İran ABD’den daha akıllı olmak durumunda…

ABD ile İran arasında bilinçli, planlı ve isteyerek bir savaş çıkma olasılığı şimdilik güçlü görünmüyor. Fakat bu değerlendirmeyi büyük bir “ancak” izliyor. Neden “ancak”?

Google Haberlere Abone ol

Faruk Loğoğlu* 

ABD-İran eksenindeki gerginlik karşılıklı olarak hem söylem hem eylem planında giderek yükseliyor. 1979 İran Devrimi’nden bu yana ilişkileri bir türlü düzelmeyen/düzeltilemeyen bu iki ülkenin adeta bir savaşın eşiğinde olmaları, bizi de hemen yanı başımızda stratejik bir tehlike ve tehditle karşı karşıya bırakıyor. Dolayısıyla duruma iyi tanı koyarak ona göre bir yol izlememiz ulusal güvenlik ve çıkarlarımız açısından önemli.

İran’la imzalanan nükleer anlaşmadan Başkan Trump’ın bir yıl önce tek taraflı çekilmesiyle başlayan, başta petrol satışlarına olmak üzere İran’a uygulanan çok yönlü yaptırımlarla devam eden gerginlik son haftalarda had safhaya ulaştı. ABD’nin İran’ın doğrudan veya vekilleri aracığıyla Amerikan hedeflerine saldırılarda bulunacağına dair güvenilir istihbaratları olduğu iddiasını, İran ısrarla yalanlıyor. Bu arada İran’ın sıkı denetimi altında tutulan Körfez’de ikisi S. Arabistan, biri BAE, diğeri Norveç’e ait dört tankere yapılan saldırılar, Bağdat’ta Yeşil Bölge’deki ABD Büyükelçiliği'nin yakınına düşen roket gibi olayların hep İran’la ilişkilendirilmesi gündemin ateşini yükseltiyor.

Şimdi bu bağlamda 2019 yılında yaşanan belli başlı gelişmeleri sırasıyla bir hatırlayalım:

8 Nisan: ABD İran Devrim Muhafızları'nı terör örgütü olarak tanımlıyor. Hemen akabinde İran ABD’yi “devlet terörü” işlemekle suçluyor ve bölgede faaliyet gösteren bütün Amerikan güçlerinin terörist olduklarını ilan ediyor.

5 Mayıs: ABD “Abraham Lincoln” adlı uçak gemisi ve vurucu grubunu bölgeye gönderiyor. Ulusal Güvenlik Danışmanı (UGD) Bolton, “niyetimiz savaş değil ama, herhangi bir saldırıya karşılık vermeye tamamen hazırız” diyor.

8 Mayıs: Pentagon bölgeye amfibi savaş gemisi ve Patriot füzeleri gönderilmekte olduğunu açıklıyor. Aynı gün İran Cumhurbaşkanı Ruhani, eğer imzacı Avrupa ülkeleri 60 gün içinde mali kolaylıklarda bulunmazlarsa, nükleer anlaşmadan (bomba yaparız demeden) kısmen çekileceklerini duyuruyor. Karşılığında ABD, İran’ın metal ihracatını kapsayan yeni yaptırımlar uygulanacağını ilan ediyor.

19 Mayıs: Başkan Trump, “Eğer İran savaşmak istiyorsa, bu İran’ın resmen sonu olacaktır. ABD asla tehdit edilmemelidir” diyor. Hemen akabinde İran Dışişleri Bakanı Zarif, “İran binlerce yıl saldırganların hepsi gidinceye kadar dimdik ayakta durmuştur; ekonomik terör ve “soykırım çıkışları” İran’ın sonu olmaz,” yanıtını veriyor.

24 Mayıs: ABD, bölgeye 1500 asker daha göndereceğini açıklıyor. Karşılığında İran ellerindeki özel silahlarla Amerikan savaş gemilerini ve içindeki askerleri “denize gömebileceklerini” ileri sürüyor.

Bu tablo savaşa giden yolun taşlarını döşüyormuş gibi gözükse de aksini işaret eden ciddi dinamik ve olgular da vardır. Şöyle ki:

• Tehditkâr söylemlerinin yanı sıra Başkan Trump, İran’la savaş istemediğini, hedefinin rejim değişikliği olmadığını ve yeni bir nükleer anlaşma yapmak için müzakereye hazır olduğunu belirtiyor.

• Savaş yanlısı şahinler olarak bilinen UGD Bolton (Soğuk Savaş zihniyeti) ve Dışişleri Bakanı Pompeo (evanjelik Hristiyanlığına bağlı olarak aşırı İran husumeti ve İsrail yanlılığı) ile Başkan Trump arasında görüş ayrılıkları olduğu, Trump’ın bu ikilinin savaş ısrarından rahatsız olduğu ileri sürülüyor.

• ABD Kongresi'nde İran’la savaşa ciddi bir muhalefet var ve Başkanın Kongre’den yetki almadan savaş ilan edemeyeceğinin altı çiziliyor.

• Yine Amerikalı eski general ve uzmanlardan oluşan çevreler İran’la bir savaşın felaketle sonuçlanacağını kaydediyorlar. ABD’nin bölgedeki mevcut askeri yığınağı uzmanlara göre kayda değer olmakla beraber İran’ı işgal etmek için yeterli düzeyde olmadığı değerlendiriliyor.

