Siyasal erk buzdolabını yenebilir mi?

İletişimin bugünkü yapısı ve rotası mevcut sistemi otoriter/totaliter noktalara sürüklemek isteyen siyasal erk(ler) için büyük bir engel. Aslına bakarsanız aşılması pek mümkün görünmeyen bir engel...

Google Haberlere Abone ol

Ulaş Altuner*

Artık doğum tarihimi soran olunca ’20. Yüzyıl’ diye cevap veriyorum. ‘Yaş kemale erdi’ edebiyatı yapmak için değil, gerçekten beni ben yapan değerlere aidiyetimin ve dünyaya bakışımı çerçeveleyen bilgi zincirinin adresini vermek için yapıyorum bunu. Böyle yapmadığınızda, Z Kuşağı ile iletişiminiz akamete uğruyor. Sizin deneyim ya da anı olarak işlediğiniz veri, onların tarihsel bilgi olarak doğru ya da yanlış şekilde sindirdiği veriyle çakışıyor. Sovyetler Birliği’ni, Yugoslavya’yı falan gözünüzle gördüğünüzü, Google’lamadığınızı bilsinler istiyorsunuz.

Biz bir zaman makinesine bindik. Birden bire ansiklopediden internete zıpladık. Devir çok hızlı değişti. Kafamız allak bullak oldu. Bilim ve teknolojinin son 20 yılda kat ettiği mesafe insanlık tarihi boyunca alınan yolu aştı. Çocukluğumuzda, ilk gençliğimizde bilim-kurgusal olduğunu düşündüğümüz, ‘biz o günlere yetişemeyiz’ dediğimiz her şey, bugün hayatımızın göbeğinde, günlük aktiviteye dönüşmüş durumda.

Milenyum öncesi insanları olarak yeni asrın dinamiklerine, teknolojisine ve normlarına ne kadar iyi entegre olursak olalım kodlarımızın yazıldığı, kimliğimizin inşa edildiği döneme aitiz. Dahası, halen yürürlükte olan mevcut sistemlerin tamamı da o döneme ve öncesine ait. Bu yüzden hata üstüne hata veriyorlar. Bu yapıların varlıklarını tehdit eden sorunlar karşısında ortaya koyduğu çözümler ya tümüyle geçersiz ya da geçici.

Siyaset, yüzyıllardır süregelen ceberut, yasaklayıcı, konservatif yaklaşımını terk etmemekte ısrar ettikçe, sistem daha fazla sayıda ve daha fahiş hatalar veriyor. Hükümetlerin ve liderlerin ekranında sürekli sistem güncelleme uyarıları çıkıyor. Eski dünyada o kadar itibar edilmeyen kavramlar ya da bu kavramlar üzerinde kimlik bulan dezavantajlı gruplar artık göz ardı edilemiyor.

Baskıcı yapılar, iletişimin yeni formatına akıl erdiremiyor ve onu etkisizleştirme konusunda bir çıkış yolu bulamıyor. Çünkü çok büyük bir süratle vuku bulan dönüşümün en göz alıcı etkilerini, devletlerin asırlar boyu bilgiyi süzgeçten geçirmede ve toplumları belli fikirler etrafında örgütlemede en güçlü silah olarak kullandığı kitle iletişimin doğasıda meydana gelen mutasyonda görüyoruz.

İlk kez 1940’ların başında, Harold D. Lasswell’in siyasal erk ve propaganda üstüne yaptığı çalışmalarda gündeme gelen kitle iletişimi kavramının işlevi, o günün koşullarında, ‘toplumun örgütlenmesini yöneten modern koşulları belirlemek ve siyasal karar alma süreçlerinde iletişim teknolojilerinin rolünü vurgulamak’ şeklinde ifade ediliyordu. Kitle iletişiminin o tarihlerde ve sonrasında kabul gören tanımına göre sıralanan özelliklerinden pek çoğu bugün hükmünü yitirmiş görünüyor. Örneğin, ‘İletişim geri döndürülemez şekilde tek yönlüdür ve izler kitlenin yanıt verme olasılığını dışlamaktadır’ şeklindeki bilgi bugün tümüyle geçersizdir. Günümüzde hangi aracı kullanırsanız kullanın verdiğiniz mesaj karşısında alıcının doğrudan ya da dolaylı reaksiyonuna muhatap olursunuz.

