Bu bir iddianame midir?

Bugün Türkiye yurttaşları, Türkiye hukukçuları; hakim ve savcıları, avukatları, akademisyenleri böyle bir iddianame sürecine hep birlikte itiraz etmek zorundadırlar. Aksi halde böyle iddianameler hepimizin haklarını olağanüstü tehditlere karşı hem de hukuk ve yargı eliyle açık hale getirmeye devam edecektir…

Google Haberlere Abone ol

Orhan Gazi Ertekin*

Kamuoyunda “Gezi İddianamesi” veya “Kavala iddianamesi” olarak çağrılmaya başlanan 16 sanıklı 657 sayfalık “ikinci nesil gezi iddianamesi” nihayet zuhur etmiş bulunuyor. Bu yeni sürümün Cemaat yargısının ürününe göre hangi yeni donanımları içerdiği henüz muamma. İddianame üzerine yapılacak çok fazla hukuki tartışma var. Hem suç hukuku, hem kriminolojik perspektifi hem de adli stratejisi hakkında ayrıntılı bilimsel analizler yapılması ve Türkiye iddianameler tarihine yerleştirilmesi gerekiyor. Ben şimdilik en temel hukuki ve kriminolojik meseleler üzerinde durmak suretiyle “iddianame”nin hukuki yeterliliğini tartışmakla yetineceğim.

Başlıktaki soruya en başından cevap vermekte yarar var: Bir defa bu metin ceza hukuku anlamında bir iddianamenin temel unsurlarını içermiyor. Bir “adli kolaj” olarak çağrılabilir. Bir “sürrealist adli gezinti türü” bile denilebilir. Bundan dolayı argümanları ve mantığı ceza yargılamasına müsait değildir. İddianame başlığı konulan bu metin, içine aldığı her kişi, olay ve ‘şey’ üzerinde zıplayarak bizden geniş bir spekülasyon yapma hakkını talep etmektedir. Düşünsel çerçevede bu talepte bir sorun yoktur. Sorun, bir yargı organının böyle bir talepte bulunması ve bulunabilmesidir. Fikirleri netleşmiş, tartışmaya ve ikna etmeye açık olmayan tam da bu nedenle hakikatte yargılamaya/yargılanmaya da müsait olmayan bir metin ile karşı karşıyayız. Bütün bu cümlelerden olmak üzere bir “Kanguru İddianamesi” ile yüz yüze bulunduğumuzu söylemek bir sorumluluğun yerine getirilmesi olacaktır…

İşin özeti şudur: Karşı karşıya olduğumuz “iddianame” bir iddianamenin temel unsurlarına sahip bulunmayan; İtalyan hukukçuların deyişiyle “Suçun hukuki anatomisi”ni; suçun maddi ve biçimsel unsurlarını içermeyen, delil kataloğu belirsiz, içinde bir türlü ele avuca gelmeyen bir “hayalet”in saklandığı, olay, kişi ve “şey”leri birbirine sadece “gizem” ile bağlamakla yetinen, bu nedenle savunma yapılmasına da müsait bir dil ve mantık içermeyen bir “şey”dir. Bu “şey”in Türkiye iddianameler tarihinin yüz kızartıcı bazı sahneleri açısından bazı tanınabilir yanları vardır. Fakat bütün onları da aşan bir sürreal örgüye sahiptir. Özeti buysa özü de şudur: İddianame hukukun temel ilkelerine bağlılık hissetmemektedir. Buna karşılık hukuka bağlılık talep etmektedir…

Peki bu tür iddianameler neleri içerir? Yurttaşlara nasıl seslenir? Ve dahi nasıl bir mirasa sahiptir?

'KANGURU İDDİANAMELERİ' NEDİR?

Kanguru iddianameleri bir defa savunmayı lağveden iddianamelerdir. Özellikle de Türkiye’de bilinen-tanınan bir “adli yazın” türüdürler. Bu tür iddianameler şüpheli-sanığı savunmasında derin bir çaresizlik içinde bırakırlar. Çünkü, gerçekte açık ve net bir suçlama yoktur ve şüpheli sanığı, kendi masumiyetini kanıtlayabilmesi için milyonlarca farklı olasılığın içinde terk eder. İddianame ile sanık arasındaki ilişki anonimleşir. Bu iddianame türünde herkes ve her şey her nasılsa sanığa karşı kurulmuş suçlamanın bir parçasına dönüşür. Böylece, şüpheli-sanık o koca olaylar, kişiler ve “şeyler” yığınından kendisine tutarlı bir çıkış yolu aramak ve bunu iddianamenin bütün belirsizliklerini tutarlı hale getirerek yaratmak zorunda kalır. Her savunma çabasının en sonunda bir “kara delik” içinde darmadağın olup gitmesinin sebebi de buradadır. Çünkü iddianame, kendisinden beklenen bir dil, mantık ve akıl alanı kurmadığından ortada hesaplaşılacak bir metin yoktur gerçekte. Şöyle daha kolay anlatabilirim belki size:

Mehmet Ali Alabora ile İvan Maroviç’in aynı günlerde Mısır’da bulunmasını ele alalım. İddianame, milyonlarca spekülasyon yapılabilecek bu tesadüfü bir “buluşma”, “anlaşma”, “haberleşme”, “ilişki” veya bir “bağlantı” olarak görmekte ve olaylar içeriğinde anlamlı bir yere yerleştirmektedir. Böyle bir suçlama ile karşılaşan Alabora’nın kendi masumiyetini kanıtlayabilmesi için bir “ilişki” veya “bağlantı”nın bulunmadığı milyonlarca başka seçeneği sunması gerekecektir. Dikkat edelim: C. Savcısı, “bağlantı”yı bireyselleştirme gereği duymuyor. Nerede buluştular? Neler konuştular? Görüntü ve ses kayıtları nelerdir? GSM kayıtları var mıdır? Gibi gerçekten muhatap alınabilecek ve somut olarak savunma yapılabilecek bir iddiaya dayanmamaktadır. Alabora ile Maroviç aynı günlerde Mısır’da bulunmuşlardır denilerek iddianame anonim, kaçınılamaz ve zaruri bir bağlantı olduğu kanaati uyandırmaktadır.

