20 sene sonra yaşananları hatırlamak: 99 depremi sonrası yaşanan Gezi gibi bir süreçti

Afetten sonraki süreçte Devlet’in, kamu gücünü kendisi için kullanan imtiyazlı grupların, toplumsal tabakaların asıl işlevi bunu unutturmak, kayıtlardan silmektir. Tıpkı afetten sonra ortaya çıkan “kentsel dönüşüm” kavramının ortaya atılması, hazırlanan ve hiç bir işe yaramayan “Deprem Master Planı” denen şey gibi... 

Google Haberlere Abone ol

1999 Körfez Depremi’nden bugüne tam 20 sene geçti. O tarihte doğanlar bugün yetişkin insanlar oldular. Bu yıldönümünde kaybettikleri insanların yasını tutanlara, inatla felaketin nedenlerine işaret etmeye çalışanlara, hala bir takım çözümler bulmak için direnenlere büyük bir saygı duyuyorum. İyi ki varlar. Yaşanan felaketi unutturmuyorlar. Ama o tarihten bugüne adet yerini bulsun diye hatırlıyormuş gibi yapan yöneticiler için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Onlar yas tutuyormuş gibi yaparak yalnızca kaybın farkındalığını, insanların zihnini bulandırıyorlar. 17 Ağustos sabahı, haberler gelmeye ve felaketin boyutları anlaşılmaya başladığında ne yapabilirdiniz? Artık panik geçmiş, yaşadığınız şey kendinizle ilgili olmaktan çıkmış, başkalarının başına gelen bir felakete dönüşmüştür. Çaresizlik içinde kıvranıp, bir işe yaramaya mı çalışırsınız, yoksa ortalıkta olmayan kamunun görevini yapmasını mı? İnsanlar enkaz altındayken, ortaya çıkıp kurtarma çalışmalarını örgütlemesini mi? Ya da ortaya çıkan ihtiyaçlar için o an bir ihale açmasını mı?  Evet, katılım deyince, kamudan bunu bekleyenler oldu ve oluyor. (Örneğin; o sabah komşum olan mimarlar üzerinde çalışmakta oldukları proje iptal olduğu için tatile çıkacaklarını söylemişlerdi.)

99 felaketinin hemen ardından yaşanan bu ikisi arasında bir tercihti. “Ad hoc” girişimler büyük bir patlama yaptı. Kimse onları yetkilendirmeden, yönlendirmeden harekete geçtiler, kendi aralarındaki koordinasyonu ve iletişimi düzenlediler ve enkazın altında kalan kamunun yapamadığını yaptılar. Kamu düzenini kendi başlarına sağladılar. Nasıl mı sağladılar? Her şeyden önce kendilerini sınırlarına kadar zorlayarak, afetzedelerin yaşadıkları dramla empati kurarak, imkansızlıklar içinde çırpınarak...

Muazzam imkanlarına rağmen Devlet tamamen acz içindeyken, hiç bir şey yapmazken, onlar daha ilk günden başlayarak bütün yerel topluluklar, resmi-sivil kurumlar, yurt dışından gelen yardım kuruluşları arasında ilişkiler kurdular.

Malzemeleri, sağlık ekipmanlarını, teçhizatları, ulaşım araçlarını yönlendirdiler. Afet bölgesinde hemen yerel irtibat büroları kurarak, haber akışını sağladılar. Bütün televizyon kanalları iletişimin koptuğu ilk andan başlayarak bütün haberleri bu ağdan almaya başladılar.

Resmi kurumlarla, devletle ilişkileri birlikte düzenlediler ve kaosu, çatışmaları, haddini bilmeyen yetkililerin müdahalelerini engellediler.

DEVLETİN GÖREVİ ENGELLEMEK DEĞİL ALANI AÇMAKTI

Tahmin edileceği gibi depremden bir süre sonra devlet bilinen o olağan refleksi ile yardım çalışmalarını kontrolü altına almak, müdahale etmek istedi. Yetkileri, sorumlulukları kendi elinde toplamak istedi. Ama bağımsız inisiyatif o kadar güçlüydü ki, anında geri püskürtüldü. Ortaya çıkan o müthiş enerjiyle bütün sivil toplum ayağa kalktı. Müdahalenin başladığı günün ertesinde 200 kuruluş imzalı bir ilan istisnasız bütün gazetelerde tam sayfa yayınlandı. Bu ilan bir anda her şeyi değiştirdi. Metnin özeti, meali şuydu: "Ey Devlet, bu felaketten sonra artık sorunu sen tek başına çözemezsin… Bize ayak altından çekilin diyemezsin. Dersen biliyorsun ki rezil olursun. Onun yerine durumu anla, bu gönüllü insanlara, inisiyatife teşekkür et!" Ertesi gün Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel bütün istenenleri yaptı. Devlet gönüllülere müdahale etmedi, el koyduğu banka hesaplarını serbest bıraktı. Ve... En önemlisi bizzat Cumhurbaşkanı'nın ağzından inisiyatife teşekkür etti. Gezi'de de Devlet'in yapması gereken şiddet uygulamak, çocukların gözlerini çıkarmak, öldürmek değil, parkı berbat bir müdahaleden korudukları ve oraya gelen yüz binlerce insanı kimsenin burnu kanamadan, hiç bir şiddet olayı yaşanmadan gayet güzel yönettikleri için teşekkür etmekti.

