Durum üzerine tezler I: Türkiye tarihinin esiridir

AKP kendi blokunu milliyetçilikle, ırkçılıkla konsolide etmek isterken, aynı siyaset ile diğer bloku felce uğratmak ve disipline sokmak ve diskredite etmek derdinde. Her iki blokta da içkin bir normalleşmiş ırkçılık mevcut olduğundan bunun sorgulamasına gerek yok gibidir. Bu durum Türkiye’de gerçek bir değişimin sınırlarını gösterir.

Google Haberlere Abone ol

Halis Yıldırım*

1) “Tüm ölmüş kuşakların geleneği, yaşayanların beyinlerine bir kâbus gibi çöker.“ Karl Marx, 18. Brumaire

Soykırım ve katliamlar Türkiye’nin güncel siyasetinde sürekli bir kâbus olarak var. Bu nedenle, siyasi gerginliğin zirveye tırmandığı dönemlerde soykırımlara ve katliamlara atıf yapılması bir tesadüf değil.

Yerel seçimlerin tetiklediği son 3-4 aylık süreç Türkiye tarihini yeniden tartışma arenasına dönüştürdü. Belediye seçimlerinin birincil konusu olması gereken modern şehir yaşamının getirmiş olduğu sorunlar yerine Türkiye tarihine karşı partilerin nasıl bir tavır aldığı gündemden düşmedi. İstanbul yerel seçiminin iptal edilmesiyle beraber, bir seçim süreci olmaktan adeta çıkan, içinden geçmekte olduğumuz dönem Türkiye tarihini tartışmaların merkezine koydu. Irkçı siyasetin ilk hedefinde Kürdistan ve Dersim vardı. Aynı blokun iki partisi olan AKP’lilerin ve MHP’lilerin konuşmalarında ve mitinglerinde ırkçılık birbiriyle yarışır hale geldi. Bir tarihsel bölge ismi olan Dersim’in 38 katliamından sonra dar bir şehir ismine sığmayacağı açık. Sözlü tarih anlatımlarının güçlü olduğu bölgenin yerel halkı, ne efsanelerinde, masallarında ne de klam denilen ezgilerinde ‘Tunçeli’yi kullanır; Dersim ve Munzur gibi yörenin kendi tarihinden gelen isimleri kullanılmaya devam eder.

MHP günümüz siyasetinin tarih ile bağlantısını kurarken doğrudan soykırıma referansta bulundu: "Popülizme yenik düşerek bazı çevrelere şirin gözükmek için geçmişi karıştırmaya çalışanların sonu, geçmişte dedelerinin başına gelenlerden çok farklı olmayacaktır.’’ Pontus ve Topal Osman isimleri de dolaşıma sokulmak kaydıyla ırkçı siyasetin toplumsal görünürlüğü de berraklaşmıştır.

Şu anda pratikte iki parti sistemine benzeyen, kendi tabanında konsolide olmuş iki bloktan birini AKP ve MHP oluşturuyorsa, diğerini de CHP, İYİ Parti ve onun seçmen kitlesi oluşturuyor. Kazandığı seçim AKP ve MHP tarafından iptal edilen Ekrem İmamoğlu’nun, tarihsel olarak Hristiyan Pontusların yaşadığı Trabzon’da doğmuş olmasından, “İstanbul’un bir Pontuslunun eline geçeceğine” varan bir ırkçılığa şahit olduk. ‘‘Burası İstanbul, bir diğer adıyla İslambol. Burası Konstantinapol değil ama burayı böyle görmek isteyenler var.’’

Türkiye siyasetinin iki temel bloku, AKP ve CHP, bir kez daha, Ermeni soykırımında, Pontus soykırımında ve Kürt Koçgiri ayaklanmasında önce Jön Türkler ile sonra da Mustafa Kemal ile yer alan Topal Osman’ı sahiplendi. İmamoğlu Topal Osman’ın emrinde olduğunu dahi açıkladı. Türkiye’nin işgal ettiği Kıbrıs’ın da Rum siyasi figürü Makarios da heykel üzerinden benzer bir ırkçı tartışma yarattı.

Bütün bunların bu dönemde neden yaşandığı üzerine düşünmek, bu ülkenin siyasi ve toplumsal dinamikleri üzerine kafa yormamıza yardım eder. AKP kendi blokunu milliyetçilikle, ırkçılıkla konsolide etmek isterken, aynı siyaset ile diğer bloku felce uğratmak ve disipline sokmak ve diskredite etmek derdinde. Her iki blokta da içkin bir normalleşmiş ırkçılık mevcut olduğundan bunun sorgulamasına gerek yok gibidir. Bu durum Türkiye’de gerçek bir değişimin sınırlarını gösterir. Bu dönemde taktiksel olarak Binali Yıldırım’ın Kürdistan ve Lazistan hakkında söyledikleri bile iktidar üstünlüğünün salahiyetleriyle ilgilidir. CHP’nin muhalefette böyle bir salahiyeti zaten yoktur. Binali Yıldırım’ın sözleri Erdoğan’ın içi boş Dersim özründen fazlasını zaten ifade etmez. En son Kürtlüğün bir köken olduğuna, Türklerin ise başka sıfatlara gerek kalmadan Türk olduğu noktasında her iki taraf da seçim öncesi anlaştı, yani iktidar muhalefeti de kendi istediği yere hızla getirdi.

Walter Benjamin’in 8. tarih tezinde değindiği şu noktaya bakmak gerekli: "Ezilenlerin geleneği, bize içinde yaşadığımız 'olağanüstü hal’in gerçekte kural olduğunu öğretir. Yapmamız gereken, bu duruma uygun düşecek bir tarih kavramına ulaşmaktır." Tarihe bakış noktasının ezilenlerin gözünden bakılması gerektiğini ve bu süreçten çıkan kavrama ile devletin siyasetindeki sürekliliği anlamakta yardımcı olacaktır. Dersim, Kürdistan, Pontus, Kıbrıs, Ermeni soykırımı, 6-7 Eylül pogromu Türkiye siyasetinin gündemine aniden ya da yeniden girmiyor, aksine Türkiye devletinin, toplumunun, siyasetinin ayrılmaz bir parçası olarak her daim başvurulacak, hedef gösterme araçları olarak hazır kıta bekliyor. Türkiye’de siyaset sık sık bunlar üzerinden kendi yok etme potansiyelini hatırlatıyor, muhalif gördüklerini bu kimliklerle özdeşleştirip onları hedef haline getiriyor, kuruluş ilkelerini hatırlatarak izlenmesi gereken yolu gösteriyor. Tam da bu noktada Marx’ın tarihi kâbus olarak yorumlaması, devletin varlığının, güçlendirilmesinin ve bekasının, tarihi meselleri halletmeye değil, suç ortağı olarak, bu kâbusu yeninden üretmeye yarayacağını hatırlatıyor bizlere.

Yazının bir sonraki tezi haftaya yayınlanacaktır.

*Halis Yıldırım: LMU Münih Üniversitesi’nde felsefe doktorası yapmıştır. Bu alandaki çalışmalarını sürdürüyor. Hegel, Gramsci ve Benjamin’de tarih anlayışı ve Ermeni soykırımı konuları ile ilgileniyor.