Neoliberal tarım politikaları arasında bir kooperatifçilik hikayesi

Kooperatiflerin güçlü örgütlenmeler olarak kalmasının önündeki yasal engeller ortadan kaldırılmalı, gerekli destekler demokratik örgütlenme hakkı olarak sağlanmalı ve kooperatifler içerisinde demokratik katılımı güçlendiren fakat patronaj ve klientalist ilişkilerin doğmasına engel olacak yasal düzenlemeler için bir an önce adımlar atılmalıdır.

Google Haberlere Abone ol

Ziya Kaya*

Türkiye’de 1980’lerde uygulanmaya başlayan neoliberal ekonomi politikaları, tarım sektörünü deregüle etmeye devam ediyor. IMF, Dünya Bankası ve AB ile girilen münasebetlerin eşliğinde 2000’li yılların başında tarımda neoliberal dönüşüm hız kazandı. Amaç, devlet desteklerini (fiyat, girdi, kredi, ithalat ve ihracat desteklerini) piyasa ekonomisine zarar verdiği iddiasıyla tarım arazilerinden kimi zaman çok ani kimi zaman adım adım çekerek bitirmek ve devlet desteğini alan tarımsal devlet kurumları ve tarım satış kooperatiflerini özelleştirmekti. Devlet desteği ve bu desteği alan çiftçiler piyasa ekonomisinde rahatsız edici görüldüğünden, piyasaya göre üretim yapabilecek güçlü çiftçiler aranıyordu. Diğer bir deyişle, piyasa ile yalnız başına kalan üretici özneleri yaratmak hedefleniyordu. Ancak devlet desteği tamamıyla ortadan kaldırılmadı; “piyasa mekanizmalarını bozmayacak destekleme araçları” (1) adı altında, özellikle seçim zamanları daha çok gündeme gelen, çeşitli destek şemaları hâlâ devam ediyor (2). Fakat desteklerin yetersiz olduğu, özellikle küçük çiftçiler tarafından her zaman dile getiriliyor. Destek arayışındaki çiftçilerin başvuracakları tarımsal devlet kurumları, tarım satış kooperatifleri ve üretici birliklerinin (3) özerkleştirme adı altında özelleştirilmesi, çiftçileri piyasayla yalnız başına bırakan diğer kritik bir adım oldu. Bu sebeple, kooperatif ya da üretici birliklerine üye olan ya da olmayan çiftçinin kaderi, “sözleşmeli çiftçilik” ile piyasaya hakim olan küresel ve ulusal şirketlerin (örneğin süpermarketlerin) insafına ya da komisyoncular, tüccarlar ve aracılarla olan “güven”(!) ilişkisine bırakıldı. Devlet desteği alamayan, piyasa odaklı kooperatifler ve üretici birliklerinde örgütlenme azalırken, bu uygulama, değişken ve belirsiz piyasa ekonomisinde “güçlü” çiftçiler yaratmaktansa özellikle küçük çiftçiyi piyasada, Keyder ve Yenal’ın araştırmalarında karşılaştıkları ifadeyle, “kumar” oynamaya itti (4).

NEOLİBERAL POLİTİKALAR İÇİNDE NEFES ALAN/ALDIRAN TARIM MODELLERİ

Bu pek de iç açıcı olmayan halet-i ruhiye içerisinde, alternatif üretim, pazarlama ve tüketim kanalları ile çiftçiyi ve tüketiciyi rahatlatmayı hedefleyen ve Türkiye tarımı için model olma umudu taşıyan bazı örnekleri duyuyoruz. Bunlardan en çok bilineni, “gıdadaki endüstriyel üretim tarzına karşı geleneksel üretimi savunuyoruz ve sisteminin merkezine üretici ile tüketiciyi koyuyoruz. Aracı ve tüccarları aradan çıkarıyoruz, üreticiden tüketiciye ulaştırıyoruz,” diyen Ovacık 94 Mahallesi Tarımsal Kalkınma Kooperatifi (5). Ovacık Belediyesi öncülüğünde kurulan kooperatif, üretici köylülere girdi desteği ve satın alma garantisi vererek ürünlerini Türkiye genelindeki tüketici ile doğrudan buluşturuyor. Ovacık eski Belediye Başkanı Fatih Mehmet Maçoğlu Ovacık’ta gerçekleştirdikleri modelin tüm Türkiye belediyelerinde uygulanmasını amaçladıklarını ve Mazgirt Belediyesi’nde de benzer deneyimlerin yaşandığını söylerken (6), bu modelden esinlenerek kooperatif kuran Sivas’ın Divriği ilçesindeki sivil toplum kuruluşlarından da haberdar olmaya başladık (7).