Eylem odaklı süreç afet sonrası çalışmaların kritik ve yaşamsal alandaki ihtiyaçlar üzerindeki çalışmaların yönetimlerin yapılanmayla ilgili sorunlarının çözülmesinde ve gelişmelerin sağlanmasında etkili olduğu ve önem taşıdığı bilinen bir konudur. Afetler etkileri geniş zamana yayılan arizi durumlardır. Buradaki paylaşım yalnızca bütün katılımcıların bildiklerini sergilemesi değil, katılımcıların etkileşimli olarak yeni bir ilişkiler eşiğine taşınmasıdır. Bu çok boyutlu, bilgi yönelimli katılım modeli, koşulları değiştirme potansiyeli taşır. Hem yönetimin kural koyma vasfını geliştirir, hem yerel halkın kendi ihtiyaçlarını karşılamak için geliştirdiği davranışları etkiler, hem de uzmanların kabiliyetlerini artırır. Neden sonuç ilişkileri değiştiği için bunlar arasındaki farklı bir ilişki biçimlerine, deneyimlere kapılar aralandığı görülür. Bu deneyimlerde bildiğimiz sorumluluklar ve yetkiler katılım ve ortak çalışmaya dayalı yönetim biçimlerini teşvik eder.

AFETLER İNSAN YAPIMIDIR

Afetler insan yapımıdır. Bunların “sosyal cinayetler” olduğunu söylemek yanlış olmaz. Bu cinayetin failleri bildiğimiz katillere benzemezler. Onların bir cinayet işlediklerini kimse fark etmez. Faillerin (hele hele felaket yaşanmadan önce) bir katile benzediklerini, fail olduklarını kim söyleyebilir? Örneğin çürük bir inşaatı yalnızca yapan değil, denetlemekle görevli yetkililer? Yıkanmamış deniz kumunu kullanan müteahhitler? Temeldeki, zemindeki, duvarlardaki izolasyonu ihmal eden mimarlar? Betonarme bir binanın inşaatında gereğinden fazla sulu karışımı, hiçbir boru kullanmadan, bir kolon kalıbına yukarıdan boca eden amele, işin başındaki çavuş? Ya da o anda dışarısı soğuk olduğu için ofisinde çay içmekte olan ve hesap kitap işleri ile uğraşan şantiye şefi, kontrol mühendisi? Karışımın kolonun tam dibinde ayrışacağını ve bağlayıcının, çimentonun suyla dışarı akacağını ya bilmiyorlarsa? Yığma bitişik nizam yapılar içinde tek bir yapının betonarme plağını günümüzde doğalgaz olduğu, kullanım koşulları değiştiği ve yarım kat bodrum yapılmadığı için yarım kat şaşırtarak yan duvarlara tıpkı bir bıçak gibi uzatarak yaptıran mimar veya mühendis bir cinayet işlemekte olduğunu biliyor mudur? Bu projeyi gören, güya denetleyen ve ayrıca da rüşvet alan yetkili biliyor mudur? Bu inşaatın önünden geçen ve yapılmakta olanı görüp geçen ve sesini çıkarmayan herhangi bir kişi neye tanıklık ettiğini acaba biliyor mudur?

Genellikle afetler sonrasında oluşan acil durumlarda olduğu gibi, bu alanda da çok taraflı çalışmalar üzerinden bilgiye erişim, paylaşımı, yönetimlere katılım yeniden düzenlenebileceği görülür. Ancak bunlar sonraki süreçte kapalı sistemlere dönüştürülür, geçiciliği tanımlanarak kayıtlardan silinir.

