Metin Feyzioğlu ve ulusalcılığın 'yetmez ama evet'çiliği

Dün yaka paça birbirine girmiş görünen AKP ile Ergenekon-ulusalcı kesim bugün artık iç içe. 15 Temmuz darbe girişiminin ardından başlayan bu süreç giderek derinleşti. Ergenekon davasından yargılanan bazı asker, gazeteci vb. isimler, eski derin devletin simge isimleri, MHP, Perinçek ekibi, DSP operasyonu ve Feyzioğlu vb. peşi sıra AKP gemisine atlayan dünkü ulusalcılar, elbette bu hiç tesadüfi değil. Ne kadar sürer, bilemiyoruz

Google Haberlere Abone ol

Mahmut Üstün

Metin Feyzioğlu’nun bir süredir istikrarlı biçimde AKP hükümeti ile yakınlaşan bir tavır içinde olduğu görülmekteydi. Erdoğan’ın yargı reformu ile ilgili açıklama yaptığı toplantıda Erdoğan ve Feyzioğlu arasındaki yüksek elektrik içeren duygusal anlar bu yakınlaşmanın simgesi oldu.

Feyzioğlu’nun paylaştığı tweetlerle Erdoğan tarafından açıklanan yargı reformunu “AB standartlarını bile aşmak”, “Türkiye ittifakının ve büyük toplumsal kucaklaşmanın somut ifadesi” vb. gibi oldukça “sevindirik” ifadelerle selamlaması bu fotoğrafı iyice netleştirdi.

Kimi köşe yazarları Feyzioğlu’nun bu yakınlaşmasını AKP içinde kişisel kariyer arayışlarına yordu (Murat Yetkin), bir başkası Ergenekon ile AKP arasında kurulan iktidar ittifakının dolaysız ve biraz geriden gelen bir sonucu olarak yorumladı (Ruşen Çakır), kimileri de daha çok dava alacak ve para kazanacak olmanın heyecanı ile halihazırda süren büyük hukuksuzlukların üstünü örtmek gibi bir ilkesizliğe ve bencilliğe dikkat çekti (Ayşe Yıldırım). Pek çok hukukçu ise yaptıkları açıklamada açıklanan yargı reformunun geçmişte açıklananların bir benzeri olduğunu, hemen hiçbir temel yeni unsur taşımadığını, dolayısıyla ortada bu kadar “sevindirik” olmayı gerektirecek bir durum olmadığını belirttiler.

Başta Ruşen Çakır’ın değerlendirmesi olmak üzere hepsinde önemli doğruluk payları var. Ben ise bu yazıda konunun bir başka yanına dikkat çekmek istiyorum. Fakat Ruşen Çakır’ın yaklaşımı ile bizim yaklaşımımızın arka planında önemli bir fark olduğunu da bertmek gereği hissediyorum. Umarım bu yazı okununca okurların algısında bu farka da işaret etmiş olabilirim.

LİBERAL 'YETMEZ AMA EVET'ÇİLİK

Liberal çevrelerin yine AKP’nin büyük “hukuksal devrim”lerinden birindeki “yetmez ama evet” tutumunu hatırlarsınız. Liberallerin bu yaklaşımını sol/sosyalist iddialı çevrelerden onaylayanlar olduğu gibi, bu yaklaşım geniş çevreler tarafından büyük bir tepki de almıştı. Tepki verenlerin içinde benim gibi soruna sınıfsal bir yöntemle bakanlar da vardı ama “ulusalcıların” sesi çok daha yüksekti.

O dönem ve daha sonraları, yeri geldiğince ulusalcı kesimin anti AKP’ciliğinin sağlam bir zemini olmadığını, başka koşullar altında liberallerin gösterdiği tavrın bir benzerini ulusalcıların da göstereceğini söyledik. Bu konuda yalnızca liberallerle değil konjonktürel olarak yan yana düşmüş gözüktüğümüz ulusalcılar ile de ayrım çizgilerimizi çekmek ihtiyacı hissettik.

