'Milli irade' popülizmi neden yüceltilir?

Çok partili sistemde milli irade ile meclis çoğunluğu arasında ortaya çıkan özdeşlik, küçük de olsa parlamentoda oluşan çoğunluk ile milli irade arasında özdeşlik varmışçasına; iktidarı elde eden grubun, egemenliği tek başına, engellenmeksizin kullanmasını meşru gören bir anlayışa yol açmaktadır.

Google Haberlere Abone ol

Nazım Tural* - [email protected]

Günümüz siyaset söyleminde, Rousseau tarafından geliştirilmiş “genel irade’’ kuramı, özellikle çoğulcu demokrasi kültürünün gelişmediği ülkelerde, iktidarın meşruiyetini kitlelere kabullendirme ve popülist politikaları sürdürmenin başlıca aracı olarak “milli irade’’biçimde kullanılmaktalar.

Aydınlanmanın önde gelen düşünürlerince geliştirilen, “toplum sözleşmesi” olarak anılan öğreti; esas itibariyle, siyasi iktidarın kaynağını ilahi/tanrısal iradeden halka aktarma amacıyla geliştirilmiş bulunmakta. Rousseau’nun kuramını genel irade kavramına dayandırması, bu kavramın günümüze uzanan tartışmalara ve bozulmuş hali, milli iradeye dönüşmüş durumdadır.

Rousseau’ya göre; sözleşmeyi yapanlar, bütün yetkileri, geri alınmayacak şekilde sınırsız yetkilerle donatılmış bir krala devretmek yerine; soyut bir egemen güce, “genel iradeye’’ yani “halkın tümüne” devretmektedirler. Egemen gücü yansıtan genel irade, kamu gücünü, devletin kuruluş amacına, yani herkesin iyiliğine uygun bir biçimde yönetmekle yükümlüdür. Rousseau, genel iradenin tek tek tüm insanların iyiliğini temsil ettiğini, tek tek insanların yanılabileceğini, ancak genel iradenin yanılmayacağını ileri sürmektedir.

Genel irade kavramı; çok farklı etnik ve dini gruplar; işçi-işveren gibi ekonomik çıkarları çatışan sınıflar, farklı cinsiyet grupları, farklı amaçlar için çalışan sivil toplum grupları gibi, birbiriyle sürekli çatışma içinde olan farklı toplumsal grupların "ortak bir irade"si olacağı gibi bir varsayıma dayanmakta ve günümüz çoğulculuk anlayışını da reddeden bir kavram olmaktadır.

Rousseau’nun yanılmaz, vazgeçilmez, devredilmez dediği genel irade; özellikle gelişmemiş, demokrasi kültürünün gelişmediği, seküler dünya anlayışının yerleşmediği toplumlarda, seçmenin çoğunluğunun tercihini yansıtmasa dahi, tüm farklılıkları, çatışan çıkarları kapsayan ve temsil eden bir kavram olarak benimsenebilmektedir. Diğer bir anlatımla, yurttaşların bireysel tercih ve iradelerinin üzerinde yer alma varsayımıyla, bütün ulusun/toplumun üstün iradesi olarak anlaşılan genel irade kavramı, anayasal denetim mekanizmalarının eksikliği durumunda bu iradeyi siyasal çoğunluk adına kullananların, popülist, otoriter, antidemokratik uygulamalarına meşruiyet kazandıran bir politik söylem olarak yüceltilmektedir.

Rousseau tarafından geliştirilmiş ‘’genel irade’’ kuramı, genel iradenin kullanılmasının ifadesi olan egemenliğin bölünemez olması nedeniyle, ‘’kuvvetler ayrımını’’değil,“kuvvetler birliği’’ni öngörmekte, bu nedenle de otoriter yönetimlere meşruiyet kazandırmaktadır. Bu yönüyle Rousseau kuvvetler birliğini benimseyerek mutlak bir egemenlik anlayışını savunmakta, hem de otoriter yönetimlere düşünsel temel oluşturmaktadır.