Türkiye genelinde Ovacık örneğinin dışında, Ovacık'taki modelle tamamen aynı olmasa da benzer pratiklere rastlamak mümkün. Buradaki önemli noktalardan biri, bu modellerin çevre illeri de etkileyip kooperatifçiliği yaygınlaştırma potansiyeline sahip olmaları. Bu yazının devamında, 2016 ve 2019 yıllarında Aydın’ın bir köyünde (8) sera üretiminde emek süreçleri üzerine yaptığım etnografik araştırma sırasında adından haberdar olduğum İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin 2004 yılında başlattığı “Kırsal Kalkınmada İzmir Modeli”nden kısaca bahsedeceğim ve bu modelin araştırmamı yürüttüğüm köyde kooperatifleşme pratiklerini ileriye taşımaya nasıl ilham olduğunu anlatmaya çalışacağım. (Yaptığım araştırmadaki mekan ve katılımcıların gizliliği için köyün, kooperatiflerin ve kişilerin isimlerini bu yazıda paylaşmayacağım.)

KISA VE YAKIN TARİHLİ BİR KOOPERATİFÇİLİK HİKAYESİ

İzmir Büyükşehir Belediyesi 2004 yılından bu zamana üretimin yapıldığı tarım alanlarına erişimi kolaylaştırmak için yol çalışmaları yapıyor; kooperatiflerle anlaşma yaparak “sözleşmeli üretim” adı altında bu kurumlardan çiftçilerin ürettiği ürünleri satın alıyor; kooperatif projelerini destekliyor; üreticiye ürettiği üründe kalite, verim ve çeşitliliği artırması için doğrudan destek veriyor; üreticinin makine ihtiyacını karşılamak amacıyla ortak tarım makinaları parkı sunuyor; üretici pazarları ile organik ve sağlıklı gıdaya erişime yardımcı oluyor; ve iyi tarım ve organik tarım uygulamalarını İzmir’de yaygınlaştırmaya çalışıyor (9). Belediyenin üreticiler ile birlikte giriştiği bu çabalar, değişken ekonomik koşullarda üretici ve tüketicinin biraz olsun risk karşısında sahip olabileceği tutarlı koşullar sağlıyor.

2019’un Haziran ve Temmuz aylarında Aydın’ın bir köyünde bulunan sera işlemesinde yürüttüğüm araştırma sırasında seranın sahipleriyle sürekli İzmir Belediyesi ve Tire Süt Kooperatifi’nin yaptığı işbirliği hakkında konuşuyorduk. Sera sahiplerinin üyesi oldukları kooperatifteki üreticiler, zeytinyağı, incir vb. üretmenin yanında büyükbaş hayvancılık da yapıyorlar. Bunun üzerine kooperatif üyeleri, İzmir’deki modelden ilham alarak Aydın Büyükşehir Belediyesi ile benzer bir işbirliğine girilebilir mi diye düşünmeye başlamışlar. İzmir Büyükşehir Belediyesi, “Kırsal Kalkınmada İzmir Modeli” kapsamında kooperatiflere satın alma garantisi vererek onları destekliyor. 2007 yılından beri Tire Süt Kooperatifi’nden süt alımı yapıyor. 2008-2012 yılları arasında “Okul Sütü” projesiyle kooperatiften aldığı sütü okul çocuklarına ulaştıran İzmir Büyükşehir belediyesi, 2012 yılından bu zamana da yeni doğan çocukları olan ailelere çocuklar beş yaşına gelene kadar haftada iki litre süt sağlıyor. “Süt Kuzusu” olarak adlandırılan bu projeye 125 bin ailenin 0-5 yaş arası 131 bin çocuğu dahil olmuş durumda (10).

