Seçimler ve toplumsal değişim üzerine

AKP hegemonyasının zayıflamasına rağmen muhalefetin bunu fırsata çevirme konusunda hantal davranması, ittifak kurma nedenlerini ortaklaştıramaması ve bu konuda ürkek davranması değişim konusunda seçmenlerin muhalefete olan güvenini sarsıyor. AKP’den daha çok AKP'nin politikasına inanan bir muhalefet olduğu sürece, seçimlerin olası değişimi ve normalleşmeyi sağlaması değişimi isteyen kesimler açısından karamsar bir tabloyu ortaya çıkarıyor.

Google Haberlere Abone ol

Mehmet Nuri Özdemir

Türkiye’de son yıllarda üst üste seçimler yapılıyor. Seçimlerin sık sık yapılmaya başlanması ile birlikte hem muhalefetin hem de iktidarın geçmişe kıyasla seçimlere daha abartılı anlamlar yüklediğine tanık oluyoruz. Seçim sıklığının, toplumun değişim talebiyle yakın bir ilişkisi olduğunu belirtmek gerekiyor. Değişim ihtiyacı arttıkça seçimlerin sıklığı da artmaktadır. İktidarın ve muhalefetin bunu iyi görmesi gerekiyor. Toplum, değişim istiyor. Değişimden kasıt, elbette ilk etapta iktidarın el değiştirmesi ve sonrasında da toplumsal, ekonomik ve kültürel yaşama dair düzenlemelerin yapılmasıdır.

Demokratik ülkelerde seçimleri meşru kılan temel ilke, siyasetin dönüşümlü bir şekilde yapılmasıdır. Ancak uzun süre iktidarda kalan partiler, toplumsal farklılıkları bastırıp, toplumu siyasal, kültürel ve ekonomik olarak kendi tekeline almaktadır. Böyle toplumlarda demokrasi yozlaşarak yerini güruh iktidarı olarak tanımlanabilecek oklokrasiye (1) bırakır. Şüphesiz ki bir partinin tek başına yıllarca iktidarda kaldığı bir ülkenin demokrasiye bağlı kalarak yönetilmesi istisnadır. Ortadoğu ülkeleri başta olmak üzere dünya örneklerinde de görüldüğü gibi, siyasal dönüşümün olmadığı ülkelerde sistemler değişmez bir şekilde demokrasiden, hukuktan ve evrensel ilkelerden uzaklaşıp tedricen yozlaşmaktadır. Bu da ülkede iktidar elitlerinin ve yandaşların öncülük ettiği toplumsal çürümeye neden olmaktadır.

AKP'NİN DEMOKRASİYE İHTİYACI KALMAMIŞTIR

Türkiye’de, tarif edilen sürecin bir benzerini uzun süreden beri hepimiz birlikte yaşıyor ve görüyoruz. Toplumsal değişim talebini pratik politikalarla karşılayamayan iktidar, her defasında seçimleri maniple ederek değişim talebini kontrol altına almaya ve iktidarını güçlendirmeye çalışmaktadır. Demokrasiyi uygulamaktan çok övmeyi önemseyen iktidar, azınlığın görüşlerini bastırarak çoğunluğun tiranlığını kurmaya odaklanmış. Bu atmosferde sandığa gidilirken, daha önce sandıktan çıkan sonucun beklentilerimizi karşılamadığını ve hayatımızı kolaylaştırmadığını hatırlatmakta fayda var. Dolayısıyla birçok kesimin toplumsal değişim ihtiyacını hissetmesine rağmen değişimin hâlâ sağlanamadığını da biliyoruz.

