Körfez’de yükselen tansiyon: İran-ABD ve Çin

Artık Çin 80’lerin, 90’ların Çin’i değil. ABD de bunun farkında. Şimdilik İran’a daha fazla baskı uygulamayı, orada bir şeylerin değişmesini sağlamayı makul görüyor. ‘Bir şeylerin değişmesi belki de Çin’i kısmen de olsa sakat bırakabileceği için. Üstelik tüm bunlar Çin’in içeride önemli sorunlarla baş başa kaldığı bir dönemde yaşanıyor.

Google Haberlere Abone ol

Reza Behjati

Son aylarda İran ve ABD arasında yükselen gerilimin 1979’dan günümüze kadar gelen 40 yıllık süreçte en had safhalarına ulaştığını görüyoruz. Neden mi? Çünkü artık İran’a karşı açılan bu dolaylı savaşlar bir tek bu ülkeyi ilgilendirmiyor. Arka planda ABD Çin’le kozlarını paylaşıyor. Napoleone Bonaparte’ın kehaneti gerçekleşmek üzere. Napoleone iki yüz yıldan uzun bir süre önce Çin’in uyuyan bir aslan olduğunu, uyandığında da tüm dünyayı sallayacağını söylemişti. Bu aslan uyanmışken ve kendi tahtını geri almak için harekete geçtiği bir dönemde ABD’nin hiçbir şey yapmadan bekleyip sonunda ne olacağını izlemeye çekilmesi akıl kârı değil. Onu durdurmanın yollarını aramak gerek. Bunun için şimdilik en makul strateji onun beslenme kaynaklarına saldırmak, onları kuşatmak ve kısıtlamaktır. Hem sahip olduğu stratejik konumu hem de ABD’ye karşı uzun yıllardan beri sergilediği tutumu dolayısıyla İran’ın tam da bu zamanda neden bu denli önemli hale geldiği böylece su yüzüne çıkıyor.

ABD ile İran arasında sürekli var olan gerilimlerin bir yeniliği yok. Bu doğrudur. Fakat dozu hiç bu kadar artmadı. İran İslam Devrimi ve özellikle ABD konsolosluk çalışanlarına yönelik rehine krizi sonrası iki ülke arasında bağlar tümden kopuktu ve bütün siyasi ve iktisadi ilişkiler askıya alındı. ABD yönetimi tek taraflı olarak İran’a ekonomik yaptırımlar başlatırken, bütün Amerikalı bireylerin ve firmaların İran’la doğrudan ticari ve siyasi ilişkileri tümden yasaklandı. Ancak ABD’nin hem diğer büyük ekonomileri aynı yönde hareket etmek için ikna edememesi hem de yasalarda var olan boşluklar dolayısıyla ambargoların sürekli delinmesi yaptırımların etkili olmasını büyük ölçüde engelledi. ABD'li yetkililerin uzun yıllar boyunca olup bitenleri yakından takip etmelerine rağmen gidişata sessiz kalmaları anlamlıdır. Bunun nedenlerini şimdilik bir kenara bırakırsak, 2011 yılına kadar iki ülke arasında küçük çaplı tansiyon yükselmelerinin dışında her şey bu minval üzere devam etti. 

2010 yılında İran’ın nükleer programının Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'ne taşınmasıyla her şey değişti. Birleşmiş Milletler'in yanı sıra diğer büyük güçlerin de ABD’yle aynı yönde harekete geçmesi İran’a karşı çok ağır ve kapsamlı yaptırımların başlatılmasına neden oldu. Ve sonunda İran hükümeti müzakere masasına oturma çağrısına boyun eğmek zorunda kaldı. Birkaç yıl süren müzakereler nihayet 2015 yılında bir anlaşmayla (Joint Comprehensive Plan of Action; JCPOA) sonuçlanınca İran’ın nükleer faaliyetleri tümden rafa kaldırılıyordu. Böylece İran’ın tekrar uluslararası piyasalara geri dönmesi için yeşil ışık yakıldı. Fakat bu geri dönüş İranlılara eski günlerin özlemini de yaşatacaktı. Sosyal bilimlerde kobra etkisi olarak bilinen bir örnek vardır. İran’da kendi eliyle bu tuzağa düşmüştü. Çünkü hiçbir şey onlar için geçmişteki gibi olmayacaktı ve olmadı da. Bütün bunlara bir de giderek derinden dönüşen küresel düzenin sonuçlarını ekleyin. Çin’in bir dünya devi haline gelmesinde İran’ın doğrudan bir katkısı yoktu belki ancak bu ülkenin stratejik konumu ve politik ideolojisi onu ağır bedeller ödemek zorunda bırakıyordu.