LİBERALLERİN VE ULUSALCILARIN ORTAK ZEMİNİ...

Bize göre hem pozisyonlar açısından hem de buna bağlı biçimde yöntemsel bakımdan bütün kavgalı görünümlerine rağmen liberalleri ve ulusalcıları ortaklaştıran çok temel ortaklıklar vardı. Pozisyon ortaklığı en genel anlamda verili sisteme bağlılıkları idi. Ulus devlet, temsili demokrasi, burjuva seviciliği aslında ortak noktalarıydı. Bir başka temel ortak noktaları ise alt sınıflardan duydukları ortak korkuydu. Ayrıldıkları nokta ise küreselleşme sürecinde izlenecek stratejilerdi. Biri; liberaller, küreselleşme sürecine bila kaydı şart uyum göstermeyi, diğeri; ulusalcılar, eski devlet yapısını köklü biçimde değiştirmeden bazı küçük rötuşlarla bu sürece dahil olmayı savunmaktaydı. Bize göre her iki stratejinin/programın bizi götüreceği yolun sonunda daha fazla otoriterleşme ve yoksulluk vardı. Bu açıdan aralarında hiçbir esaslı fark bulunmuyordu. Biri neoliberal otoriterlik, diğeri biraz daha antika bir otoriterlik… Sonuçta her ikisi de rötuş farkıyla temelde aynı ekonomi politikalar üzerinde bir konsensüs halindeydiler. Verili ekonomi politikalara demagojik söylemler dışında esaslı bir itirazları yoktu.

“Yetmez ama evet” diyen liberalizmden daha fazla etkilenen sol unsurların olduğu kadar “Hayır” diyen ve ulusalcılıktan etkilenen solcuların ortak biçimde es geçtiği en belirleyici konu buydu. Biri solun özgürleşme vurgusunu diğeri bağımsızlık vurgusunu sınıfsallıktan azade biçimde öne çıkarmaktaydı bu kesimlerin.

 ORTAK YÖNTEMSEL ZAFİYET

“Yetmez ama evet”çiler resmin bu bütünlüğüne ve AKP’nin tüm süreç boyu izlediği politikanın asli çizgilerine bakmak yerine resmin bir anına ve sürecin tali yanlarına bakmaktaydılar. Bize “bakın adamlar demokratik bazı adımlar atacağız diyor bunlara inanmamak, sırt dönmek önyargıdır, niyet okumaktır” diyorlardı. Elbette biz niyet okuyorduk; ama bunu yukarıda ifade ettiğimiz nesnel süreçlerin analizini esas alan bir yöntemi esas alarak yapıyorduk. Bu fark yöntemsel planda bizi söylenen sözlere değil izlenen çizginin genel seyrine ve bütünlüğüne bakarak tutum saptamaya yöneltiyordu. Yani AKP’nin önerilerinde tekil olarak bakıldığında olumlu gözüken bazı maddeler olsa bile, bu bizim tavrımızı belirleyemezdi. Zira bataklığın üzerine serpiştirilmiş güller bataklık gerçeğini değiştirmez. Olsa olsa bataklık gerçeğini güzelleştirmeye, meşrulaştırmaya yarar. Onlar ise söylenen sözleri ya da tekil olarak ele alındığında demokratik gözüken bazı değişiklikleri esas alarak tutum belirliyordu. Aslında temel fark küreselleşme ve burjuvaziye yönelik farklı tutumlardan kaynaklanıyordu. Onlar, işin özünde o çevrelere karşı bir hayli hayırhah bir yaklaşıma sahiptiler.

