İstanbul komünü, Terzi Ekrem: Neden olmasın?

Yaşama, sokağa, akademiye, hakkı verilmiş sanata yeniden ilgi duyurabilecek komün siyaseti gelişmesi bu açıdan elzem. Nezaketin hakim olduğu bir sokak, her kesimin yansımasını görüp deşarj olabildiği etkinlikler, etki gücü azalmamış akademiler, okullar ve gelecek kaygısının rengini katmadığı güne başlayışları 31 Mart’ta alınan sonuçlarla bir parça örgütlemek mümkün.

Google Haberlere Abone ol

Berxwedan Yaruk – [email protected]

Ülkemizin hiçbir dönemi için demokrasi şenliğiydi diyemeyiz elbette lakin son senenin rengi çok yeni bir karanlık tona sahip. Son beş senesi ise tamamen rüzgarda savrulan ve kaybolmuş bir siyah poşet kıvamında. Bahsini ettiğim bu kaos klasik gelir eşitsizliği, savaş ve torpilin şekillendirdiği adaletsizlik değil, çok daha fantastik. Ölçülerin ortadan kalktığı, emek vermenin karşılıksız kaldığı, gelişimin sözlük karşılığının tamamen değiştiği, değer görme ve var olmanın gereklerinin bambaşka bir dünyanın yazısız kurallarına tabi olduğu bir beş sene bu. "Sosyal medya bizi ne hale getirdi ya" klişesine dayanmıyor bu durum. Ülke yönetiminin adaletli yarışı sokaktan, okuldan, akademiden, üretim alanlarından ve yaşamın tüm nüvelerinden uzaklaştırmasıyla ilişkili bu. Elli sene boyunca tek bir alanda derinleşip gerisinde bir fikir bırakan ve buna verilen değer sayesinde de motivasyonu hiç dağılmadan huzurla üretmeye devam edebilen akademisyenler, düşünce insanları, işçiler ve üreticiler bir anda ‘işsiz’ bırakıldığı vakit toplumda ölçüler değişir. Emek enayilik, nezaket saflık, uzun soluklu üretim telaşı ise demodelik olarak karşılık bulur. Ki şu an durum bu ve göremediğimiz alanlarda ise çok daha ötesi. Otuz küsur sene boyunca okuyup araştırıp sonra bir anda kıymetsizleştirilip köşeye atılışın fotoğrafı 13 milyon genç tarafından bir ders olarak algılandı. Bu ders okuldaki sıranın anlamını bitirdi, herhangi bir şeye uzun soluklu eğilişi komikleştirdi, insan ilişkilerini birbiri üzerinden içerik yarattığı takdirde değersel kıldı ve cumhuriyetten bu yana yüzlerce alana bölünmüş meslek/zanaat alanlarının işlev ile çekiciliğini ortadan bütünen kaldırdı. Peki neredeyse bildiğimiz tüm motivasyon alanlarının bu kadar kısa sürede işlevsizleşip soluklaştığı bir toplumda 13 milyon genç ne yapar? Bu hakikati kendisine unutturacak ne varsa delicesine ona saldırır, tüketir. Tükettiği içeriklerin yaşamını sürdürmek zorunda kaldığı dört duvarlı oda ve mutsuz/kaba bir sokağa baktığı penceresinden olabildiğince uzağında olmasını talep eder ve anında karşılığını bulur. Bir süre sonra kendisinin de üretmekte zorlanmayacağı herhangi bir kalifiyelik gerektirmeyen uygulamalara sıkışmış ürünlerle bir şekilde kendini iyi ve var hissetmeye çalışır. Eleştirdiği oyunun çarkına bir parça olmak hiç de zor değildir artık. Zira ikili ilişkilerde eleştiri mekanizması çoktan ortadan kalkmış, birbirini tümden kabul ile gelecekte olası yüzeysel işlerin içinde yer alma ihtimali de bugünden yargılanmadan kabul görmüştür.

Peki tüm bunların 31 Mart ile ilgisi ne? Yukarıda bahsi geçen değişen ölçüler, insan ilişkileri ve üretim alanları 31 Mart’ın etkilediği komünlerle bizzat ilişkili. Yeni çağdır, dijital dünyadır, sosyal medya ve yeni nesil üretim ilişkileridir falan bunların hiçbirisiyle derdim yok. Bize özgü bir hikaye değil zaten bu. Yeni dünyanın var oluş krizi ve sistem arayışı bu ki bunun konumuzla hiç ilgisi yok. Oraya 20 sene kadar uzağız. Bizim yaşadığımız retro distopyanın temel dinamiği başkalarının hayatlarına ulaşılabilirliğin bu denli kolay olduğu çağda kendi hayatımızdan nefret edeceğimiz kadar yoksullaştırılmış olmamız. Kültürel, ekonomik, ruhsal ve bilimsel bir yoksullaşma. Alfabeyi okurken tıkanan bir zatın milli eğitimin yönetiminde yer aldığı bir distopyada herhangi bir kurumun parçası olmaya yeni nesil hiçbir genç can atmaz. Kabalıktan soluk alınamayan bir büroda güvencesiz günde 15 saat çalıştıktan sonra herhangi bir etkinliğe bilet alacak para ayıramadığı işe kimse artık gitmez. Günün sonunda kendini bir parça iyi hissedebileceği sokağı, parkı ve yaşam alanı yoksa eğer güne eskisi gibi başlama ve bitirme ritüeli ortadan kalkar. İki notayı yan yana getiremeyenlerin lüks hayatlarını görgüsüzce gözlere soktuğu, duayenlerin konser salonu bulamadığı, hocaların şoförlük yapmak zorunda kaldığı taksiye müşteri olan gencin gelecek tahayyülünde emek ve hakikatli üretimin nüvesini bulmak mümkün değildir. Eşyanın motivasyon tabiatına aykırı zaten bu.

