KHK hukuksuzluğu hukuk devletinden istifadır

YSK’nin aldığı “KHK’liler seçilemez” kararı, sandığa indirgenmiş Türkiye demokrasisinden son kırıntıları da tehdit ediyor. Bu sorunun sadece HDP’lileri ve KHK’li yurttaşları tehdit etmediğini son üç yılda yaşadığımız krizler ve vakalar göstermektedir.

Google Haberlere Abone ol

Muazzez Orhan*

Sevgili avukatımız, milletvekilimiz ve 10 yıl cezaevinde hukuksuz bir şekilde mahpus kalan hukukçumuz Orhan Doğan ve arkadaşları, haklarında 2004 yılında AİHM’in ve Yargıtay’ın beraat kararıyla özgür kalabildiler. Devlet Güvenlik Mahkemesinin, o gün 15 yıllık verdiği ve 10 yılı yatılan haksız cezanın, ilk günden haksız olduğunu, bugün cezaevinde tutsak vekillerimiz ve tüm arkadaşlarımız için de söyleyebiliriz. 2006’da dönemin Sabah gazetesi, Sayın Doğan’la yaptığı röportajı “sansürleyerek” yayınlamıştı. Bugün itibariyle “resmi” medyanın tek sesliliğini ve TRT’nin HDP’ye olumlu anlamda “sıfır” dakika ayırarak yer vermesini düşünürsek dönemin Sabah gazetesini mumla arıyoruz.

AKP’nin AB uyum yasalarına “muhtaç” olduğu, anayasa maddelerini ve Anayasa Mahkemesi’ni “taktığı” yıllardı. Orhan Doğan’ın röportajının sansürsüz hali, vakitsiz ölümünden sonra Gündem gazetesinde yayınlandı ve temel başlıkları “diyaloğun sağlanması, Sayın Öcalan’ın ev hapsinin gündeme getirilmesi (Kayıp trilyon davası nedeniyle dönemin yargısı Erbakan’a da ev hapsi vermişti ve bu seçenek tartışılmıştı), silahsız çözüm yolunun denenmesi, aksi takdirde “dağa katılımın devam edeceği, PKK’nin bu şekilde bitirilemeyeceği” “çözüm için Sayın Öcalan’la görüşülebileceği” şeklinde temalar içeriyordu. Barışın sağlanmamasının Türkiye’yi her açıdan zorlayacağını, TBMM’nin “karanlık yılları araştırması gerektiğini” “Özal’ın içine düştüğünü söylediği yanlışa bir daha düşülmemesi gerektiğini” söyleyen Doğan; 15 yıl sonra haklı çıktıklarını, ömürlerinin demokrasi mücadelesi ile geçtiğini, ancak cezaevlerinin insana dair pek çok hakkın ihlal edildiği yerler olduğunu ifade ediyordu. Çok erken aramızdan ayrılan Doğan, yaşasaydı muhtemelen aynı röportajı aynı geçerlilikte bugün yine verecekti.

Çünkü bu süreçte, Orhan Doğan’ı ensesinden bastırarak cezaevine götüren “elin”, “Dolmabahçe mutabakatındaki” fotoğrafta sol başta oturan Sayın Baluken’in ensesine de çökmeye yeltendiğini gördük. O fotoğrafta oturan İçişleri Bakanı’nın koltuğunu, bugün dolduran zatın ise Baluken’in yanında aynı fotoğrafta oturan ve bu ülkede barış için mücadele eden Eş Genel Başkanımız Pervin Buldan’ı telefonla arayıp tehdit edebildiğini biliyoruz. Bu zorbalığa rağmen her gün her kanaldan toplumun her kesimine höyküren bu sesin uzantısı, en son Çubuk’ta ortaya çıktı. Son bir haftada Gebze’de annelere ve açlık grevleri boyunca HDP vekillerine yönelen “üniformalı, kastî ve resmi şiddet” Çubuk’ta sivil uzantılarıyla tüm topluma gözdağı veriyor. Çünkü yerel seçim sonuçları iktidar blokunda yaşanan ve muhtemelen derinleşecek olan krizi ortaya döktü. AKP-MHP koalisyonunun yerel seçim hezimetini hazmedip hazmedememesinin sonuçlarını yaşayıp göreceğiz.

