip ayrılan efendi, mağlup olan ise köle oldu. Bu haksız ilişki Fransız Devrimi'ne kadar katı bir şekilde devam etti; fakat sonrasında ise sadece isim değiştirerek varlığını yumuşak bir biçimde devam ettirdi. Bu noktada aristokratik devletlerin tek tek yıkılışından sonraki burjuvazinin ekonomik olarak kendisini kabul ettirme isteğini yumuşak biçime örnek olarak gösterebiliriz. Fransız İhtilali sonrası ise efendi-köle diyalektiğinden geriye kalan Batı'nın üstünlüğünü entelektüel kodlarla sağlamlaştırmaya çalışan megalotymia (başkalarından üstün görülme isteği) aldı.

İnsanoğlu tarih boyunca kendi özbenliğini başkalarına dayatma arzusu içerisinde oldu ve başaramadığı durumlarda ise savaşlar ortaya çıktı. Savaştan galip çıkan taraflar göstermelik barış anlaşmalarıyla karşısında ki devletlere ulusal benliklerini kabul ettirdiler. Fakat bu savaş sarmalından çıkmak özbenliği dayatma anlayışından dolayı bir türlü mümkün olamadı. Thymos’u karşısındakine karşı kullanan devletler, bu davranışlarının irrasyonel olduğunun farkına vardıkları an siyasal thymotik özelliklerini terk etmeye karar verdiler, yani artık devletleri siyasal olarak bizzat kendi boyunduruğu altına almaktansa ekonomik olarak boyunduruk altına almanın daha mantıklı olduğuna karar verildi. Bu ekonomik olarak boyunduruk altına almaya ise liberalizm adı verildi. Kanun önünde eşitlik, özel mülkiyetin dokunulmazlığı, bireyin yaşam hakkı, eğitim hakkı gibi göstermelik haklarla da bu ekonomik boyunduruğu devam ettirilmeye çalışılıyor.

Gelelim yukarıdakileri neden anlattığımıza.

Milliyetçilikte bilindiği gibi devletler kendi ulusal benliklerini zapt etmeye, köleleştirmeye çalıştıkları taraflara aktarmaya çalışırlar. Karşı taraf kabul ediyorsa problem yoktur; fakat olası direniş durumunda ulus devletin en önemli politikalarından biri olan imha politikası devreye sokulur. Türk milliyetçiliği tam da bu şekilde gelişmiştir. Yani Türk milliyetçiliğini inşa etme yolunda engel olarak görülen gayrimüslimler Cumhuriyet öncesinde hazırlanan planlarla tedricen imha edilmiş, Türk milliyetçiliği yolunda Sünni kimliği dolayısıyla bir süreliğine engel olarak görülmeyen Kürtlerin ise etnik kimliklerini suret-i katiye de terk etmeleri şartıyla yaşamalarına izin verilmiştir. Etnik kimliklerini terk etmeyen Kürtler ise halen haksızlıklara uğramakta, katliamlarla yüzleşmekte ve son olarak kayyım münasebetiyle görüldüğü üzere iradeleri gasp edilmektedir.

Kürtlerin bugün yüzleştiği katliamların müsebbibi kuşkusuz Türkiye Cumhuriyetinin siyasal thymotik yanıdır. Türkiye’deki Türk etnisitesi ile kendisini karşısındakine kabul ettirmeye çalışan devlet, siyasal thymos'un kabul edilmediği durumda thymotik tarafını ekonomiye kaydırmaya çalışmak yerine, ısrarla ve inatla siyasal alan üzerinden bu üstünlük arzusunu dayatmaya çalışmaktadır. Halen ısrar edilen bu ahmakça anlayış ülkenin ekonomik olarak gelişmesine de imkan vermemektedir. Devletin thymotik yanını ekonomik alana kaydıran ülkeler ise ileri bir refah düzeyine ulaşmış durumdadırlar. Bugün yaşadığımız dünyada müreffeh ülkelerin başarılı olma sebebi kuşkusuz insanın thymotik yanını akıl ve arzu ile dengeleyerek yeni bir ahenk yaratmalarıdır. Bu ülkelere örnek Amerika ve İngiltere gibi Anglosakson geleneğinden gelen ülkeler verilebilir.

Özetle, siyasal thymotik yanını karşı tarafa cebren kabul ettirmeye çalışan ülkelerin sonu ne yazık ki her halükarda büyük bir savaşla son bulmuştur. Batı ülkeleri ne zaman megalothmia ısrarından vazgeçmişler işte o zaman isothmia (eşit kabul edilme arzusu) devreye girmiş ve müreffeh ve eşitlikçi bir toplumun temellerini atmışlardır. Türkiye Cumhuriyeti ise siyasal thymos noktasındaki ısrarı yüzünden ne eşitlikçi ne de müreffeh bir toplum olabilmiştir.

Bu sebeplerden mütevellit bir an önce ekonomik thymos noktasına yönelim yapılırsa eşitlikçi olmasa bile hiç yoktan bir süreliğine müreffeh bir devlette yaşama şansına sahip olunabilir.

*Hukuk ve Siyaset Bilimi Doktora Öğrencisi, Szeged Üniversitesi