Eskiden radyo, televizyon, gazete, reklam panosu gibi araçlara muhtaç olan kitle iletişimi günümüzde ucu bucağı olmayan devasa bir ağ üzerinde gerçekleşiyor. Kamerası olan bir akıllı telefonu bulunan herkes muhabir, herkes yayıncı oldu. Bu da dünya nüfusunun yaklaşık yüzde 80’ine tekabül ediyor.

Geçen hafta gözümüze ilişen bir haber, geleneksel yasakların ve kısıtlamaların toplum nezdinde nasıl etkisiz ve işlevsiz kaldığına güzel bir örnek teşkil ediyordu. ABD’de, 15 yaşındaki bir kız çocuğu, annesinin telefonuna el koyması üzerine evdeki akıllı buzdolabından tweet atıyor. Dorothy adındaki çocuğun feryadı üzerine Twitter’da “Dorothy’ye Özgürlük” kampanyası başlatıyor. Haberde ayrıca, Dorothy’nin Nintendo ve WiiU’dan da takipçilerine ulaştığı belirtilmiş. Biz kettle’dan tweet atılmasına, ütüyle fotoğraf çekilmesine falan alışmıştık ama görünen o ki yakın zamanda her türlü alet edevat vasıtasıyla sesimizi duyurabileceğiz.

Dorothy’nin hikâyesi bir şehir efsanesini anımsattı. İngiliz bilim insanları ‘dünyanın en ince telini yaptık’ diye Japonlara gönderiyor. Japon bilimciler de ortasına delik açıp geri yolluyorlar. Günümüzde uygulanan yasakların çoğu da bu tel misali delik deşik edilebiliyor. İletişimin bu yeni evreninde, konuşmak isteyen birinin sesini kesmeye çalışmanın bedeli, buna tepki gösteren binlercesiyle baş etmek zorunda kalmak.

İşte geleneksel yapıların ‘error’ verdiği nokta tam da burası! Bir deliği tıkasalar beş farklı yerden sızıntı başlıyor. Bunu özellikle sık sık karşılaştığımız ‘habere yayın yasağı’ vakalarında gözlemliyoruz. Bir konuda haber yapılmasını yasaklıyorsunuz, insanlar o haberin gazetede ya da televizyonda yayınlanamayacak içeriklerini, görüntülerini sosyal medyada paylaşıyor. Hiçbir şekilde süzülmemiş ham içeriklerle, tirajın, rating’in kat be kat ötesinde bir erişim ortaya çıkıyor.

Rabia Naz’ın ölümündeki sır perdesinin gündeminize nasıl düştüğünü, olayın sosyal medyada nasıl sahiplenildiğini ve soruşturulduğunu hatırlayın. Onca siyasi baskı, örtbas çabası, karartılan deliller, basın yoluyla baba Şaban Vatan’a uygulanan psikolojik şiddet konuyu kapatmaya yetmediği gibi Rabia binlerce insanın profil fotoğrafına dönüştü. Sonuç olarak AKP çok uzun yıllar kazandığı Eynesil’de yerel seçimleri kaybetti.

Devletseniz elinizdeki gücü kullanarak bir şeyleri silmeye, görünmez kılmaya çalışabilirsiniz. Mesela parasını ödeyerek izlediğimiz Netflix’te içerikleri kırpabilir, buzlayabilir, sigara ucuna çiçek falan koyabilirsiniz. Ama Cem Yılmaz’ı blur’layamıyorsunuz işte. Birkaç saniyelik bir video ile bir anda aralarında muhtemelen çocukların da olduğu 10 milyonlarca insan rakıya, sigaraya, çıplaklığa ‘özeniyor’.

Siyasal erkin bu koruma – kontrol etme refleksinin bugünün dünyasında hiçbir karşılığı yok. Kimse çocukları korumayalım, zararlı alışkanlıklar edinmelerine önlem almayalım demiyor. Yolu, yöntemi artık bu değil. Muhtemelen hiçbir zaman da olmadı aslında.

