Ekonomide Reform Paketi neler getirdi?

Dolar kuru üzerinden söyleyebiliriz ki reform paketi yabancı yatırımcıda bir heyecan yaratmamışa benziyor. Belki de haklı olarak, 16 yıldır şartlar çok daha müsaitken yapılmayan reformların, kriz kapımızı çalınca hatırlanmasını pek makul bulmadıkları içindir.

Google Haberlere Abone ol

Görkem Güven*

10 Nisan itibariyle Maliye Bakanı tarafından açıklanan Ekonomide Reform Paketi ne yazık ki, piyasalarda istenen etkiyi yaratmamıştır. Paketin kendi içinde çelişen ya da yeni bir söylem ve uygulama arayışı içinde olan piyasalara hitap etmeyen başlıklarının yanı sıra, zamanlamasında da hatalar mevcuttur. Seçim sonrası ekonomiye odaklanma söylemi ile açıklanan paket, seçim sonuçları netlik kazanmadan sunulmuş ve bu durum yabancı yatırımcının, şeffaflık, ekonomik disiplin ve tarafsızlık kavramlarını vurgulayan reform paketine güvenini sarsmıştır. Paketin başlıklarını değerlendirmeden önce, yarattığı etkiye bakalım:

Grafik 1: BIST100 endeksi, 10 günlük skala

Yabancı alımlarının yüksek olduğu 2 Nisan – 4 Nisan aralığından sonra, reform paketini fiyatlayan borsada pozitif bir algı yaşanmadı. 10 Nisan saat 09:50 itibariyle 98.500 olan endeks paketin açıklanmasının ardından paketin açıklanmasının ardından 97.000’e kadar geriledi. İlk tepkilerin olumlu olmadığını buradan da anlayabiliriz.

Grafik 2: Dolar kuru, 10 günlük skala (TCMB)

Elbette paketin içeriğinden ziyade politikaların takibini de izleyecek olan fon yöneticilerinin, açıklandığı anda portföy girişi yapacağını beklemiyoruz. Fakat bu tarz makro açıklama ve veri yayınlamalarından önce piyasalar beklentiyi fiyatlar. Yani tahminde bulunur ve ona göre pozisyon alırlar. Dolar kuru üzerinden söyleyebiliriz ki; reform paketi yabancı yatırımcıda bir heyecan yaratmamışa benziyor. Belki de haklı olarak, 16 yıldır şartlar çok daha müsaitken yapılmayan reformların, kriz kapımızı çalınca hatırlanmasını pek makul bulmadıkları içindir. Ekonomik reformları, likit bolluk ve pozitif bilanço süreçlerinde gerçekleştirmek çok daha kolay ve yapıcı sonuçlar verir. Reform, krizden kurtulma aracı değildir. Yabancı yatırımcıyı çekmek için reform yapıyor gibi görünüp, ekonomide şeffaflık iddiasında bulunurken, kurumsal özerkliği sınırlandırmak, paketin istenen sonucu vermemesinin en büyük nedenidir.

Paketin başlıklarına kısaca bakalım:

Kıdem Tazminatı ve Emeklilik Sistemlerinde Reform: Türkiye ekonomi yönetimleri istihdamda kayıp yaşanacağı endişesi ve sermaye yetersizliğinin farkındalığı ile, krizlerin faturasını işveren sınıfa değil emekçi sınıflara keser. Özellikle de kamu maliyesini, çalışan orta sınıf üzerinden sağlamak gibi gelişmiş ülkelere özgü olmayan bir alışkanlığı sürdürmektedir. Yine bir fon yaratma çabası içinde, bordro kesintileri ile kullanılabilir bir havuz yaratılacağa benziyor. İşsizlik sigortası fonunun, çeşitli teşvik paketleri ile işverenin kullanımına sunulmasına benzer bir örnek yaşanacak gibi duruyor. Bakalım, görelim.

Bankacılık Sermaye Yapısı: Bu krizi 2001 krizine göre daha hafif atlatacak olmamızın en büyük nedeni bankacılığın ödemeler dengesi ve nakit akış tablolarının bozulmamış olmasıydı. Bunun bilinci ile bankacılık sektörü güçlendirilmeye devam edilecektir. Kamu bankalarının yanı sıra özel bankaların sermaye yapısına da değinilmiştir. Fakat sorunlu kredilerin bankalardan nasıl alınacağı ve kimin taşın altına elini koyacağı birer soru işareti. Teknik okuyucularımız için şöyle özetleyelim: Kamu bankalarına hazine tahvilleri aldırılarak, bankaların aktif kalitesi yükseltilmeye çalışılıyor. Hazine tahvillerinin 'default risk'i sıfır olduğu için, varlıklardaki 'toksik asset' miktarı böyle dengelenmeye çalışılıyor. Banka bilançolarının aktif tarafındaki sorunlu kredilerin yarattığı asit miktarı hazine tahvili ile nötralize edilmeye çalışılacak. Fakat bu durumda da kamu borç stoku artacaktır. Özel bankalar için temettü dağıtımının durdurulması ve geçmiş dönem kârlarının özsermayeye aktarılması doğru bir hamle gibi duruyor fakat bu da BIST’i olumsuz etkileyebilir. Bu kadar ucuz ve bankacılık ağırlıklı bir borsa kotumuz olmasaydı, bu önlem daha rahat tatbik edilebilirdi. Bakalım, görelim.

