'İkiliği parçalamak' üzerine bir not

Bu tartışmanın benim açımdan bağıra çağıra açık ettiği şeylerden biri, Fransız feministlerin iddiasının haklılığı: Batılı düşüncenin ikili kavramsal yapısı dahilinde, kadınlar aslında gerçekten var değildirler. Var olsaydık, var oluşumuz asla bu kadar kolay teslim edilemezdi ve iç etmeye karşı direnişimiz, gayrimeşru bir nefret eylemi olarak asla bu kadar kolay karikatürize edilemezdi.

Google Haberlere Abone ol

Jane Clare Jones

Çeviri: Serap Güneş

Birçoğumuzun yakın zamanda gözlemlediği üzere, trans ideolojisi – ve onunla ilişkili argümanlar ve retorik – ‘leş’ veya ‘lafebesi’ diyebileceğimiz bir diskur. Ben bunu temel olarak tersine mühendislik olarak görüyorum – siyasi amaçlara ulaşmak için şekillendirilmiş ve ayık solculara hitap etmek, kadın düşmanlarının imdadına yetişmek ve bir anlam ifade ediyormuş gibi genel bir izlenim vermek için ihtiyaç duyulan ne kadar ıvır zıvır argüman varsa içi onunla doldurulmuş bir dizi merkezî iddia. Tüm diskurun akademik olduğunu düşünmesem de – gelişimine dair hiçbir net veya bütünlüklü akademik şecere çıkarılamıyor – bu ıvır zıvırın birçoğunun akademi kaynaklı olduğuna hiç şüphe yok. Ve bunların en önemlisi – özellikle de bir sürü akademisyenin bu tutarlılık yoksunu bok çuvalının böylesine esrarengiz bir şekilde neden alıcısı olduğu bakımından – trans ideolojisinin ‘ikiliği parçalama’ şeklinde bir ulvî, özgürleştirici iş yapıyor olduğu.

Burada yapmak istediğim, özgün bağlamında ‘ikiliği parçalama’nın ne olduğu veya olması gerektiği üzerinden trans ideolojisi içindeki esastan hatalı kavramsallaştırmayı ortaya sermek. İddiam – sürpriz! – şu: bu kavramsal hata o kadar dramatik ki, trans ideologlar ve müttefikleri ikilikleri ‘ortadan kaldırarak’ veya ‘bozguna uğratarak’ bizi özgürlüğe doğru götürdükleri muğlak iddiasını temcit pilavı gibi önümüze sürdüklerinde aslında yaptıkları şey, tam da ‘ikilikler ve neden kötü oldukları’ özgün eleştirisinin çözmeye çalıştığı sorunu tekrarlamak. Mesele özetle, insanların ‘bir ikilik’ ile ‘bir fark’ arasındaki ayrımı anlamamasına gelip dayanıyor. Ve bir anlamda tüm bu aptalca kargaşa, en azından bu denyoluğa düşmemesi gereken solcumsu fikir-insanlarına çekici gelmesi itibariyle, bu ikisinin karıştırılmasının sonucu.

Birincisi, ‘ikilikler ve neden kötü oldukları’ meselesi. Burada belirttiğim üzere – ikiliklerin eleştirisi post-yapısalcı düşüncenin yapı sökümcü kolu üzerinden Beauvoir ve Derrida’dan gelir ve Fransız post-yapısal feminizminin merkezindedir. Merkezi fikri Batılı düşüncenin bir dizi kavramsal zıtlık etrafına kurulu olduğu ve bu zıtlıkların toplumsal cinsiyetli olduğudur.

