Yakın tarihimize ait iki tarihi belge: Alişêr Efendi'nin mektupları

Yıllardır Dersim halkı üzerine spekülatif haberler yayan, Zazaların Kürt olmadığını, Kürtlerin hakları ve Kürdistan'a özgürlük diye bir istemleri bulunmadığını iddia eden, bu amaçla işi yalan ve iftiraya kadar vardıran çevreler, bunları okuyunca ne yapacaklar acaba?

Google Haberlere Abone ol

Munzur Çem

Kırmancca (Zazaca) Vate kültür dergisinin 59'uncu sayısında, 1. Dünya Savaşı yıllarında Koçgîrî dahil Dersim'deki politik gelişmeleri açıklığa kavuşturan çok önemli iki belge yayınlandı. Bunlar, 1920 yılında Alişêr Efendi tarafından kaleme alınan iki mektuptur. Yıllar önce, yazar Evin Çiçek tarafından bana iletilen mektupları Latin alfabesine çevirmesi ve günümüz Türkçesine uyarlaması için M. Selim Uzun'a yolladım. Ne var ki yayınlanmaları hayli gecikti. Bunun nedeni, belgeleri transkribe eden M. Selim Uzun tarafından yazılan ön açıklamada dile getiriliyor, benim ayrıca değinmeme gerek yok.

Mektuplardan biri, 3 Mart 1920 tarihli olup Alişêr Efendi tarafından İstanbul'da bulunan Kürdistan Teali Cemiyeti Başkanlığı'na gönderilmiş. Alişêr bu mektubu "Sıvas, Zara, Ümraniye, Kürdistan Teali Cemiyeti Şube Reisi Koçkirilizade Alişir" unvanıyla imzalamış.

Alişêr'in Kürdistan Teali Cemiyeti'ne üye olduğu öteden beri söyleniyordu ama bu bilgiler belgeye dayalı değildi. Mektup bu konudaki tereddütleri ortadan kaldırıyor. Alişêr, Kürdistan Teali Cemiyeti'nin sadece üyesi değil, aynı zamanda bulunduğu bölgede şube başkanıdır ve politik çalışmalarını da bu cemiyetin bilgisi dahilinde yürütüyor.

Alişêr Efendî, bu mektupta Jîn ve Kürdistan gazetelerinin bir süredir ellerine geçmediğini dile getiriyor, bunun devlet tarafından engellendiğini belirtiyor, kurum olarak da "Teşkilatı Milliye"nin adını veriyor, ardından şunları söylüyor:

"Zira biz Kürtler, Teşkilatı Milliye'lerine dahil olmadığımız gibi, (bunu) (1) kabul etmeyeceğimizi de hükümete bildirmiş bulunuyoruz. Bundan dolayı (Kürdistan Teali Cemiyeti Şubesine) gelecek yayınlara, evrak ve benzeri şeylere el koyabiliyorlar“. (2)

Mektupta göze çarpan ikinci önemli nokta, Alişêr'in baştan itibaren "Türklük" ve "Turanilik" davası güden İttihat ve Terakkî'ye güvenmediğini gösteriyor.

Alişêr'ın ısrarla üzerinde durduğu ve dikkat çektiği noktalardan biri de Türk hükümetinin, Kürtlerin durumu ve Kürt halkı ile ilişkileri konusunda iç ve dış kamuoyunu aldatmak için harcadığı ve çoğu gerçek dışı bilgilere dayanan çabalardır. İnsan Alîşêr'in bu konu ile ilgili yazdıklarını okuyunca, kendisini bugünün Ankara'sında hissediyor. Alişêr Efendi Sivas'a bağlı Koçgiri ve Zara yöresinde Kürt halkının yaşadığını ve bu yörelerin Kürdistan'ın parçası olduğunu şu şekilde ifade ediyor:

"Bilgi için şunu (da) arz eyliyorum ki, Kürdistan'ın ortasında yer alan Harput ve Dersim'den başlayarak Sivas ile Kızılırmak kaynağı olan Zara ve Koçgirili kazası esasen Harput vilayetine bağlı iken, pek yakın zamanda Sivas'a dahil edilmişse de, hududu ve toprağı ve ulusal geleneklerimizle Kürdistan'a bağlı bulunuyoruz. Dersim zaten sancağımızdır…".