Bütçe Tasarrufları: Yıllardır her kalkınma planı ve orta vadeli programın ilk maddesi bütçede disiplin olur, bu sefer de gelenekten taviz verilmemiş. Fakat işin ironik yanı, bir taraftan bütçe tasarrufundan bahsedip bir taraftan da dolaylı vergilerde indirime gidileceğinden bahsediliyor. Bütçe gelirlerinin en büyük kalemini oluşturan dolaylı vergilerden (KDV, ÖTV, özel iletişim vergisi, damga ve gümrük vergileri) indirime gidilip bir de üstüne bütçede tasarrufa gidilecek olması gerçekçilikten uzak. Bunun için çok ciddi kemer sıkma politikalarına gidilmesi gerekiyor. Bu da iç talepte daralmayı daha da arttırır. Bakalım, görelim.

Tarımda Milli Birlik Projesi ve Sera AŞ: Yıllarca domates, biber enflasyonu diyerek küçümsenen gıda enflasyonu, son iki yıldır makro verilerde ciddi sapmalara neden olmaya başladı. ÜFE’ye göre daha düşük hacimli ve çekirdek enflasyonda dışsal faktör olarak tutulması nedeniyle, ulusal ekonomiyi tehdit edecek bir nitelik taşımasa da, hanehalkına en doğrudan yansıyan enflasyon verisidir. Bunu çözmek için meyve sebze hali, aracılar, komisyonlar, tanzim satışlar derken son çare devletin sebze üretmesi olarak görüldü sanırım. Bir zamanlar devlet toplu iğne mi üretecek diyen gruplar, bu gün devletin kabzımallık yapmasını nasıl karşılıyorlar bilinmez. Evet devlet yeri gelirse toplu iğne de üretir, domates de üretir. Devlet, o ülkede yaşayan bireylerin oluşturduğu bir organizasyondur, bir iş birliği ve dünyanın en büyük kooperatifidir aslında. Bu nedenle üretim yapmasını eleştirmek haksızlık olur. Fakat hangi durumda? Devlet, özel müteşebbisin yeterli olmadığı ya da risk alamadığı alanlarda üretir. (Bknz: Nükleer plantasyonlar, savunma sanayi, askeri AR-GE çalışmaları vs). Devletin Tarım Kredi Kooperatifleri eliyle örtü altı yetiştiriciliğe soyunması, çiftçinin ürününde fiyat kırmaktan başka bir işe yaramaz. Çiftçinin girdi maliyetlerini azaltmak ve üretimi bu yolla arttırmak varken, doğrudan nihai ürünün üreticisi olma politikası sürdürülebilir olmayacaktır. Devlet üretimde pozitif ayrışır, yani kamusal kaynakları kullandığı ve vergi ödemediği için özel teşebbüsten çok daha ucuza mal eder. Böylece tezgahlarda daha düşük fiyatlar görmeye başlarsınız. Peki sonra? Çiftçi bu avantajlara sahip olmadığı için, düşen fiyatlar fakat azalmayan maliyetler karşısında üretimden çekilmeye başlar. Uzun vadede, devlet kendi eliyle üretim noksanı meydana getirir. Gıda enflasyonu yalnızca çiftçiler tarafından üretilerek çözülür. Bunun için en gerekli adım, kentlere tüketici, kalifiye olmayan iş gücü ya da hizmet sektörü çalışanı olarak göçen genç nüfusun, köylere dönüp modern tarım ve hayvancılık yapmasıdır. Bunu da ancak tarımda girdi maliyetleri ile mücadele ederek başarabiliriz.

Sonuç olarak; eleştiriye açık maddelerine rağmen, ihracata dayalı ekonomi vurgusu, ithal ikame üretimin arttırılması istenci ve tarıma başlı başına bir mesele olarak değinilmesi umut verici. Biz her zamanki gibi enseyi karartmıyor ve söylenenlerin sadece belgelerde kalmayıp, hayata geçirileceğini de ümit etmeye devam ediyoruz. Umarım, “fakat” ile başlayıp, sunulan önlemlerin yan etkilerine değindiğim bu yazımda haksız taraf ben olurum.

*Finansal Risk Yönetimi ve İç Denetim Uzmanı