Bu ikilikler şöyle sıralanabilir:

Maskülen (Baba)Feminen (Anne)
AkılBeden
Gayri maddîMaddî
Rasyonelİrrasyonel
Anlaşılır (akıl üzerinden bilinen)Hissedilir (beden üzerinden bilinen)
EvrenselTikel / Bağlamsal
TekÇok
BağımsızBağımlı
Kendine yetenİlişkisel
Bâkî / StatikDeğişebilir / Süreç
Aşkınİçkin
ÖlümsüzÖlümlü
GökyüzüYeryüzü
Medeniİlkel
İnsanHayvan
BeyazSiyah
AnavatanYabancı
İçDış
Mutlak / Saf / BağışıkBozulmuş / Lekelenmiş / Enfekte
Nüfuz/Penetre Edilemez / Gebe Bırakılamaz (hem cinsel hem askeri olarak)Nüfuz/Penetre Edilebilir / Gebe Bırakılabilir
Halel Getirilemez / YaralanamazHalel Getirilebilir / Yaralanabilir
Mukaddes / KutsalAdi / Kutsallığı Bozulmuş

Bu ikiliklerle ilgili söylenebilecek epey şey var. İlki, bunların hiyerarşik oluşu – maskülen terim feminen terimden üstündür, yani ondan daha iyiymiş gibi algılanır. İkincisi, kavramsal zıtlık üzerinden tanımlı oluşları – ‘ötekileştirme’ kavramı burada devreye girer. İkiliğin aşağı olan terimleri, sadece üstün olan terimin olumsuzlanması – üstün terimin ayrıcalıklı niteliklerinden yoksun şeyler – olarak anlaşılırlar (“erkek-olmayan” aklınıza geliyor mu?). Bunun önemi, tanımlayana zıtlık içinde tanımlanan insanların algısının, ikilikler üzerinden oluşmasıdır; beyaz erkek öznenin kendi ötekisini – kadını, ve beyaz olmayanı – kendisinin aşağı olumsuzlanması olarak tanımladığı bir süreç. Bu kavramsal mekanizma, tarihsel olarak, ikiliğin ‘yanlış’ tarafındaki insanları hedef alan şiddet ve sömürü ile alttan desteklenmiştir. Dolayısıyla, ikilikler kötüdür.

Şimdi kesişimsel feministler ve trans ideolojisi taraftarlarınca yapılan kavramsal gafa gelelim. İkiliklerle ilgili tüm mesele, doğal farkların tepesine yerleştirilmiş kavramsal söylemsel zıtlıklar olmalarıdır. Bir farkın tepesine bir ikilik yerleştirmenin etkisi, ikiliğin aşağı kutbunun var oluşunu etkili şekilde inkâr etmesi veya silmesidir çünkü aşağı terim yalnızca üstün terimin olumsuz bir aksi olarak tanımlanır ve ona kendisi olarak gerçeklik atfedilmez veya değer verilmez. Fransız feminist düşüncesine göre bunun çaresi – yani, bu konuda en çok kafa patlatmış olan entelektüel geleneğe göre ‘ikilikleri yapı söküme tabi tutma’ yolunuz – doğal bir farkın her iki parçasının da gerçekliğinde ısrar etmek ve söylemde hiyerarşik olarak inşa edilişlerini reddetmektir. Yani Fransız feminizmine göre, yaptığınız şey, ‘Kadın’ın basitçe ‘Erkeğin Ötekisi’ olarak inşa edilmesine meydan okumak için, kadınların ne olduğunu ve kadınların yaşam deneyimlerinin bize ne söylediğini düşünmeye epey zaman harcamaktır.