Ulusalcı kaygılarla hayır diyen solcularla ile de aşağı yukarı aynı yöntemsel zaaf nedeniyle farklı pozisyonlardaydık. “Ulusalcılık” denilen şeyin yapay ve konjonktürel bir ideoloji olduğunu, esasta eski devlet aygıtından dışlanan resmi ya da derin kesimlerin eski konumlarını koruma ya da yeniden elde etme amacının söylemsel bir ifadesi olduğunu söylüyorduk. Ve bu kesimlerin derdinin ne anti emperyalizm ne cumhuriyetçilik ne de laiklik olmadığını esas derdin devlet içi dar kliksel mücadelede kendilerine destek olacak bir toplumsal taban inşa etmek olduğunu belirtiyorduk. Bu kesimler açısından AKP ile yaşadıkları gerilimdeki ikinci sahici unsur ise ulusalcıların Kürt sorunundaki şahin politikayı temsil ediyor oluşlarıydı. Fakat bu “şahinlik”te nihayetinde eski devlet- pozisyonlarının korunması mücadelesinin bir parçası olarak önemliydi. Bu cenahta bize aynı liberallerden etkilenenlerin argümanlarıyla karşı koyuyorlardı. Onlara göre ulusalcıların dillendirdiği laiklik, cumhuriyet ve bağımsızlık hassasiyetlerinin gerçek bir zemini vardı ve biz “önyargılı yaklaşıyor”, “niyet okuması” yapıyorduk. Evet doğrudur biz yine aynı yöntem temelinde bir “niyet okuması” daha yapıyorduk.

Ve yine hukukçuların yaygın iddiasının aksine bu yeni yargı reformunda bazı tekil olumluluklar olsa da bizim için fark etmezdi. Çünkü AKP’nin rotasının demokrasiye, laikliğe, cumhuriyete, barışa değil tam aksi yöne olduğu apaçıkken, ortaya serpiştirilmiş bazı güllerin yalnızca kendi rotasında ilerlemesini engelleyecek güçleri şaşırtmak, nötrleştirmek ve hatta içlerinden bir bölümünü destekçi kılmak amacına yönelik bir muhalefet kapanından öte bir anlamı olamayacağı çok açıktır.

VE NİHAYET TARİHSEL İRONİ... BU KEZ ULUSALCILAR 'YETMEZ AMA EVET'Çİ

Bugün tablo çok daha net… Dün yaka paça birbirine girmiş görünen AKP ile Ergenekon-ulusalcı kesim bugün artık iç içe. 15 Temmuz darbe girişiminin ardından başlayan bu süreç giderek derinleşti. Ergenekon davasından yargılanan bazı asker, gazeteci vb. isimler, eski derin devletin simge isimleri, MHP, Perinçek ekibi, DSP operasyonu ve Feyzioğlu vb. peşi sıra AKP gemisine atlayan dünkü ulusalcılar, elbette bu hiç tesadüfi değil. Ne kadar sürer, bilemiyoruz. Belki pek yakında ayrışıp laiklik-cumhuriyet/milli irade-demokrasi lafazanlıkları eşliğinde yeniden kavgaya tutuşurlar.

Fakat yaşanan süreç artık açık biçimde göstermiştir ki AKP’nin demokrasi, laiklik, cumhuriyet, anti emperyalizm gibi bir derdi yoktur. Ama yalnızca AKP’nin değil liberal ve ulusalcıların da esas derdi bunlar değildir. İlki, küreselleşme sürecinde sorunsuz davranan bir AKP; ikincisi de devlet içinde eski konumlarını ya da benzer bir konumu kendilerine tahsis edecek bir AKP istemektedirler. Ve böylesi bir AKP ile hiçbir ciddi sorunları yoktur.

Demokrasi, özgürlük, eşitlik, anti emperyalizm, laiklik, cumhuriyet gerçekte ve yalnızca kendini sermayeden ve devletten azade kılan siyasi pozisyondakilerin sorunudur.

Dün sol adına ve demokrasi kaygısıyla liberallerin veya laiklik, cumhuriyet, bağımsızlık kaygısıyla ulusalcıların peşinden gidenlerin -gerçekten böyle bir kaygıları varsa- dün ile samimi, kompleksiz bir hesaplaşma yaparak liberalizmle ve ulusalcılıkla aralarına kesin ve kalın bir ayrım çizgisi çekmelerinin zamanı gelmiş ve hatta geçmektedir bile…