Seçimli demokrasinin hezeyanı

Plebisiter demokrasinin artık AKP’yi kurtaramayacağı öngörüldüğü içindir ki, 7 Haziran seçimlerinden beridir “kararnameler” süreci başlatılmıştır. Temsilin bu anlamda krize girdiğinin, AKP açısından temsil siyasetinin sonuna gelindiğinin de, kabul edilmesi gerekir. Yasamanın işlevsel, siyasal pozisyonu Cumhuriyet tarihi boyunca birçok kez zayıflatılmıştır. Bugün yaşanan, “kararnameler” ile meclisin siyasal momentin dışına itilmesidir.

Google Haberlere Abone ol

Eşref Avcı

AKP iktidar blokunun 7 Haziran seçimlerinden beridir ivmelenerek aşağı iniş trendine girdiği 23 Haziran itibariyle bir kez daha tescillendi. Rejimin kendi beka sorunu üzerinde şekillenen ve Gezi süreci ile birlikte niteliğini alan bu trend, toplumsal olarak seçim sathı üzerinden muhalefetin bütün kesimlerine umut vermiştir.

Toplumsal değişimin siyasal radikalizmler üzerine oturtulamadığı Türkiye toplumunun seçimli sistemi bir biçimde iktidara veya muhalefete verdiği mesajlar üzerinden okumak temsili sistemin alametifarikası olsa da, temsilin sorunlu karakteri sürecin kitleler lehine genellikle olumsuz karakterini de ortaya çıkarır.

Bir taraftan AKP’yle gönül bağı olan ve hatta ideolojik tercihleri şekillendirilmiş kitlelerin, gündelik çıkarlarına rağmen ideolojik tercihlerinde ısrar etmesinin temsil ile doğrudan bağı söz konusudur. Hakeza muhalefet gruplarının da, bu durumdan azade olmadığı belirtilmelidir. Ezilen sınıfların ekonomik ve siyasal çıkarları ile temsil siyasetinin yaratmış olduğu kısa devre burjuva siyasal rejimlerin sınıf siyasetini görünür olmaktan çıkarmakta ve ezilenlerin tercihlerini niteliksel olarak devre dışı bırakmaktadır.

İstanbul seçimleri üzerinde şekillenen sistem içi konumlanmalarda toplumsal talepler AKP ve İmamoğlu (CHP) üzerinden ifade ediliyor olsa da, ortada herhangi bir somut toplumsal talep söz konusu değildir. Önümüzdeki döneme yön verecek rejim içi çatışmaların rengini belirleyecek bütün kriz göstergeleri toplumsal talebe göre değil burjuvazinin taleplerine göre şekillenecektir.

Kürt sorununun, yoksulluğun, yolsuzluğun, adaletsizliğin diğer bütün kriz parametrelerinin söylem düzeyinde dahi tartışılmadığı böyle bir tablonun egemen kliğin gerilim siyasetinin yerine gerilimin düşürüldüğü bir söylemle ikame edilmesi söz konusu değildir/olmayacaktır.

Bütün bu sorunların gerilimsiz çözümünün mümkün ve olası olmadığı sorunların doğası ile ilgilidir. Kürt sorunun içerisinde bulunduğu çoklu sarmal (Suriye, yoğun çatışma durumu, HDP üzerinden verilen kriminalize yöntemleri vs.) bu sorunun çözümü konusunda gerilimsiz bir çözümü olanaksız kılmaktadır.

Yine yoksulluğun temel ekonomik parametreler üzerinden okunması işsizliğin bütün zamanların üzerindeki göstergeleri (yüzde 14,7 ile geniş tanımlı işsizlikte sekiz milyon civarı işsiz), enflasyonun yükseldiği, sanayi üretiminin gerilediği, kredi derecelendirme kuruluşlarının arka arkaya notları düşürdüğü bu tablonun gerilimsiz bir biçimde çözümü yine söz konusu değildir.

