Sandık başkanı ne yaptı da sonuçları değiştirdi?

Yedi kişiden oluşan ve beş kişisi siyasi partilerden olan bir kurulda kamu görevlisi olmayan başkan ne yapmıştır da seçim sonuçlarını değiştirmiştir? Bu cevabın olmadığı bir seçim kurulu kararını gerekçeli saymak mümkün değildir.

Google Haberlere Abone ol

İzzet Doğan*

Anayasamız Yüksek Seçim Kurulu'nu (YSK) “yargı” bölümünde değil Cumhuriyetin Temel Organları “yasama” başlıklı bölümünde düzenlenmiştir. Bu bakımdan Yüksek Seçim Kurulu'nun bir mahkeme olmadığını ileri süren görüşler vardır. Ancak Anayasamızın 79'uncu maddesine göre, “seçimler, yargı organlarının genel yönetim ve denetimi altında yapılır” denilmektedir. Bu madde uyarınca seçimler YSK'nin yönetim ve denetimi altında yapılır ve bu kurul seçim uyuşmazlıklarını hakkında kesin karar verme yetkisine sahiptir. YSK yedisi asil dördü yedek olmak üzere 11 üyeden oluşur. Üyelerin altısı Yargıtay, beşi Danıştay Genel Kurulları tarafından seçilir. Belirlenen YSK üyeleri de kendi aralarında bir başkan seçerler. YSK'nin internet sitesinde yer verilen bilgilere göre, en önemli görevi ve yetkisi:

- Seçimlerin başlamasından bitimine kadar, seçimin düzen içinde yönetimi ve dürüstlüğüyle ilgili bütün işlemleri yapmak veya yaptırmak, seçim süresince ve seçimden sonra seçim konularıyla ilgili bütün yolsuzlukları, şikâyet ve itirazları incelemek ve kesin olarak karara bağlamaktır.

Kurulun kararlarının kesin oluşu ve bu kararlara karşı başka organlara başvurulamaması ayrıca bir eleştiri nedenidir.

GEREKÇE

YSK'yi bir yargı organı olarak kabul ettiğimizde kurul kararlarının gerekçeli olarak yazılmasının zorunlu olduğunu ileri sürebiliriz. Çünkü Anayasanın, yargı erkinin düzenlendiği “Üçüncü Bölüm”ünde yer alan 141'inci maddesinin 3'üncü fıkrası uyarınca “Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır”. Kamuoyu YSK’nin zorunlu olarak yazması gereken gerekçenin yazılmasını günlerce bekledi.

Yargı kararlarının gerekçeli olarak yazılacağı ayrıca hukuk ve ceza muhakemeleri ve diğer yargı organları usul yasaları düzenlemelerinde yer almıştır. Ceza Muhakemesi Kanunu’nun (CMK) 34'üncü maddesinin 1'inci fıkrası, “Hâkim ve mahkemelerin her türlü kararı, karşı oy dahil, gerekçeli olarak yazılır.” demektedir.

Bir adı da “Esbab-ı Mucibe” olan gerekçe ne demektir?

Sözlük anlamını bir yana bırakarak yargı karalarına göre gerekçe verilen kararın dosyadaki bilgilere, belgelere, kanıtlara özetle dosya içeriğine, akla-mantığa ve hukuka uygunluğunun açıklanmasıdır. Bir başka deyişle gerekçe; keyfiliği önlemek için yargının, dosya içeriği ve hukuk ilkelerine göre sonuca nasıl ulaştığının tartışılmasıdır. Gerekçeli kararda dosya içeriği dışında hiçbir şey tartışılmaz. Ancak bize göre konuyla ilgili Yargıtay inançları ile bilimsel görüşler ve belki de herkesçe bilinen yani maruf ve meşhur olaylar bu ilkenin dışında tutulmalıdır.