Meşruiyet bir iktidar için, otorite ise bir lider için saygı ile kazanılır. Bu kavramlar erozyona uğramış ve AKP bu saygıyı kaybetmiştir. Politik ve ekonomik depresyonun iç içe geçtiği bir süreçte AKP, toplumu ‘piyasa ve siyasa otoriteryanizmi’ ile yönetmektedir. Rızayı ve meşruiyeti kaybetmesi ile eş zamanlı bir biçimde otoriteryan yöntemlere başvurması, 7 Haziran seçim sonuçlarını kabul etmemesi, kamuoyunda seçimleri maniple etme hissiyatını kalıcı hale getirdi. Gücünü muhafaza etme takıntısı ile seçimleri, siyasetin ve yönetmenin bir aracı olmaktan çıkarmış ve otoritesini sağlamlaştırmaya yönelik bir zırha dönüştürmüştür.

AKP, bir taraftan hastaların acısını dindirdiğini iddia ederken diğer taraftan hastalığı yeniden üreten bir mekanizmaya dönüşmüştür. Güvenlik adına uzun süreden beri özgürlükler kısıtlanıyor, her gün yeni korkular üretiliyor ve toplum adeta şiddete tabi tutuluyor. Bu kötü gidişatın, gündelik dilde kullanılan birçok kavramın kısıtlanmasına kadar indirgendiğini rahatlıkla görebiliyoruz. Yaşadıkları bu tıkanıklığı beka meselesi biçiminde tanımlamak çaresizliğin bir sonucudur. Ömrünü uzatmak için orantısız bir şekilde hamasete sarılmış bir iktidarın bunu ne kadar sürdüreceği biraz yerel seçim sonuçlarına bağlı olacaktır

DEĞİŞİM NEDEN OLMUYOR?

Türkiye’de defalarca ‘bu sefer olacak ‘ denilen ama bir türlü istenilen yönde gerçekleşmeyen değişim olgusunun elbette birçok nedeni var. İktidarın 17 yıl boyunca birçok konuda kendine benzeyen bir muhalefet türetmesi, neredeyse tüm parti teşkilatlarında muhafazakar ve değişimden korkan bir statükocu-yönetici elitinin varlığı ve 7 Haziran seçimlerinden sonra iktidarın 'beka' ve ‘bölünme’ mefhumları üzerine yeniden konumlandırdığı ve Türkiye siyasetinde geleneksel hale gelen ‘alarmist devlet politikasının’ AKP-MHP blokunun eliyle Türk-İslamcı soslarla yeniden güncellenerek piyasaya sürülmesi, değişimi isteyen kesimlerin üzerinde tartışabileceği başlıklar olabilir. Alarmist siyaset tarzı, etnik ve dini milliyetçiliğin yoğun olduğu Türkiye'de iktidarlar açısından her zaman için en kullanışlı ve alıcısı bol olan basit bir siyaset taktiği olmuştur. Bu taktik AKP tarafından uzun bir süreden beri uygulanıyor. Dinçer Demirkent’in Gazete Duvar’daki yazısında belirttiği gibi ‘seçimler aracılığıyla iktidarın, milli irade mefhumunu istismar ederek, millet ve lideri özdeşleştirdiğini ve bu yolla anayasal sınırlamalardan kurtulmanın zeminin yaratıldığını’ görmekteyiz.

DEĞİŞİME KARŞI DİRENCİN KAYNAĞI: GENİŞLEYEN MUHAFAZAKARLIK

Muhalefetin değişim arzusunu gerçekleştirecek özneleri yan yan getirebilmesinin önündeki engel, iktidarın yanı sıra muhalefet blokunda da değişime karşı olan bir direncin varlığıdır. Bu direnç muhalefetin başarısızlığının bir nedeni, aynı zamanda temel çelişkisidir. Değişime karşı oluşan direncin AKP ile başlayıp CHP ile devam ederek, geniş bir yelpazede sol-sosyalist partilerin içine kadar uzanması, çok ilginç bir duruma işaret ediyor. AKP’nin 17 yıllık iktidarının politikayı getirdiği en tehlikeli kavşak belki de budur. Muhafazakarlığın hacminin geniş bir alana yayılması, biriken ve kangrenleşen sorunları da sümen altı ediyor.