JAKOBENLER VE GENEL İRADE KURAMI

Genel irade kuramı, Fransız Devrimi’ni gerçekleştirenlerce, toplum yerine millet, genel irade yerine milli irade konarak ‘’milli egemenlik kuramı’’ olarak benimsenerek, politikalarının düşünsel temeli olarak geliştirildi.

Jakobenler, Aydınlanma filozoflarının görüşlerinin etkisi altında olmakla birlikte, otoriter halk egemenliği olarak yorumlanabilen, genel irade öğretisini de benimsemişlerdi. Bu benimseme, Jakobenlerin; eski rejim, monarşi ve kiliseyi tasfiye, toplum üzerindeki etkilerini bütünüyle ortadan kaldırma, yeni bir devlet ve toplumsal yapılanmaya yönelik radikal değişimleri destekleyecek düşünsel temel olarak kullanıldı.

Fransa’da devrimin ardından iktidarı ele geçiren Jakobenler kurdukları otoriter yönetimle, sosyal maliyeti ne olursa olsun kendi hedeflerini topluma dayatan, amaçlarına ulaşmak için şiddet dahil olmak üzere, her türlü aracın kullanılmasını Rousseau’nun genel irade öğretisi ile meşrulaştırma yoluna gitmişlerdi.

Jakobenler, kurucu mecliste çoğunluğu sağlayarak, halk egemenliğinin meclis tarafından temsil edileceğini ileri sürmüşler, çoğunluk iradesini, herkesin uyması gereken genel irade olarak benimsemişler, böylece, çoğunluk despotizmine yol açan bir anlayışla, eski rejimin yandaşlarını, devrime karşı çıkanları, halk düşmanı ilan ederek, “özgürlüğün despotizmi” adı altında terör uygulamışlardır. Diğer yandan, Jakobenler şiddet politikalarını desteklemek üzere ortaya attıkları "iç düşman" söylemi ile, “onların dış düşmanlardan daha tehlikeli oldukları”nı yineleyerek, meşruiyet arayışlarını sürdürmüşler, yaklaşık 40 bin kişiyi giyotine göndermişlerdir. Jakobenler, "yozlaşmış insan", "halkın düşmanı" gibi suçlamalarını bütün siyasal rakiplerine karşı kullanmışlar, ortak çıkarın korunması için bu "erdemsiz insanların" giyotine yollanarak yok edilmesini kaçınılmaz bir zorunluluk olarak göstermişlerdir.

Görüleceği üzere, Rousseau’nun doğrudan demokrasi tezleri ile genel irade arasında kurduğu özel ilişki, Jakobenizm’in seçkinci siyasal öğretisiyle otoriter rejimlere meşruiyet sağlayan düşünsel temel oluşturmuş bulunmaktadır.

Jakobenler diğer yandan da, Rousseau’nun kuvvetler ayrılığını reddeden, egemenliğe mutlak ve sınırsız bir yetki tanıyan görüşlerini, kendi amaçlarına uygun biçimde yorumlayarak, üç kuvvetin yetkilerinin mecliste birleştiği bir sistemi uygulamaya koymuşlardır. Bu anlayışı daha da ileri götüren Jakobenler, Meclis çoğunluğunun aldığı kararların, halk iradesinin somut ifadesi olduğunu ileri sürerek; yurttaşların iktidarı elinde tutan Jakobenlerin iradesine kendi iradeleri olarak itaat etmelerini istemişlerdir.

Rousseau’nun ileri sürdüğü kuram, temsil sistemi içinde uygulama ile sonuç itibariyle meclislerde çoğunluğun her zaman haklı ve yaptığı her işin doğru olduğu sonucuna götürmekte, diğer siyasal grupların hak ve çıkarlarını dikkate almayan bir çoğunluğun otoriter yönetimini meşrulaştırmaktadır. Bu nedenle de, çoğunluk iradesine büyük bir güç atfederken, bireysel özgürlükler göz ardı edilmektedir.