Gerekçe için Yargıtay, “Hükmün mantıksal dayanağını oluşturan gerekçe, somut olaya, akla, mantığa, bilimsel görüşlere ve yargısal içtihatlara dayalı olmalıdır. Bu özellikleri taşıyan bir gerekçe, kararların daha isabetli verilmesini sağlar, tarafları tatmin eder, yasa yolu aşamasında kararların denetimine olanak sağlar ve ayrıca bilimsel ve içtihat hukukunun gelişmesine olanak tanır.” demektedir. Bir başka kararında da Yargıtay, “Mahkeme kararları, tarafları ve herkesi inandıracak ve Yargıtay denetimine olanak verecek biçimde olmalı, Yargıtay’ın gerekçelerle tutanak denetimini yapması ve bu açıdan disiplin işlemlerini yerine getirmesi için, kararın dayandığı tüm verilerin, bu veriler konusunda mahkemenin ulaştığı sonuçların, iddia, savunma ve tanık anlatımlarına ilişkin değerlendirmelerin açık olarak gerekçeye yansıtılması, belirsiz, kapalı ve duraksamalı söylemlerden kaçınılması ve genelleme yapılmaması gerekir.”

Gerekçe konusunda “Esbab-ı Mucibe'den Retoriğe” isimli 1594 sayfalık bilimsel bir yapıtı hukuka ve bizlere kazandıran meslektaşım Hilmi Şeker “gerekçenin, hukukun üstün olduğu yerlerde bağlayıcı, Kara Avrupa’sı hukukunda yönlendirici olduğunu, sözleşme ile birlikte adil yargılama hakkının bir parçası olarak, demokratik hukuk devletlerinde, gönüllere taht kurduğunu” belirtmektedir.

Yukarıda açıkladığımız gibi Yargıtay, kararların tarafları ve herkesi inandıracak nitelikte olmasını aramaktadır. Bu bağlamda YSK'nin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçiminin iptal edilmesi kararının gerekçesinin kamuoyunu inandırdığını iddia etmek mümkün değildir.

YSK'nin açıkladığı 250 sayfalık gerekçeli karar için Habertürk yazarı Muharrem Sarıkaya, "250 sayfayı okudum, gerekçeye de gerekçe lazım" ifadelerini kullanarak: “Bugüne kadar hiç rastlanmadığı bir şekilde gerekçeli kararda kısa kararın dışına çıkılmış; karar genişletilmiş.

Oysa kısa karar hüküm niteliğinde olup, gerekçeli kararın da hükme uygun olması gerekir.

Buna rağmen oy döküm cetvellerine ilişkin iddialar da gerekçeli karara eklenmiş, demiştir.

YSK’nin iptal kararının en önemli nedeni olarak mevcut 31 bin 124 sandıktan 754'ünde sandık kurullarının oluşumunda başkanın kamu görevlisi olmadığı neden gösterilerek kararın 207'nci sayfasında: “Bu şekilde oluşan sandık kurullarının yaptıkları seçim iş ve işlemlerine itibar edilmeyecek olması, sonuca müessir olay ve haller kapsamında değerlendirilerek seçimin neticesine müessir görülmüştür” düşüncesine yer verilmiştir.

YSK’nin Başkanı dahil yılların hukukçusu diğer üyeler yukarıdaki görüşü gerekçe yetersizliğinden ötürü anlayamadıklarını açıklamakta ve sanki: "iyi ama sandıkların oluşumunda kamu görevlisi başkan olarak görev yapmamış ise, görev yapanlar sonucu nasıl etkilemişlerdir. İşte bunu açıklayın” diye sormaktadırlar. Yani yedi kişiden oluşan ve beş kişisi siyasi partilerden olan bir kurulda kamu görevlisi olmayan başkan ne yapmıştır da seçim sonuçlarını değiştirmiştir? Bu cevabın olmadığı bir seçim kurulu kararını gerekçeli saymak mümkün değildir. Doyurucu ve yeterli gerekçe taşımayan ve YSK üyeleri ve hukukçuların anlayamadıkları bir kararı seçmenlerin anlamasını ve böyle bir karara inanmasını beklemek hakseverliğe uygun değildir.

*Emekli İstanbul Hâkimi