Değişime ihtiyaç olmasına rağmen değişimi sağlayacak aktörler ya karnından konuşuyor ya da ürkerek siyaset yapıyorlar. Ne yazık ki önceki seçimlerde değişim talebinin muhalefet tarafından başarılı ve sonuç alıcı bir politikaya dönüştürülememesi, dahası iktidarın istediği dozda itaatkar bir muhalefet pratiği sergilemesi, değişim talebinin ertelenmesine neden olmaktadır. İktidarın, konumunu korumak için tüm ülkeye muhafazakarlığı dayatması anlaşılır bir durum iken muhalefetin değişimden korkup iktidar gibi konumunu korumaya çalışmasını anlamak mümkün değildir. Muhalefet partileri, ülkede söz sahibi olmak ve ülkenin sorunlarına çözüm olmak istiyorlarsa, öncelikle kendi içinde değişime karşı olan bu muhafazakar direnci kırmak için bir takım riskleri göze almak zorundalar.

SİYASETİN MUHAFAZAKARLAŞMASI SEÇMENLERİ DE ETKİLİYOR

Seçimlerin değişim ve normalleşmeyi sağlayacak bir mekanizma olmaktan uzak kalması, siyasetin kamplaşmaya dönük dili ve söylemi seçmenleri de doğrudan etkiliyor. İktidarın kötü gidişatı yönetememesi, muhalefetin dağınık ve eksik pratiğiyle birleşince, toplumda insanı insanın kurdu haline getiren negatif bir hınç ve motivasyon yaratıyor. İktidara sırtını dayayan kesimler, her seçimde varlığını politik, ekonomik ve kültürel olarak yeniden konsolide ederken; sistemden rahatsız olan ve değişimi sağlamakta yetersiz kalanlar da kaybettikçe, öfkelenmekte ve daha da hırslanmaktadır. İktidarın muhalefeti başarısız kılmak için kurduğu oyun, kamu yararını gözetmekten uzak olup sadece iktidara yetebilen dar bir başarı sağlıyor. Bu oyun, iktidarın kendi ilkelerini bile ihlal eden uygulamalarına rağmen sessiz kalan ve yine iktidara oy veren seçmeni daha bencil ve itaatkar bir noktaya çekiyor, muhalif seçmeni de bezgin, öfkeli, umutsuz bir ruh haline itiyor. Kutuplaşmayı esas alan ve seçmenin oy kullanma iradesini tehdit eden bu siyasal atmosferin politik yozlaşmayı beslediği açıktır. Siyaset kurumu istismar edilmekte, siyasetin ve toplumun doğasında mevcut olan iyilik hali, anlamını yitirerek politik olarak yozlaşmaktadır. (2)

YEREL SEÇİMLER VE DEĞİŞİM İLİŞKİSİ

31 Mart yerel seçimleri için partilerin seçim stratejilerine baktığımız da ülkenin geleceğine yönelik toplumu rahatlatacak, gerilimi ve kutuplaşmayı ortadan kaldıracak bir vaadin olmadığını, sadece seçimleri kazanmaya odaklanmış çıkarlarından başka bir şey düşünmeyen dar bir siyasetin sahaya hakim olduğunu görüyoruz. Partilerin vaatlerinde bir cimrilik ve içe kapanıklık durumu yaşanıyor. Seçim kampanyaları, yerel olmaktan öte beka gibi genel iddialara sıkıştırılmış durumda. Yerel seçimlerin genel seçim havasında geçmesinin altında yukarıda izah etmeye çalıştığımız gibi, çözülemeyen ve sümen altı edilmeye çalışılan genel sorunların tüm kaotik karakteriyle kendini dayatması vardır. Ülkenin genel sorunları maniple edilerek hamaset edebiyatı ile üzeri örtülüyor. Kürt sorunu, ekonomik sorunlar, dış politika ve Suriye savaşındaki son gelişmeler, küresel siyasette eksen kaymaları gibi genel sorunlar, bu seçimlerde ve çözülmediği sürece bundan sonraki olası seçimlerde öncelikli gündem olmaya devam edecektir.