Ancak açıkça ifade edilmelidir ki Türkiye’nin şu an içinde olduğu hukuki, ekonomik ve siyasi krizlerin en temel nedeni Dolmabahçe mutabakatının inkar edilmesidir. Türkiye, barışını İmralı adasında, tecritte bıraktığı günden bu yana gün yüzü görmedi. Söz konusu sürecin sonuçları habis, kanlı, hukuk dışı ve zorba bir elin yaşamlarımıza dokunması olmuştur. İktidar blokunu da ana aktör olduğu bu süreçte, kaybedenin hep birlikte Türkiye halkları olduğu görülmemektedir. Halka ilave borç, vergi ve zam olarak yağan bu hukuksuzluğun sandık sonuçlarını etkilediği, iktidar tarafından kabul edilmemekte ve sandıkla kazanılamayan yerel seçimler için YSK’ye baskı yapılmaktadır.

2016 yılında yine söz konusu “elin” gerçekleştirdiği 15 Temmuz Darbesi girişiminin ortaya çıkardığı hukuksuzluk iklimi, yepyeni bir “devlet krizine de” neden oldu. Kamu bürokrasisinde, eğitimde, sağlıkta, güvenlikte kısacası 81 ilden ve her kurumdan 134 bin ihracın, herhangi bir soruşturma veya kovuşturma olmadan, mahkeme kararları alınmadan, tamamen keyfi, asılsız ve açıkça hukuksuz bir şekilde ihraç edildiği, her geçen gün daha iyi anlaşılıyor . Neredeyse “bin gün önce” herhangi bir gerekçe gösterilmeden işten atılmış on binlerce kişi, bugün bu “elin” dağıtacağı adaleti bekliyor!

Öte yandan belediyeler ve belediye organlarının seçimleri, Anayasa madde 127 ile açıkça düzenlenmiş ve buraya OHAL dönemi KHK’lerinin bir etkide bulunmasını savunabilmek ancak söz konusu “elin” amaçlarına hizmet eder. KHK ile yerel yönetim organlarına yapılan YSK’nin son müdahalesi, açıkça anayasaya aykırıdır. Yerinden yönetimlerden söz edebilmek için devlet tüzel kişiliği dışında bir tüzel kişiliği olan, merkezi yönetimin hiyerarşik denetimine tabi olmayan, personel ve bütçe bakımından özerkliği olan ve idari vesayete tabi yönetimlerin olması zorunludur.

OHAL döneminde Anayasal bir değişiklik yapılmadan, kanunlarla dahi bir düzenleme getirilmeden, bir OHAL KHK’si marifetiyle başlayan kayyum uygulamasının ortaya çıkardığı anti demokratik sonuçlar ortada iken, HDP’nin açık ara kazandığı altı belediyeye, YSK kararıyla seçimi kazanan adayların seçilmesinin engellenmesi, bariz halk iradesi gasbı ve hukuk dışılıktır. On binlerce oy geride olan partinin adaylarının atanması, asgari demokrasi şartı olan seçimlerin yok sayılmasıdır. Sadece seçimle demokratik olunmayacağı bilinmektedir ancak seçimsiz bir demokrasiden de söz edilemeyeceği açıktır.

Alınan bu kararın açıkça hukuka ve anayasaya aykırı olması; mevcut durumda KHK’li olmasına rağmen seçilme kriterleri aynı yasaya dayanan vekillerin bulunmasıyla (10 Vekil KHK ihracı olmasına rağmen YSK seçilebilir kararı vermiştir) zaten malumdur. OHAL KHK’lerinin OHAL dönemiyle sınırlı tutulması içtihadının ihlal edilmesi ise başka bir hukuksuzluktur. YSK’nin mevcut kararıyla “yasamanın ilkelliği ve asliliği” ilkelerini ihlal etmesi gibi nedenlerle ülkenin demokrasi tarihine kara bir leke düşmüştür. Halkın iradesiyle seçilen belediye eş başkanları ve meclis üyelerinin adaylık kriterleri, seçim takviminde bizzat YSK tarafından belirlenmiş ve aynı YSK, başvuran KHK’li adaylara veya partilere bu konuda bir beyanda veya ikazda bulunmamıştır. Yüz binlerce seçmenin sandığa giderek kendi iradeleri olarak gördüğü belediye başkanları ve meclis üyeleri, halk tarafından seçilmiş ancak bu irade beyanı YSK tarafından açıkça yok sayılmıştır.