Ayık solcular için her şeyin bütünüyle raydan çıktığı yer işte burası. Farkın iki tarafına da gerçeklik atfetmek ve söylemsel yapılarımızı kültürümüzün bu farkları kodlama şeklinden kurtarmaya çalışmak yerine, trans ideolojisi, farkın kendisini ortadan kaldırmaya çalışmaya karar vermiş durumda. ‘Bir fark’ ile ‘bir ikilik’ arasındaki ayrımı kavrayamamaları, erkek ile dişi insanlar arasındaki cinsel farkı – ki iki tip insan arasındaki cins farkıdır – ‘bir ikilik’ olarak veya daha beteri, ‘toplumsal cinsiyet ikiliği’ olarak ifade edip durmalarında kendini gösteriyor. Bunun ilginç – ve can sıkan – yanı ise, ikilik-olmayan-bir-farkın-var-olduğunu bu kavrayamama olayının, tüm ikili yapıyı alttan destekleyen temel patriyarkal fikir tarafından inşa edilmiş olması. Yani patriyarkal öznenin, kendisinden farklı olan herhangi bir şeyle, ona kendi projeksiyonlarını dayatmaksızın ilişki kuramaması. Etkileşimlerimiz üzerinden hepimizin farkında olduğu üzere, bir farka gerçeklik atfetmeyi – ve bir ‘ikiliğin’ ‘aşağı’ olduğu varsayılan teriminin kendi başına fark olarak var olabilmesine izin vermeyi – beceremeyişinin altında, bildiğimiz köhne patriyarkal narsisizm yatıyor. Kendisinden farklı olan herhangi bir şeyle yalnızca bir ters ayna ile ilişki kurmak ve farkla ilişkilenmenin başka bir yolu olabileceğini aklı almamak.

İyi niyetli ayık solcular için, tüm bunlar anlaşılmaz gelebilir. İkilikler kötüdür, öyleyse – diye devam ediyor akıl yürütme – onları ortadan kaldırmak için onları alttan destekleyen farktan kurtulmamız gerekiyor… Bu tartışmadaki saçma sapan fikirlerin çoğu gibi, doğa ve kültür ayrımını (ve karşılıklı ilişkisini) anlayamamaya bağlı bir “iki şeyi birbirine karıştırma/aynılaştırma” örneği bu. Patriyarkal hiyerarşi, ötekileştirme ve tahakküm yapısı kendisini öylesine lanet şekilde “doğal” gösteriyor ki, hiyerarşi oluşturmayan farkların olabileceği tahayyül edilemiyor. Dolayısıyla, kadın ve erkeklerin birbirleri ile eşit ilişki kurmasını istiyorsak, bunun mümkün tek yolu, erkekler, ya da aslında, gerçekten, kadınlar yokmuş gibi davranmak olabilir onlara göre.

Bunun absürtlüğü çok açık – çünkü hem a) erkekler ile dişiler arasındaki farkı yaratan şey söylem değil, hem de b) bunun söylemde kodlanma şekli, farkla belirlenmiyor ve öyle düşünmek, narsistik patriyarkal zıtlığı gerçeklikle karıştırmak olur. Dahası, bu söylemi geliştirenler – ve ayık solculuğun iyi niyetliliğini kullanmaktan başka bir şey yapmayanlar – için cinsel farkı ortadan kaldırmanın tüm anlamı, dişi insanların var oluşunun erkek insanlar tarafından kolayca iç edilebilmesine olanak sağlamak. Aslında, patriyarkal ikiliğe direnme zemini işlevi gören şey cinsel farkın mevcudiyeti, çünkü dişinin kendi varlığının bize patriyarkal zıtlık tarafından empoze edilen tanımın dışında var olduğu iddiasına temel teşkil eden şey, cinsel farkın mevcudiyeti.

Bu farkı ortadan kaldırdığınızda, aslında olan şey, dişinin ikilik tarafından silinmesinin katmerlenmesi ve bu silinmenin olanak tanıdığı iç etmenin bir tekrarı – çünkü daha ilk başta ortada bir fark yoksa, bu olmayan farklı var oluşun iç edilmesi de olmaz ki? Bu tartışmanın benim açımdan bağıra çağıra açık ettiği şeylerden biri, Fransız feministlerin iddiasının haklılığı: Batılı düşüncenin ikili kavramsal yapısı dahilinde, kadınlar aslında gerçekten var değildirler. Var olsaydık, var oluşumuz neredeyse herkes tarafından asla bu kadar kolay teslim edilemezdi ve iç etmeye karşı direnişimiz, gayrimeşru bir nefret eylemi olarak asla bu kadar kolay karikatürize edilemezdi.