AKP'nin parti içi çelişkileri bastırmak için Arap Baharı'nı ve çözüm sürecini fırsata çevirerek 2011'den beri kendini ülkenin vazgeçilmez kurtarıcısı olarak görmesi ve seçim süreçlerini ölüm kalım ekseninde ele alma stratejisinin kırılamaması, anormalin normalleşmesini de beraberinde getiriyor. Türkiye’deki son seçimler, siyasetin savaş ile eş değer tutulduğu bir atmosferde yapılıyor. Siyaset için "savaşın farklı araçlarla yapılması" tanımı yapılır. A. Negri ve M. Hardth Çokluk kitabında şöyle bir analiz yaparlar: ‘Egemenlik ilişkisindeki denge değiştikçe demokratik olmayan her iktidar savaşa ve şiddete başvurur. Şiddet demokrasi karşısında meşrulaştırılır, savaş bir idare biçimine dönüşür.’ Savaş ve şiddetin etkisi ile terörizm, seçimlerin en kullanışlı kavramı haline geldi. Kavram olarak “terörizm”, daha önce sadece Kürtlerle sınırlı tutulurken, son zamanlarda kavramın hacmi genişlemiş ve olağan şüphelilerin sayısı iktidarın gözüyle artmıştır. Kısa yoldan amaca ulaşma hesabıyla yapılan bu basit ve etkisi bakımında kötü sonuçlara gebe bu etiketleme ve irtibatlandırma yöntemi çok rahat bir şekilde iktidar tarafından tüm muhalefete karşı kullanılabiliyor.

MUHALEFETİN HATA YAPMA ŞANSI KALMAMIŞTIR

Önceki seçimlerde olduğu gibi bu seçimlerde de AKP, devletin tüm olanaklarını arkasına alarak iş yapmaktadır. Ancak AKP hegemonyası bu seçimde ciddi oranda darbe almış durumda. AKP hegemonyasının zayıflamasına rağmen muhalefetin bunu fırsata çevirme konusunda hantal davranması, ittifak kurma nedenlerini ortaklaştıramaması ve bu konuda ürkek davranması değişim konusunda seçmenlerin muhalefete olan güvenini sarsıyor. AKP’den daha çok AKP'nin politikasına inanan bir muhalefet olduğu sürece, seçimlerin olası değişimi ve normalleşmeyi sağlaması değişimi isteyen kesimler açısından karamsar bir tabloyu ortaya çıkarıyor.

İktidar, son seçimlerin hepsinde uyguladığı taktiği yeniden devreye sokarak muhalefeti kriminalize edip zaman zaman da ezerek alt etmeye çalışmaktadır. Muhalefetin iktidar karşıtı bağlamında yaptığı siyaset, iktidar tarafından ülkenin bekasına karşı yapılan yasa dışı bir pratik ile eş değer tutuluyor. Ülkede oluşan ulusal hıncın yarattığı etki ile muhalefet de zaman zaman bir beka hatası yaptığını düşünüyor olacak ki iktidarın iddiaları karşısındaki ürkekliği kamuoyunda hissediliyor. Bu ürkekliğin seçmen tarafından hissedilmesi seçim sonuçlarını doğrudan etkileyecektir. Dolayısı ile muhalefet partilerinin iktidarın seçimleri beka meselesi olarak gören taktiğine karşı elini çabuk tutması ve bu argümana karşı sağlam söylemler geliştirmesi bir zorunluluk halini alıyor.

MUHALEFET NE YAPABİLİR?