Çocukları koruyalım. Örneğin, cehaletten, dogmadan, tacizden, tecavüzden, şiddetten, şiddet eğiliminden koruyalım. Önceliğimiz, çocuklarımızı ‘namus, haysiyet, adamlık’ diye sağa sola mermi yağdıran ve sansürlenmesi gerekli görülmeyen dizi karakterlerinden; silahla hastane basan futbolculardan; kadın dövüp bunu geniş geniş savunan ünlülerden, gün aşırı saçma sapan fetvalar veren hocalardan; cahilliği ve aptallığı matah bir şey gibi gösteren kerameti kendinden menkul gizli işsizlerden falan korumak olsun.

Yani bütün bu rezil tablo ortadayken çıkıp ‘çocuklarımız müstehcen içeriklere maruz kalmasın, psikolojileri bozulmasın’ dendiğinde bunun samimiyeti ve altında ne olduğu kaçınılmaz olarak kurcalanır. Merak etmeyin, o çocuklar Türkiye’de yaşıyor. Günlük hayatlarında maruz kaldıkları baskı ve kaygı psikolojilerini bozmaya yetmediyse, öyle diziyle, filmle falan yıkılmaz o çocuklar.

Değişim burada durmayacak. Dünya giderek artan bir hızda dönüşmeye devam ediyor. Bizim X Kuşağı'nın bindiği zaman makinesi ara duraklardan yolcu toplayarak yola devam ediyor. Bugünlerde millennial’lar bile pek çok alanda, gelişmeler karşısında eski kafalı kaldıklarını hissediyorlar. Birey olarak yetişmenin, uyum sağlamanın bir yolu bulunuyor ama devlet gibi hantal yapılar doğal olarak çok daha yavaş manevra yapıyor. Çünkü yazının başında değindiğim gibi bu yapılar hala 20. yüzyıldan yönetiliyor.

Bu hantallık önümüzdeki dönemde özellikle gelişmekte olan ülkelerde bazı yıkıcı sonuçlar doğurabilir. Dördüncü Sanayi Devrimi başladı. Robotlar daha şimdiden bazı meslekleri yutmaya başladılar. Kısa bir süre içinde iş modellerinden üretim araçlarına; insan kaynağının niteliğinden tüketime kadar her şeyiyle dönüşmüş bir sitem dünyaya hâkim olacak. Bizimki gibi ülkelerde bunun sosyal ve siyasal sonuçlarını hayal etmek çok zor değil.

15. yüzyılda matbaanın hayatımıza girişinden bu tarafa kitlelere toplu bilgi aktarımı daima tek yönlü ve çoğunlukla siyasi erkin bir silahı olarak kullanıldı. İletişimdeki dönüşüm de bugün geldiğimiz noktayla sınırlı değil. Artırılmış gerçeklikten mikro drone teknolojisine ve henüz tanışmadığımız pek çok başka yeniliğe açılan bir yelpazede haber alma biçimleri gelişecek ve çeşitlenecek. Bunun neticesinde devletlerin, hükümetlerin ve hatta iş dünyasının er ya da geç 20. yüzyılı terk etmesi ve bugünün toplumunun ihtiyaçlarına cevap verir hale gelmesi gerekecek. ‘Biz o günleri göremeyiz’ diyorsanız 20-25 yıl öncesine bakıp bu cümlenin o zamanlar neler için kullanıldığını bir görün derim.

Kısacası iletişimin bugünkü yapısı ve rotası mevcut sistemi otoriter/totaliter noktalara sürüklemek isteyen siyasal erk(ler) için büyük bir engel. Aslına bakarsanız aşılması pek mümkün görünmeyen bir engel... Kendi ideolojilerini kurumsallaştırmak, toplumu buna göre inşa etmek istiyorlarsa önce karşılarında duran engelin ne olduğunu doğru okumaları gerekiyor. Mevcut uygulamalar şu ana kadar bunun yapılabildiğine işaret etmiyor. Geleceğe dair o kadar da karamsar olmamak lazım. Uyandırmak gibi olmasın ama ha bire yasaklar dayayan güçler, buzdolabının sırtını nasıl yere getireceğini bilemiyorsa yolumuz açık, istikbalimiz parlaktır.

*İletişim Uzmanı