Nitekim 2016 yılında Trump’ın başkan seçilmesi ile birlikte taraflardan en büyüğü Amerika Birleşik Devletleri’nin anlaşmaya sadık kalmayacağı ortaya çıkınca gerçekler de su yüzüne çıktı. Çünkü ABD’nin en önemli sorunu artık geleneksel düşmanı İran değil (İran artık tam olarak etkisiz bırakılmıştı ve anlaşmaya bağlı kalmaya gerek yoktu.), karşısında giderek daha fazla büyüyen ve onun varlığını tehdit eden Çin’di. Ve uyanan aslanın beslendiği kaynakların önemli bir kısmı İran’a bağlanıyordu. Peki nasıl?

Bugün Çin dünyanın en büyük üretici ve en büyük ticaret hacmine sahip ülkesi vasfıyla ilk önce dünyanın enerji kaynaklarına doğrudan bağlanmak zorundadır, ardından ürünlerini satabilecek sürekli pazarlar bulmalıdır. Şimdiye kadar enerji ihtiyacını Rusya’nın yanı sıra çoğunlukla Fars Körfezi (İranlıların bu konuda hassas olduklarını bildiğim için ben de Basra Körfezi yerine Fars Körfezi yazmayı tercih ettim.) etrafında bulunan birçok petrol zengini ülkeden temin etmeyi başardı. 2018 yılı verilerine göre Körfez ülkeleri Çin’in enerji ithalatının yaklaşık yüzde 50’sini karşılıyor. Ve bu noktada İran’ın coğrafi konumu önem kazanmaya başlıyor. Dünyanın petrol ihtiyacının büyük bir kısmını karşılayan Körfez’de tanker gemiler petrol aldıktan sonra Umman Denizi boyunca doğu yönünde hareket edip, oradan da okyanuslar üzerinden tüm dünyaya ulaşıyor. Çin de bu kaideden müstesna değil, Umman Denizi’nden Hint Okyanusu'na bağlanıyor ve oradan da Pasifik suları üzerinden uzun bir deniz yolu kat ettikten sonra Çin’e varıyor. Bu uzun ve meşakkatli yoldan kurtulmak için Çin’in büyük bir projesi var ve bu noktada Çin, İran’ın hayati konumunun farkında.

Son yıllarda Çin, İran’ın tam sınırına denk gelen ve Pakistan’ın güneybatısında bulunan Gwadar bölgesinde son teknoloji donanımına sahip bir konteyner liman kenti inşa etmektedir. Bir Kuşak Bir Yol Projesi’nin (Belt and Road Initiative; BRI) bir parçası olan bu liman karayolları, demiryolları ve boru hattı aracılığıyla doğrudan Çin’in batısına bağlanıyor. Liman tam olarak faaliyete geçtiğinde gemiler Umman Denizi üzerinden İran kıyılarına yaklaşıp Gawder bölgesinde tahliye edildikten sonra ham petrol boru hattı ve demir yolları aracılığıyla doğrudan Çin’in doğusuna ulaşacaktır. Ayrıca Çin'in Gwadar’dan Umman Denizi’nde gemi trafiklerini izleme ve takip etme şansına sahip olacaktır.

Önemli bir zaman ve maliyet düşüşü anlamına gelen bu gelişmelerin sadece enerji taşımacılığını hedeflediğini de söylemek pek saflık olur. Yeni rota ayrıca Çin malları için yeni pazarlara kolay erişimi sağlıyor. Bir Kuşak Bir Yol Projesi'nin bu bölümü böylece Orta Asya, Hindistan yarı kıtası ve Doğu Asya ülkelerini birbirine bağlanırken, Çin yönetimi İran’ın tam sınırına denk gelen bu bölgede körfez sularıyla bağlantılı olan bir altyapı inşa ediyor. Gwadar, Bir Kuşak Bir Yol Projesi'nin deniz yolları kısmının merkezi haline geldiği için, İran Çin için hem karada hem de suda hayati bir önem taşıyor. Ancak karada olan önemi birkaç kat daha fazla. İran Orta Asya ülkelerini Avrupa kıtasına bağlıyor. Bu da çok daha geniş ve büyük pazarlara erişimi olanaklı hale getiriyor. Bütün bunlar İran’ın neden Çin için bu denli önemli hale geldiğini ışığa kavuşturuyor.