Alişêr Efendi, bölünmüşlüğün Kürt halkı bakımından yarattığı sıkıntıları gördüğü ve bildiği için, birliği öne çıkartan bir çizgi izliyor. Mektubunda İslami vurguyu sıkça öne çıkartması da aynı hassasiyetin bir yansıması olsa gerek. Çünkü usta politikacı ve ateşli yurtsever, bölünmenin en çok da Alevi-Sünni çelişkisi görüntüsü ile ortaya çıktığının ve çıkabileceğinin bilincindedir. Bunu yaparken Kürt ulusu ile ülkesi Kürdistan'ın bölünmezliğini vurgulamaktan da geri kalmıyor. O, Dersim ve çevresi halkının, silahlı yiğitlerinin buna izin vermeyeceğine olan inancını ise şu sözlerle dile getiriyor:

"Dersim ve çevresi, bu gün 300 bini aşan eli silahlı Tanrı yiğidi dışarıdan gelecek ve içeriden olacak ihtiras sahiplerine nasıl hakkını teslim etmek ister.

Allahuteala izniyle teslim etmez ve edemez! Çünkü hak haktır, Kürdistan Kürdistan'dır. (Siyahlık bana ait, M.Ç,) (Kürdistan) ırken ve dinen bir bütündür ve ayrılamaz…

***

7 Mart 1920 tarihini taşıyan ikinci mektup "İstanbul'da Saygıdeğer Kürdistan Teali Cemiyeti Aracılığıyla Genel Barış Konferansı'nda Kürt Ulusal Delegasyonu Başkanı Şerif Paşa Hazretlerine" hitabıyla başlıyor.

Mektubun altında imzası bulunan kişiler şunlar:

Reislerden

Tuzlucazade Mehmet Ferit İbrahim

Resilerden

Muhamet Munzur, Mehmet Emin

Dersim Seyyidan Aşireti Reisi İdare İbrahim

Dersim Şeyh Hasan Asireti Reisi Seyit Rıza

(imza)

Dersim Yöresi Erzincan Koçgiri ve Kangal ve Darende ve Akçadağ Kürdistan'da yerleşik tüm Kürt milletini temsil eden Koçgirilizade ALİŞİR.

Koçgirili reislerden Mehmet Kamil

Koçgiri aşiret reislerinden Mahmud

Erzincan'da Mukim umum aşiretlerinden Mustafazade Husên

Mektup imzacıların dünya halklarının hak eşitliğine ve özgürlüğe olan inancını ve bağlılığını ifade eden şu cümle ile başlıyor:

"Dünya halklarının serbestçe gelişmesini ve yaşam hakkını bağışlama ve kabul etme hakkında evreninin yaratıcısının manevi hikmetine inanarak, yeryüzünde tüm insanların haklarına eşitlik ve adaletle riayet eylemlerinizden olmalıdır ki, sizin gibi uygun kişilere galibiyet tecelli etti…"

İmzacılar, güven duydukları ve temsilcileri olarak gördükleri Şerif Paşa vasıtasıyla Konferans'a katılan galip devletlerin temsilcilerine şu şekilde sesleniyorlar:

"… İşte insanlık dünyasına köklü bir uygarlık, yiğitlik alicenaplıkla bağlı ve bunun bilincinde olan (ve) yalnız dini bir bağla Osmanlı hükümetiyle birlik içinde yan yana kalan sekiz milyon Kürt milleti (siyahlık bana ait, M.Ç.), bu hakkı sizin gibi büyük bir cihan mahkemesinden talep etmiş ve etmektedir."

İmzacılar bu mektupta 1. Dünya Savaşı sırasında yörede yaşamakta olan Kürt, Ermeni ve Rum halklarının, İtilaf Devletleri'ni temsilen Rusya'nın Erzincan'daki temsilcileri olan diyaloğuna, Bolşevik Devrimi'nin gerçekleşmesi üzerine ters yüz olan politik ilişkilere ve ardından yaşanan trajik olaylara yer veriyor ve Alişêr'in Kürt temsilcisi olarak yaptığı çalışmalardan bahsediyorlar. Onların verdikleri bilgiden anlaşılıyor ki Alişer, 1916 yılında Dersim ve ve öteki Kürtleri temsilen, görüşmelerde bulunmak üzere Erzincan üzerinden Rusya'ya gitmiş ve "sekiz milyon Kürt"(siyahlık bana ait, M. Ç.) adına görüşmelerde bulunmuş ve yanında bulunan ve 11 Dersimlinin imzaladığı muhtırayı Rusya'ya ve İtilaf Devletleri'ne sunmuş.