Belediye ve kooperatif arasındaki bu tür bir işbirliğinin, şirketlerin, süpermarketlerin ve aracıların piyasadaki hakimiyeti karşısında zorluk çeken üreticilere nefes aldıracağını, tüketicileri sağlıklı ve uygun fiyatlı gıda ile buluşturacağını ve kooperatifleşmede demokratik katılımı güçlendirip sosyal belediyeciliği sağlamlaştıracağını düşünüyor Aydın’daki üreticiler. Benim araştırmamı yürüttüğüm seranın sahibi Ali Amca (11) ile Aydın Büyükşehir Belediyesi ile yapmaya çalıştıkları benzer bir işbirliği hakkında konuştuğumuzda “Süt Kuzusu” projesinin kendilerini teşvik ettiğini söyledi. İzmir’de yaşayan bir tanıdıklarının bu projeyi kendilerine anlatmasının ardından Aydın Büyükşehir Belediyesi ile iletişime geçmişler. Üyesi oldukları kooperatifteki süt üreticilerinin sütlerini piyasaya hakim olan şirketler ve aracılara üretim maliyetini kurtarmayan fiyatlara satmaları ve bu şirketler ve aracılardan fahiş fiyatlara yem almak zorunda bırakılmaları sebebiyle, Aydın Büyükşehir Belediyesi’nden süt soğutma tankları istemişler. Belediyenin bu taleplerine olumlu cevap vermesi üzerine, kooperatif adına soğutma tanklarıyla sütü doğrudan üreticilerden toplamaya başlamışlar. Bu şekilde üreticiler, sütünü piyasadan daha fazla bir fiyata satma ve daha uygun fiyata yem temin etme şansı bulmuşlar. Şimdi soğuk süt tanklarıyla toplanan süt başka bir tarımsal kalkınma kooperatifi tarafından satın alınıp tüketicilere çiğ süt olarak satılıyor.

Bu, Aydın Büyükşehir Belediyesi'nin üreticiye destek olmak amacıyla yürüttüğü ilk uygulama değil. Aydın Büyükşehir Belediyesi 2014 yılında, yukarıda bahsettiğim örnekteki gibi bir kooperatif ile yapılan iş birliği şeklinde olmasa da, et üreticilerinden direkt aldığı ürünlerin Ege Et adı altındaki şubelerinde satışını yapmaya başladı. Bu projeyle, aracılar ortadan kaldırılarak üreticilerden doğrudan alınan et ürünleri tüketiciye daha ekonomik bir fiyatla ve güvenilir bir ortamda ulaştırılıyor. Yakın zamanda da belediye öncülüğünde Ege Yem adı altında et ve süt üreticilerine daha uygun fiyata yem satışına başlandı (12).

Ali Amca’nın vurguladığı üzere, tarımdaki sıkıntıların en önde geleni ve diğer tüm sorunların temel nedeni “örgütlenmenin yetersizliği.” Bu sebeple, Aydın Büyükşehir Belediye’sinden soğuk süt tankını üyesi oldukları kooperatif adına talep ederek kooperatifleşmeyi ve kooperatifler arası ilişkilerin artışını teşvik etmeyi amaçlıyorlar. Bu günlerde benim de yakından şahit olduğum yeni bir proje adı altında Aydın Büyükşehir Belediyesi ile işbirliği içindeler. Başka bir kooperatif ile Büyükşehir belediyesini bir araya getiriyorlar. Bu yeni kooperatif adına toplanacak sütten özel sermaye ile kurdukları mandıralarında süt, yoğurt, peynir ve ayran üreterek EGE Et şubelerinde satacaklar. İlk ürünler geçen hafta birkaç Ege Et şubesinde satışa çıktı. Piyasadan daha fazla bir fiyata toplayacakları süt ve sağlayacakları daha uygun fiyatta yem ile üreticiyi desteklemeyi ve tüketiciye sağlıklı ve uygun gıdayı ulaştırmayı hedefliyorlar. Sütünü alacakları üreticileri kooperatife üye yaparak örgütlenmeyi ve kooperatifleşmeyi de güçlendirmeyi amaçlayan Aydınlı üreticiler, kooperatif üyesi çiftçilerin kooperatifin kazanacağı belli bir yüzdelik dilimden de pay alacaklarını ve bu payın da kendilerine büyük destek sağlayacağını düşünüyorlar. Ürünleri üzerine “Kooperatif ürünüdür” yazısını ekleyerek tüketicinin desteğini bekleyen üreticiler, üretici ve tüketicinin doğrudan işbirliğini de teşvik ediyor.