Yaklaşık bin gündür ihraç edilmiş, hakkında bir mahkeme kararı dahi bulunmayan veya adli ve idari bir soruşturma süreci işletilmeyen KHK’lilerin, sandıkta halk tarafından seçilmesine, seçimlerden önce bir seçilme engeli olup olmadığına dair YSK ve il/ilçe başkanlıklarından herhangi bir genelge veya karar verilmemiştir. Söz konusu KHK’liler bir mahkeme kararıyla bir hüküm giymiş olmadıkları gibi seçilmeye engel kamusal haklardan kısıtlı olduklarına dair bir mahkeme kararı da söz konusu değildir. OHAL Komisyonu'nun gecikmiş kararı olumsuz dahi olsa, idari yargı süreci bile henüz başlamamıştır. Söz konusu YSK kararı ile yasama, yürütme ve yargının kuvvetler ayrılığı ilkesi, kanunsuz suç ve ceza olmaz ilkesi ve kanuni idare ilkesi alenen ihlal edilmiş ve KHK’li seçilmişlere yönelik ayrımcılık suçu işlenmiştir. Suçluluğu hükmen sabit olmayan on binlerce yurttaş, YSK’nin bu kararıyla suçluymuş gibi addedilmiştir. AKP’nin açık ara oyla kaybettiği İstanbul’da “KHK’liler de” oy kullandı itirazı söz konusu partinin ne kadar izahtan vareste bir tutum içinde olduğunu zaten gösteriyor.

Bitirirken Türkiye toplumu ve siyasetinin bu hukuksuzluk karşısında alacağı tutumun, tarihsel bir aşamaya geldiğini söylemek istiyorum. YSK’nin aldığı “KHK’liler seçilemez” kararı, sandığa indirgenmiş Türkiye demokrasisinden son kırıntıları da tehdit ediyor. Bu sorunun sadece HDP’lileri ve KHK’li yurttaşları tehdit etmediğini son üç yılda yaşadığımız krizler ve vakalar göstermektedir. Buradan çıkışın ilk adımları; olağan asgari hukuk düzenine dönmek, başta OHAL Komisyonu denilen darbe dönemi komisyonunu tüm kararları ile birlikte lağvetmek ve OHAL KHK’lerinin sonuçlarını ortadan kaldırmaktır. Türkiye krizlerinin birçoğunun kesin çözümü ise “hukuksuzluğun eli ve onurlu bir barışın engeli olan aparatların” azaltılmasıdır. Türkiye bu aparatların pasifleştiği dönemlerde kafasını kaldırıp yol alabilmiştir. Yeniden hukuk devleti için önce KHK hukuku lağv edilmelidir.

Demokrasi ve hukuku savunan tüm toplum kesimlerinin hukuki olmayan ve tamamen siyasi olan bu YSK kararını kabul etmemesi, yüz binlerce KHK’linin ve milyonlara varan ailelerinin uğradığı bu ayrımcılığa itiraz olacaktır. İktidarın “kaybetmeyi hazmedememesi” ile ortaya çıkan bu zorlama karar, sandıklarda çıkan iradenin gasbı olup, halk nezdinde “kayyum politikasının” bir formudur. Hukuki ve siyasi tüm yollardan, bu gasbın peşini bırakmayacağız. Halkımızın seçme ve seçilme hakkının korunup demokrasi standardı sağlandığında, “halkın uzattığı bu el” havada kalmayacaktır. Bu el barış için, halk iradesi için ve demokratik bir ülke için uzatılmıştır.

*KHK'yle ihraç ve HDP Van Milletvekili