Rousseau’nun öğretisi, genel irade ve egemenliğe mutlak bir güç atfederek, siyasi otoriteye birey üzerinde sınırsız yetki tanıyan yorumlara yol açması ve siyasi baskı aracı olarak kullanılmaya yatkınlığı sebebiyle özellikle özgürlükçü düşünürler ve yorumcular tarafından her zaman eleştirilmektedir.

Milli irade kavramının yüceltilmesi Jakobenlerin genel irade yerine koydukları milli egemenlik kuramına göre; bir ülkede yaşayan insanların kişiliklerinden ayrı manevi kişiliği olan "millet" egemenliğin tek ve meşru kaynağıdır ve onun tarafından seçilen temsilciler vasıtasıyla kullanılır. Günümüzde, milli irade “kutsiyet” atfedilerek, farklı çıkarların çatışmasını göz ardı eden, tüm toplumu, farklılıkları kuşatan ve temsil eden yapay bir kavram olarak kullanılır hale gelmiş bulunmakta, bir tür meşruiyet kazanmış olmaktadır. Bu yaklaşımı benimseyen kitle partileri de -popülist söylem içinde-, çatışan çıkarları temsil eden seçmenlerin belli bir orandaki, bazen yüzde 25-35 oy verenler ve oy vermeyenler dahil, tüm seçmenleri yönetme yetkisini savunan otoriter çoğunlukçuluk anlayışını meşru kılan bir yaklaşımı temsil etmektedirler. Sonuçta, tüm seçmenler iktidarın tercihlerine bağımlı hale gelmiş olmaktadırlar.

Çok partili sistemde milli irade ile meclis çoğunluğu arasında ortaya çıkan özdeşlik, küçük de olsa parlamentoda oluşan çoğunluk ile milli irade arasında özdeşlik varmışçasına; iktidarı elde eden grubun, egemenliği tek başına, engellenmeksizin kullanmasını meşru gören bir anlayışa yol açmaktadır.

Buna göre; milli irade, pratikte çoğunluk iradesine indirgenmiş olmakta; genel irade kuramının vardığı nokta olan, milli irade-çoğunluk iradesi özdeşliği ile, belli bir grubun tek başına yönetiminin meşru ve doğru olma kabulü yanında mutlak ve sınırsız bir iktidarı kullanarak, otoriter yönetimlere, popülist diktatörlük yönetimlerine meşruluk yolunu açmaktadır.

Gerçekte, çok partili sistemlerde, seçim sonuçlarına milli irade yakıştırması yapılması yanıltıcı bir benimsemedir. Seçimler sonucu ortaya çıkan tablo; sadece seçmenlerin tercihlerini yansıtmaktadır. Kaldı ki; seçimlerde herkesin oy kullanmadığı, kullanamadığı hatırlanmalıdır. Seçme yaşına gelmemiş olanlar, kısıtlılar, bilerek oy kullanmayanlar gibi yurttaşlar düşünüldüğünde seçimlerde seçmenlerin çoğunluğunun tercihinin ortaya çıktığı dahi iddia edilememektedir. Dolaysıyla, seçimlerde ortaya çıkan; ne genel irade ne milli irade ne de çoğunluğun iradesi olmaktadır.

Sonuç itibariyle; parlamentoda, tek parti veya çoğunluğu oluşturan partilerin politika ve çıkarları, popülist milli irade söylemiyle meşru gösterilebilmektedir.

Rousseau’dan gelen anlayışın günümüze yansımasıyla, “milli irade’’ kavramına, tartışılmayan, üstün, kapsayıcı, adeta mistik bir değer ve önem atfedilmekte, kayıtsız şartsız itaat beklenmekte ve bu durum hemen herkes tarafından kabullenilmiş gibi, itirazlar yükselmemektedir. Milli irade kavramının ülkemizde iktidarı elinde bulunduran siyasiler tarafından kullanılması anlaşılabilir olmakla birlikte; muhaliflerin de bu kavramı benimsemesi ve kullanmaları, oy kullanan seçmen çoğunluğunu dahi kazanamamış, siyasi iktidarlara destek, güç vermesi anlaşılamamaktadır.

*Avukat