Çin yetkililerinin İran’da başlattıkları projeler de bu senaryoyu doğruluyor. 2017 yılında Çin ve İran yetkilileri arasında gerçekleşen müzakerelerde, Çin İran’ın altyapı, üretim, su, enerji ve ulaşım projelerini gerçekleştirmesi için bu ülkeye 35 milyar dolar borç vereceklerini duyurdu. Projelerin finansman görevini ise Çin Kalkınma Bankası üstlenecekti. İran yetkilileri de aktarılan bu mali kaynakların tümünün Çin’in Bir Kuşak Bir Yol Projesi'ni gerçekleştirmek adına yapıldığını onaylıyor. Onlara göre borç veya yardım çerçevesinde aktarılan söz konusu mali kaynaklar altyapının güçlendirilmesi, karayolların genişletilmesi, demir yollarının uzatılması ve limanların büyütülmesine tahsis edilecektir. Spesifik olarak proje bazında baktığımızda Çin, İran’da bu ülkenin en önemli kutsal şehri olan Meşhed’le Tahran arasında 926 kilometre uzunluğunda hızlı tren demir yolu inşa ediyor. Meşhed İran’ın kuzeydoğusunda yer aldığından söz konusu demiryolu hattı Türkmenistan, Özbekistan, Kırgızistan ve Kazakistan’da geçerek Çin’in batısında bulunan Urumçi kentine bağlanıyor. 2 bin 300 km uzunluğundaki bu proje tamamlandığında Çin ve Tahran arasında gerçekleşecek taşımacılık işlemleri 45 günden 15 güne kadar inecektir. Bunun yanı sıra Tahran-Qom-İsfahan arasında da 415 kilometre uzunluğunda başka bir hızlı tren projesi yer alıyor.

Çin’in İran projesi tüm hızıyla devam ederken ABD yönetimi bütün bu gelişmeleri çok yakından takip ediyor. Bu işbirliğini durdurmak için de elindeki tüm kozları kullanmaya çalışıyor. ABD tarafından Çin ve İran işbirliğine kısıtlamalar getirmenin bir yeniliği yok. 1980’li yıllarda İran komşusu Irak’la uzun yıllar süren bir savaşın ortasında Çin’den savaşla ilgili teçhizat satın alırken, Çin ABD’nin büyük baskılarına maruz kaldı. Daha sonra İran’ın nükleer programıyla ilgili İran-Çin ortak çalışmaları da aynı akıbeti paylaştı. Fakat eski senaryo değişmiştir. Artık Çin 80’lerin, 90’ların Çin’i değil. ABD de bunun farkında. Şimdilik İran’a daha fazla baskı uygulamayı, orada bir şeylerin değişmesini sağlamayı makul görüyor. ‘Bir şeylerin değişmesi belki de Çin’i kısmen de olsa sakat bırakabileceği için. Üstelik tüm bunlar Çin’in içeride önemli sorunlarla baş başa kaldığı bir dönemde yaşanıyor. Buna ABD’nin Sun Tzu’nun öğüdüne daha iyi uyduğu mu yoksa Thucydides Tuzağı’na bir başlangıç olduğuna mı zaman karar verecektir.

Amerikalılar Çin’e karşı her yönlü bir saldırıya geçmişken bu defa gündemde İran var. Ticaret savaşları bu geniş projenin bir parçasıydı. Şimdi ise diğer unsurlara saldırmak, onları etkisiz bırakmak ön planda. İran söz konusu ‘diğer unsurların’ merkezinde yer alıyor. Geleneksel düşmanın misyonu değişmiştir. Değişen misyon için de farklı stratejilere ihtiyaç duyulur. ABD’nin, Çin’i durdurmak için İran’a olası saldırı planları olabilir. Şimdilik büyük maliyetlere katlanmadan onu etkisiz bırakmanın başka yollarını deniyor.