• Kamuoyu yoklamalarına göre Amerikan halkının yüzde 64’ü nükleer anlaşmayı desteklerken sadece yüzde 40’ı Trump’ın İran politikasını onaylıyor, yüzde 51’i ise ABD’nin birkaç yıl içinde İran’la savaşa gireceğine inanıyor (21 Mayıs 2019’da yayınlanan Reuters/Ipsos anket sonuçları).

• 2020 seçimleri üzerindeki olası olumsuz etkisi nedeniyle Başkan Trump’ın yeni bir savaşa girmek istemeyeceği yorumları yapılıyor.

• Siyasi çevreler, STK’lar ve Amerikan medyası İran’a yönelik suçlamalar ve iddialara ilişkin istihbaratın, Irak konusunda yaşanan olumsuz deneyimlere referansla, inandırıcı olması noktasında titiz ve sorgulayıcı davranıyorlar.

• Mukabil sertlikte söylemlerine karşın İranlı yetkililer de savaşa hazır olduklarını ancak savaş istemediklerini ifade ediyorlar. Cumhurbaşkanı Ruhani, anlaşmadan kısmen çekileceklerini duyururken bile, bunun “savaş dili” değil “diploması dili” olduğuna vurgu yapmaya özen gösteriyor.

• Bölgede ve Körfez’de an itibariyle göreceli bir sükûnet ortamı sürüyor.

Bu veriler ışığında, ABD ile İran arasında bilinçli, planlı ve isteyerek bir savaş çıkma olasılığı şimdilik güçlü görünmüyor. Fakat bu değerlendirmeyi büyük bir “ancak” izliyor. Neden “ancak”? Çünkü Suudi Arabistan, İsrail ve Katar hariç Körfez ülkelerinin ABD ile İran arasında bir çatışma çıkması için özel bir gayret göstermeseler bile, bunu önlemek için çalışmadıkları da bir gerçek. Çünkü ABD’nin bölgedeki mevcut askeri yığınağı ortamı sürekli gergin tuttuğu için bir kaza yaygın çatışmaları tetikleyebilir. Çünkü devlet dışı aktörler tarafları çatışmaya götürecek eylemlerde bulunabilirler. Dolayısıyla şu ana kadar cereyan eden münferit olayların büyümeden geçiştirilebilmiş olması, bu çizginin bozulmayacağı anlamına gelmiyor. O nedenle istenmeyen, planlanmayan bir savaş çıkması olasılığını göz ardı etmemiz maalesef mümkün değildir.

Bu durumda İran’ın ABD’den daha akıllı davranması gerekmektedir. Başkan Trump İran’a “görüşelim” önerisinde bulunmuş ve bir telefon numarası dahi vermiştir. İran bu öneriyi her şeyden önce gerilimi düşürmek isteyen tarafın kendisi olduğunu göstermek için kabul etmelidir. Hedef illa “müzakere” değildir. Hedef öncelikle “konuşabilmek” olmalıdır. Konuşmanın müzakereye dönüşüp dönüşmeyeceği hususu zaman bırakılmalıdır. İlk amaç, acil durumlarda iki taraf arasında doğrudan bir iletişim kanalının bulunmasıdır. Hele bu aşırı gergin ortamda “sıcak hat” özellikle gereklidir. İranlı yöneticilerin halkın ekonomik sıkıntılarını ve bölgede zaten var olan gerginlikleri de dikkate alarak böyle bir adım atmaları doğru olur diye düşünmekteyim.

Öte yandan, eğer Türkiye komşuları ve bölge ülkeleriyle, ABD ve Avrupa’yla iyi ilişkiler içinde ve eski itibarına sahip olsaydı, bugün ABD ile İran arasında etkin bir arabuluculuk veya kolaylaştırıcılık rolü oynayabilirdi. Türkiye zamanında, iki komşusu İran ile Irak arasındaki savaşta bile tarafsızlığını koruyabilmiştir. Hatta savaşan bu iki ülkenin menfaatleri Bağdat ve Tahran’daki T.C. Büyükelçilikleri tarafından korunuyordu – ki bildiğim kadarıyla bunun diplomasi tarihinde emsali de yoktur. Dahası da var: Türkiye zamanında Suriye ile İsrail arasında da arabuluculuk yapabilen bir konumdaydı. İzlenen yanlış dış politikalar nedeniyle bu konum ve itibarın şimdi çok uzağındayız. Bugün arabuluculuk teklifi, tarihin garip cilvesidir ki İran’la yıllarca savaşmış, ABD işgaline uğramış Irak’tan, bölgeye çok uzak olan Japonya’dan gelmektedir.

Türkiye ne yapmalıdır? Soruyu yanıtlamadan önce, müdahaleci Suriye politikalarının ülkemize nelere mal olmakta olduğunu unutmayalım. ABD’nin işgaline uğrayan Irak’ın hâlâ ağır bedeller ödemekte olduğunu, bu bedelin ülkemize de siyasi, stratejik ve ekonomik olumsuz yansımaları olduğunu hatırdan çıkarmayalım. Dolayısıyla, daha önce de burada yazdığım gibi Ankara Washington’un yanında yer almamalıdır. İran kalıcı komşumuzdur. ABD’nin İran politikası hukuki zeminden, meşru gerekçelerden yoksundur. Türkiye’nin yanı başında bir savaşa ihtiyacı yoktur, olmamalıdır. Bu itibarla Ankara, ABD ile İran arasındaki gerginliğin bir silahlı çatışmaya dönüşmemesi için AB ve Irak başta olmak üzere yapıcı rol oynayabilecek tüm aktörlerle işbirliği ve dayanışma içinde olmalıdır.

*Emekli diplomat, eski CHP milletvekili