AFETLERDE BİR DEĞİL İKİ CİNAYET İŞLENİR

Bu nedenle afetlerde genellikle bir değil, iki “sosyal cinayet” işlenir. Birincisi zaten afet öncesine aittir. Failler felaket yaşanana kadar tepeden inmeci, nesneleştirici sosyal süreçlerin konforunu, tembelliğini sürdürür. İkinci cinayet ise gelecekteki felaketleri hazırlamak için işlenir. Ortaya çıkan, filizlenen yeni sosyal durumu, dinamikleri imha etmek için. Afet sonrası ortaya çıkan kamu politikaları ise bilgiyi açık uçlu hale getirir, piyasa-dışı kamusal kanallar açar, topluluklar ile yaratıcı işlevleri etkileşime sokar. Kamu düzeni böylece işlemeyen bir denetim işlevi ile sınırlı kalmaz, içinde yer alanları farklı bir eşiğe, yeni bir duruma taşır.  Burada henüz kaybolmamış şey bulunur. Yokluğun mevcudiyeti.  Normal kamu süreçlerinde bastırılanlar, izleri silinenler bu koşullarda öyle edilgin kalmazlar.  Şöyle bir şema içinde: Kapalı sistemler kayba neden olurlar. Kaybın karşısında beklenmedik bir açık sistem oluşur. Onun yerine sanki resmi kararlar, hiç bir işe yaramayan planlar ve projeler, piyasa koşulları içinde “kentsel dönüşüm” uygulamalarını teşvik ederek bu alternatifin üzerine örtmeye, hafızalardan kazımaya çalışırlar. Sonrasındaki süreçte hasar görmüş olan düzen onarılır. Her afet sonrası yaşananlar, alternatiflerin bastırılması, kayıtlardan bilinmesi gelecekteki afeti hazırlar. Bu yüzden bu süreçte yaşananlar çifte bir sosyal cinayettir.

Latour’un söylediği gibi şeyleştirici politik hareketler, tıpkı karşı çıktıklarını zannettikleri güçlerin yaptığı gibi öznenin karşısına edilgin nesneleri koydukları için hiç bir değişiklik yaratmazlar. Onların mücadelesi yalnızca kimlerin güç kazanacağını belirlerler. Çevreyi, insani olmayanı sabitleyerek sürekli dinamik ve değişken olanı, insani eylemliliklerini insani olmayan (gayrı insani aktörler) üzerinden edilginleştirerek hükümranlıklarını güçlendirirler. Onların bir işe yaradığına kimse inanmaz, ama inanıyormuş gibi yapar. Plancılar kapalı kapılar ardında şehirleri planladıklarını zannederler. Onlara rağmen amaçlarını siyasetçiler aracılığıyla gerçekleştirdiklerini zanneden topluluklar da rüşvet vererek, siyasal dayanışma ağlarını kullanarak çıkarlarını koruduklarını düşünürler. Böylece kamu düzeninin sağlayacağı gelişme fırsatlarını, akılcılaştırma imkanlarını kaybeder. Karşılıklı etkileşim süreci imha olur, kaynaklar, enerji heba edilir.

99 DEPREMİ SONRASI YAŞANAN GEZİ GİBİ BİR SÜREÇTİ

Afetten sonraki süreçte Devlet’in, kamu gücünü kendisi için kullanan imtiyazlı grupların, toplumsal tabakaların asıl işlevi bunu unutturmak, kayıtlardan silmektir. Tıpkı afetten sonra ortaya çıkan “kentsel dönüşüm” kavramının ortaya atılması, hazırlanan ve hiç bir işe yaramayan “Deprem Master Planı” denen şey gibi...

Bu nedenle, felaketten 20 sene sonra inatla hafızamızı korumaya çalışmamız gerekiyor: 99 Depremi sonrasında yaşananlar Gezi gibi bir alternatifti, direnişti. O an aynı şekilde Lacan’ın “Le grand Autre” dediği şeyin hiç bir gücünün olmadığı görüldü. Türkiye’de planlama kuralları, kültür mirasını korunması, bürokratik normlar, yasaklar, engeller onun “le Grand Autre” dediği şeye benzer: Afet anlarda nedenlerle sonuçların düzeninin değiştiğine dair işaretler ortaya çıkar. Felaket sonrası yaşanan süreç, Lacan’ın “le Grand Autre” dediği gücün bir boşluk olduğunun görüldüğü, ancak kaybettiği otoritesini yeniden tesis etmeye çalıştığı süreçtir. Kapalı sistemler şehirleri, mekanı, iş gücünü atığa dönüştürür. Şeyleştirici politikalar bu nedenle toplulukları tembelleştirir, felç eder, zehirler. Filizlenebilecek her türlü alternatifi daha kaynağında tüketerek, haksızlıkları perdeler ve doğallaştırırlar. Mücadeleyi taraflar arasında ve sistem içinde tutma işlevi görürler.

Bu açıdan 1999 Körfez Depremi sonrasında ortaya çıkan katılım pratiklerinin tarihinin ve arşivdeki bilgilerin, kişilerin hafızalarındaki deneyimlerin canlı tutulmasının önem taşıdığı söylenebilir.