31 Mart sokakla, komünle ve üretim alanlarının yeniden şekillenmesiyle ilişkili olduğu için tüm bu bahsi geçen aşınma/tükenmeye de çözüm getirmeye başlayabilir. Depresyonun şekillendirdiği vazgeçmişlik hali ülke genç nüfusunun hatırı sayılır bir kısmını yurt dışına, geniş bir kısmını ise evinin odasına hapsetti. Tam bu noktada yukarıda sözünü verdiğim Terzi Fikri’nin hikayesine geri döneceğim. 1979’da Fatsa Belediye Başkanı olan Fikri Sönmez ilçeyi 11 bölgeye ayırarak Halk Meclisi’nin denetlediği “halk komiteleri” oluşturdu. Üstten binen bir demokrasinin içselleşmeyeceği, toplum mühendisliğinin çözüm getirmediği ve toplumun dahili olmadığı bir yönetimin hangi ideolojide işlerse işlesin demokrasi getirmeyeceği inancı Terzi Fikri’ye mahalle mahalle meclisler kurdurdu.

Kanalizasyonu olmayan, koleradan onlarca insanın öldüğü Fatsa’da meclisler kurulduktan sonra her alanda seferberlikler ilan edilmeye başladı. “Çamura son” kampanyasıyla birkaç hafta içinde bütün yolları, kanalizasyonları halk meclisleri yeniledi. "Karaborsaya son" kampanyasında halk “belediye meclis üyesinin” bile mallarına el koydu, yolsuzluktan geçilmeyen ilçede şeffaflık hakim oldu. Kadına şiddete karşı mücadele yöntemleri geliştirilirken öte yandan konserler, sergiler, çocuk koroları, sanat atölyeleri…

Fatsa’ya dikilmiş bu giysi bir süre askıda bekleyecek olsa da yıllar sonra görülüyor ki tozu silkelenerek yeniden başka başka sokakların, kentlerin üzerine giydirilebilir zira sayın Ekrem İmamoğlu’nun seçim çalışmalarından kazandığı güne değin en sık kullandığı cümle ‘’şeffaf olacağız, beraber yöneteceğiz’’.

Yaşama, sokağa, akademiye, hakkı verilmiş sanata yeniden ilgi duyurabilecek komün siyaseti gelişmesi bu açıdan elzem. Nezaketin hakim olduğu bir sokak, her kesimin yansımasını görüp deşarj olabildiği etkinlikler, etki gücü azalmamış akademiler, okullar ve gelecek kaygısının rengini katmadığı güne başlayışları 31 Mart’ta alınan sonuçlarla bir parça örgütlemek mümkün. İstanbul buhranın merkezi ise soluğun da olabilir. Oradan başlayan nefes alış verişinin ülke hayatını ‘normal’e evirmesi imkansız değil. Bahadır Özgür’ün, belediye panolarında İstanbul ve Ankaralılara krizin neden ve öznelerini gösterme önerisine eklemeler yapmak isterim. Mahalle mahalle kurulacak forum ve meclislerde hem sayın İmamoğlu’nun beraber yönetme iddiasının zemini dolar hem de krizin sebepleri ilk ağızdan halka ulaşmış olur. Abbasağa, Bahçelievler, Yoğurtçu, Maçka ve onlarcası çok değil beş sene evvel on binlerce insanın meclisi haline gelmişti. Devralınan belediyelere bağlı kadın, gençlik ve çocuk meclisleri yaşamı doğal akışına kavuşturmada rol oynarsa eğer olası kayyum atanması komik bir hamleden öteye geçemez, krizin faturası henüz gelmişlere kesilemez hatta krizden çıkış tek bir başkanın sırtında kambur olmaz. Bununla beraber gündem ve sorunlarımız dünyanın geri kalanıyla eşit ağırlıkta olur. Fantastik derecede can sıkıcı ve kabulü mümkün olmayan şu anki hikayelerden kurtuluş ülkeye yeniden şans verebilir.