Yolsuzluğun AKP rejiminin temel karakteristiği olduğu, rejimin varlık koşulunun yolsuzluk olduğu ve bu yolsuzluğun sürekliliğinin adaletsizlik ile birlikte yürümesi gerektiği de görünür gerçeklerdendir. Burjuva siyasal yaşamın krizi yönetme biçimi asla gerilimsiz bir tarz değil bilakis gerilimin temel koşul olduğu diktatöryal tarzı gerektirir.

Emperyal hayallerin sermayenin ihraç niteliğinin söz konusu edilemeyeceği bir gasp rejimi ile birlikte hayale dönüştüğü/dönüşmek zorunda olduğu dış politik alan ise tam bir sıkışmayı ifade etmektedir. Bu sıkışma uluslararası hegemonun (ABD) krizinin sonucu olarak, “özerk” bir aktör olarak sahada yer kapmanın dayanılmaz cazibesinin yerine, uluslararası sermaye döngüsüne daha çok bağımlı hale geldiği, bu bağımlılığın yarattığı sistemsel çöküş emarelerinin önümüzdeki dönemde daha çok görüleceği ve hissedileceği AKP rejiminin bahsini ettiğimiz hangi sorunu gerilimsiz çözeceğinin göstergeleri mevcut değildir.

Plebisiter demokrasinin artık AKP’yi kurtaramayacağı öngörüldüğü içindir ki, 7 Haziran seçimlerinden beridir “kararnameler” süreci başlatılmıştır. Temsilin bu anlamda krize girdiğinin, AKP açısından temsil siyasetinin sonuna gelindiğinin de, kabul edilmesi gerekir. Yasamanın işlevsel, siyasal pozisyonu Cumhuriyet tarihi boyunca birçok kez zayıflatılmıştır. Bugün yaşanan, “kararnameler” ile meclisin siyasal momentin dışına itilmesidir. Yargının yine rejim eliyle bu denli siyasal pozisyon alması yine Cumhuriyet tarihi boyunca hiçbir iktidar kliğinin cesaret edemediği bir durumdur.

Dolayısıyla kararnameler marifetiyle iktidarın bu denli yoğunluk kazandığı bir rejimin hiçbir toplumsal sorunu gerilimsiz çözme gibi bir çabasının olamayacağı bilinmelidir. Bundan sonrası için olası her seçim, AKP’nin girdiği bütün seçimler gibi hezeyanın yoğunluğunun, paranoyanın çeşitli biçimlerinin devamı olacaktır. Dolayısıyla AKP’nin hayat bulduğu rejimin yaptığı her seçim; klikler arası bir devir teslimi değil, yeni ayak oyunlarının, seçim hilelerinin, olası bütün iktidar alanlarının niteliksel işlevsizliğinin koşullarını da yaratacaktır.

İktidar önümüzdeki günlerde bu hamleleri yaşama geçirecektir. İstanbul’un kaybı basitçe iktidarın kaybı değil ancak iktidar yoğunlaşmasında bir kayıptır. Bahsi geçen bütün toplumsal sorunlar konusunda muhalefetin bir cephe kurmasının olanakları da, muhalefet bileşimlerinin iktidarda yer kapma çabaları ile birlikte anlam kazanacaktır. CHP, İYİ Parti ve diğerlerinin birlikteliği burjuva anlamda demokrasiyi getirmeyecektir. Bunun yerine sol referanslara vurgu yapan bir cephe tarzının CHP’yi zorlayacak tarzda taban üzerinden CHP’nin devletçi kodlarına yapılacak her hamle bu sorunların çözümü konusunda daha doğru birlikteliklerin önünü açacaktır.

İstanbul seçimlerinde HDP ve Kürtlerin, hoşnutsuzların, solun önemli bir kesiminin tercihlerini görünür bir biçimde İmamoğlu’na yönlendirmesi, toplumsal taleplerin çözümünün yerel yönetimler üzerinden merkeze gönderilen mesaj olarak okunmalıdır.