Mektupta ayrıca, Türk yönetiminin, 1916 yılında Harput taraflarında, Mazgirt ve Pax (Pah) çevresinde 17 bin Kürt emekçisini katlettiğine de dikkat çekiliyor. İmzacılar mektubun sonunda, özgürlüğe olan inançlarını ve bunun için mücadele kararlılıklarını şu cümlelerle dile getiriyorlar:

"Bu yoldan ulusal geleceğimize engel olmak isteyenlere karşı Tanrı'nın yardımıyla ulusal varlığımızı gösterecek, (güçte olduğumuza) ve hakkaniyet kılıcıyla haklarımızı elde edeceğimize emin isek de (…) biz Kürt milleti dahi Allah'ın izniyle kendi kaderimizi ve ulusal bağımsızlığımızı tayin için bütün dünyaca bilinen Kürdistan'ın doğal sınırı bulunan Erzincan'ın kuzeyindeki dağlarla Kızılırmak'ın kaynağı ile güney havzasını teşkil eden Zara, Koçgiri ve diğer bölümleriyle büyük bir kitle (olarak), ezeli vatanımızın Kürdistan olarak (siyahlık bana ait, M.Ç.) tanınması konusunun kayıt ve temsil ile…."

İşte sözünü ettiğimiz iki belgenin özeti böyle. Bu bilgileri kamuoyuna sunarken aklımdan geçen bir soruyu da aktarmak istiyorum:

Yıllardır Dersim halkı üzerine spekülatif haberler yayan, "Zazalar Kürt değil, onların Kürtlerin hakları ve Kürdistan'a özgürlük" diye bir istemleri olmadığını iddia eden, bu amaçla işi yalan ve iftiraya kadar vardıran çevreler, bunları okuyunca ne yapacaklar acaba? Utançtan yüzleri kızaracak, yol açtıkları tahribatlardan dolayı en başta halktan özür dileyecekler mi? Yine yalan ve iftira ile küçük düşürmeye çalıştıkları, sınır tanımaz ölçüde hakaret ettikleri M. Nuri Dersimi'ye dönüp "Sana haksızlık ettik, bizi affet" diyecekler mi? Söz konusu kara propagandaya karşılık gerçekleri açığa çıkartmaya çalışan ve bu nedenle de iftira, hakaret ve hatta tehditlerle yüz yüze kalan bizlere de aynı şekilde özür borçları olduğunu hatırlayacaklar mı?

Bilmeden bu oyuna alet olmuş olanlar bakımından böyle bir durum mümkün ama bilerek bu yola başvuranlar için aynı şeyi söyleyemeyiz. Onlardan, bilerek ve isteyerek, anti-Kürt duygularla yaptıkları bir işten dolayı pişmanlık duymalarını beklemek hayalperestlik olur. Eminim ki bu çevre, bu güne kadar çuvallar dolusu belgeyi nasıl görmezlikten geldiyse, bu mektuplarla ilgili olarak ta aynı pişkin tavrını sürdürecek ve gözlerini gerçeklere kapatmaya devam edecek.

Sonuç olarak, bu belgeleri arşivlerde bulup çıkartan yazar Evin Çiçek'e, onları sabırla Latin alfabesine çeviren, ardından da aynı titizlikle günümüz Türkçesine uyarlayan M. Selim Uzun ile Vate dergisinin redaksiyonuna ve emeği geçen derginin öteki çalışanlarına teşekkür borçluyuz.

Bu arada satırlarıma son verirken, Vate okurlarına yönelik bir istemimi de dile getireyim:

Okurlar, sadece bu mektupları okumakla yetinmesinler. Onlar mümkün olduğu kadar bunları çok kişiye, yazılı ve görsel basına ulaştırmaya, dağıtmaya çalışsınlar.

1) Parantez içerisindeki kısımlar M. Selim Uzun'a aitler.

2) İtalikler M. Çem`e aittir.