Benzer durum Kavala ile Alabora arasındaki konuşma için de geçerlidir. Kavala’nın yurt dışından gelenlerin merak ettikleri üzerine kurduğu cümlenin bir “suç fiili”nin somut delili olarak ileri sürüldüğünde Kavala için milyonlarca başka seçeneği ardı ardına sıralamak bir görev ve giderek bir yük haline gelecektir. Olağan bir düşünsel tartışma içinde gülünç ve “absürt” olarak nitelenebilecek bu bağlantı iddiaları kişinin tutuklu yargılandığı bir mahkeme düzeninde ise bir “sağırlık” durumu yaratır ve sadece ve sadece bir çaresizlik olarak yaşanacaktır. Çünkü, gerçekte herkesin faili olabileceği bir eylem için bir kişi hiçbir somut gerekçe sunulmaksızın bir kişi fail seçilmektedir.

Peki bir iddianamede bu yapılabilir mi? Modern ceza hukuku, suçu ve suçluyu böyle anonim bir iddia ile yargılayabilir mi? Yasalar buna imkan vermekte midir? Cevap tabii ki hayırdır. Zinhar hayırdır! Bırakın Amerikan Yüksek Mahkemesini, bırakın İnsan Hakları Avrupa Mahkemesini Türkiye Yargıtayının da bunun yapılamayacağına ilişkin onlarca içtihadı bulunmaktadır. Modern hukuk, özellikle suç hukuku bakımından iki mutlak vurgu ile öne çıkar. Bunlardan birincisi suç hukukunun siyasetin erteleyici ve genelleyici doğasına teslim edilmemesi ve suçun bireyselleştirilmesini zorunlu tutması, ikincisi ise “varlık” değil “varoluş” halleri ile yani bireyin fiilleri üzerine kurulu olmasıdır. “Kızıl Soros” olmak bir suç değildir örneğin. Gündelik hayatın rutini, buluşmak, toplanmak, seyahat etmek, şiddetsiz eylem yapmak suç değildir örneğin. Olağan hayat kriminalize edilemez örneğin. Tersi bir durum şüpheli-sanıklar ile yargı rolleri arasında açık bir eşitsizlik yaratır ki modern ceza hukuku sanık ile eşitlik riskini üstlenme vaadiyle kendisini meşrulaştırmıştır. Böyle bir hiyerarşiye dayanarak da meşru bir yargılama mümkün değildir.

İDDİANAME VE KESİN HÜKÜM

İddianame açısından çok temel bir başka sorun ise bir eylemin iki defa yargılanmaya kalkışılmasıdır. İddianamenin olaylar anlatımı göz önüne alındığında, bazı sanıkların eylemlerinin daha önceden bir yargılama yapılıp hüküm verildiği halde yeniden yargılamaya konu yapılmaya çalışıldığı görülecektir. Bu da Ceza hukukunun temel ilkesi olan "Non bis in idem" kuralının açık bir ihlalini içermektedir.

İDDİANAMELER TARİHİ

Gelelim, iddianamenin nasıl bir mirasın üzerine oturduğu meselesine... Türkiye yargı tarihi, bu türdeki “adli kolaj” veya “sürrealist adli gezinti” denemelerine esasen çok yabancı değildir. Sadrazam Mithat Paşa, “Çadır Mahkemesi”nde yargıçlara “bu iddianamenin başlığı ve adım hariç tümü yalandır” diyerek savunma yapmıştı. Gerçeklik üzerinden bir yargılama yapma özgüveni ve kapasitesi konusunda ciddi sorunları olan bir yargı mirası ile karşı karşıya olduğumuz oldukça aşikar. Gerçeklikle ilişkisi o kadar sorunludur ki 1994 yılında diğer sanıklar yanında Kafka’nın da sanık haline getirildiğini bilmek şaşırtıcı olmasa gerektir. 1960 Yassıada Mahkemesinde başbakanlıkta tavuk yolmakta kullanılan “cımbız davası’ bile görülmüştü.

Bir iddianame olmak bakımından “ikinci nesil gezi iddianamesi” için çok uzatmaya gerek yok. Evet Türkiye iddianameler tarihinin bıraktığı miras hiç kimse için kabul edilebilecek gibi değildir. Fakat geldiğimiz aşamada ve bugün Türkiye yurttaşları, Türkiye hukukçuları; hakim ve savcıları, avukatları, akademisyenleri böyle bir iddianame sürecine hep birlikte itiraz etmek zorundadırlar. Aksi halde böyle iddianameler hepimizin haklarını olağanüstü tehditlere karşı hem de hukuk ve yargı eliyle açık hale getirmeye devam edecektir…

*Demokrat Yargı Eşbaşkanı