Ali Amca, bu iş zor olsa da güzel tarafının da bu zorluk olduğunun altını çiziyor. Kooperatifteki üyeleriyle birlikte giriştikleri işbirliğinin bir model olmasını ve diğer il ve ilçelerde mali zorluk çeken üreticilere ve sağlıklı ve uygun fiyatlı gıdaya kolay erişemeyen tüketicilere yardımcı olmasını temenni ediyorlar. Belediyeden alınan destek şuan için sınırlı. Örneğin, şirketlerin ve aracıların piyasadaki hakimiyeti altında ezilmemek için bir mandıra kurmaya ihtiyaçları vardı ve bunu özel sermaye ile yapıyorlar. Bunun için banka kredisine başvurmak zorunda kalıyorlar. Dolayısıyla, bu tür alternatif işbirlikleri piyasa ekonomisini tamamen reddeden pratikler değil; piyasanın vahşi rekabeti karşısında daha mütevazı ve daha tutarlı bir gelir kaynağı oluşturmayı amaçlayan girişimler. Ancak çiftçiler değişen piyasa koşullarının getirdiği riskleri göze alarak bu girişimlerde bulunuyorlar. Bu sebeple, daha güvenli desteklerin artırılması ve yasallaşması bu riskler yüzünden tedirgin olan çiftçileri bir nebze de olsa rahatlatacaktır. Ali Amca’nın da vurguladığı üzere desteklerin talep karşılığında “lütuf” olarak verilmesinden de kaçınılmalı; yoksa sosyal belediyeciliği güçlendirmek adına yapılan bu girişimlerin popülizm söylemi altında herhangi bir iktidarın kendini meşru kılmasına aracı olması riski var. Bu sebeple Ali Amca, kendi görüşü olduğunun altını çizerek, kooperatiflerin sürekli belediyeden bir şeyler talep ederek bağımsız ve güçlü olamayacağını düşünüyor: “Belediye ile ya da ona rağmen var olabilecek güçte olduktan sonra, belediye ile işbirliği yapılır. Zaten belediye de kooperatife ihtiyaç duyar.” Yani kısacası, kooperatiflerin güçlü örgütlenmeler olarak kalmasının önündeki yasal engeller ortadan kaldırılmalı, gerekli destekler demokratik örgütlenme hakkı olarak sağlanmalı ve kooperatifler içerisinde demokratik katılımı güçlendiren fakat patronaj ve klientalist ilişkilerin doğmasına engel olacak yasal düzenlemeler için bir an önce adımlar atılmalıdır. Ancak böylece dengesiz piyasa koşullarında çiftçinin güçlenebileceği bir ortam yaratılabilecek ve Türkiye’de tarımsal üretim hak ettiği önemi görmeye başlayacak. Aydın’daki kooperatifçilik hikayelerinden de gördüğümüz üzere Türkiye tarımında demokratik katılımlı işbirlikleri için büyük bir potansiyel ve arzunun olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Bu enerjinin bir an önce pratiğe dönüştürülmesi için çiftçilerin ve tüketicilerin taleplerine kulak vermek kaçınılmaz oluyor.

(1) Tarım Stratejisi (2006-2010). http://www3.kalkinma.gov.tr/PortalDesign/PortalControls/WebContentGosterim.aspx?Enc=51C9D1B02086EAFBE3C4606722857B8C

(2) Bugün var olan çeşitli destek başlıklarına https://www.tarimorman.gov.tr/Konular/Tarimsal-Destekler adresinden ulaşabilirsiniz.

(3) Üretici birlikleri, 2004 yılında çıkarılan 5200 sayılı Tarımsal Üretici Birlikleri Kanunu kapsamında mevzuata girmiş ve özerk bir örgütlenme şekli olarak tanımlanmıştır.

(4) Keyder, Ç. & Yenal, Z. (2011). Agrarian Change under Globalization: Markets and Insecurity in Turkish Agriculture. Journal of Agrarian Change, 11 (1), 60-86.

(5) https://www.ovacikdogal.com/ic/hakkimizda

(6) https://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2018/10/06/fatih-mehmet-macoglu-modelimiz-ovacikla-sinirli-kalmayacak/

(7) http://www.gucluanadolugazetesi.com/yeni-bir-kooperatif-kuruluyor-65639.html

(8) 2012 yılında Resmi Gazete'de yayımlanan 6360 sayılı On Dört İlde Büyükşehir Belediyesi ve Yirmi Yedi İlçe Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ile bu köyün statüsü resmiyette “mahalle” olarak değiştirilmiş olsa da burada yaşayanlar yaşadıkları yeri “köy” olarak tanımladıklarından dolayı ben de bu yazıda “köy” ibaresini tercih ediyorum.

(9) https://tarimsalhizmetler.izmir.bel.tr/tr/izmirmodeli/31/58

(10) https://www.izmir.bel.tr/tr/Projeler/izmirde-sut-devrimi/1399/4 ve https://www.dunya.com/kose-yazisi/tire-sut-kooperatifi/25772

(11) Katılımcının gerçek ismi gizli tutulmuştur.

(12) https://gazeteyenigun.com.tr/aydin-buyuksehir-ege-yem-le-ureticinin-yaninda/211695

*Arizona Üniversitesi, Antropoloji Bölümü, Doktora Öğrencisi