‘‘İnsan, hayatta suların yükseldiği anı iyi kollamalı. O an geldiğinde denize açılırsan yolun sonunda amacına varırsın. Ama fırsatı kaçırdın mı yaşam yolculuğu hep sığ sularda geçer.’’ Shakespare

Muhalefet, genel olarak seçim stratejisini, iktidar karşıtlığına sıkıştırmaktan ve rövanşist bir dil kullanmaktan vazgeçmelidir. Dar bir karşıtlık ve rövanşist bir dil kullanımı, bugüne kadar hep iktidarın işine yaradı, buradan tipik mağduriyetler üretmesine ve bunu topluma pazarlamasına neden oldu. Toplumsal barışı ve normalleşmeyi hedefleyen bir seçim kampanyası muhalefetin uzlaşmaz çelişkilerine rağmen mümkündür. HDP’nin batıdaki stratejisi bu anlamda bu seçimin en rasyonel stratejisidir. Toplumun barış ve demokrasi talebini parti çıkarlarının önüne koyarak daha geniş bir kazanma ağı oluşturmayı hedeflemektedir. Bu aynı zamanda demokraside ısrardır.

Seçim süreçlerinde muhalefetin faaliyetlerini engellemek, medyaya ambargo koyarak kamuoyunu tek başına belirlemek dünyanın her yerinde seçimlerin aleni ihlalidir. Yine AKP’nin ’Benden sonra tufan’’ senaryosu, iktidarını kaybetmek üzere olan tüm aktörlerin çaresizce başvurdukları klasik bir yöntemdir. Muhalefet, uzun süren iktidar pratiklerinin birer tufan olduğunu ve iktidarın objektif, aleni hilelerini seçmene çekinmeden anlatmalı, anlatmaya devam etmelidir. Elbette öncelikle muhalefetin kendisi, yaptıklarının sonuç alacağına inanmalı, buna ikna olmalı; sonra da seçmeni o yönde örgütlemelidir. Muhalefetin bir an önce köpürtülen hamasetten kendisini kurtarıp biraz basit düşünmeye de ihtiyacı var. Seçmene, ülkenin idaresi konusunda güven vermesi ve öyle sanıldığı gibi bir partinin iktidarını kaybetmesiyle kıyametin kopmayacağını anlatması ve hissettirmesi gerekiyor.

SİYASİ TIKANIKLIK HAKİKATİ ÖRTEMEZ

Siyasetin hatırlaması gereken bazı politik, tarihsel ve sosyolojik realiteler var. 100 yıllık Cumhuriyet tarihi boyunca Türkiye halkları kötü bir yönetime maruz kalmasına rağmen bir arada yaşamayı başarabildi. Uzun süreden beri devam eden Kürt savaşı başta olmak üzere, mezhepler ve inançlar üzerinden geliştirilmeye çalışılan kamplaşmaların, sınıfsal çelişkilerin ve daha birçok ayrıştırıcı ve ötekileştirici pratiklerin ortak yaşamı ve kader birliğini zedelemesine rağmen, toplumda bir arada yaşamaya olan inancın devam ettiğini görmekteyiz. Bu siyasetin başarısı değil tarihin ve sosyolojinin bir başarısı olarak kabul edilebilir. Bu sevindirici bir durumdur. Siyasetçilerin de ders çıkarması ve siyaset için referans alacakları temel nokta burasıdır.

Dolayısıyla güçlü bir tarihsel ve sosyolojik arka plana sahip olan Türkiye toplumu, bir siyasi partinin iktidarını kaybetmesinden korkmamalıdır. AKP’nin gidişi, ölüm kalım meselesi değil bir siyasal partinin seçimleri kaybetmesinden başka bir anlam taşımamaktadır. Bu nedenle toplum, iktidarın psikolojik savaş oyununa değil ortak yaşam ve ortak kader birliğine, demokratik değişim ve dönüşüme inanmalı. Bunların yanı sıra tüm eksikliklerine rağmen ülkedeki demokrasi deneyimi de güç alınabilecek bir deneyimdir.

(1) Oklokrasi: Demokrasinimn en bozulmuş halidir.genellikle nitelikli insanların politikadan uzaklaşmasıyla meydanın niteliksiz kesimlere kaldığı ve çıkar ilişkilerinin hakim olduğu durumlar için yapılan bir tanımlama

(2) Demokratik yönetim sürecinde yer alan aktörlerin (seçmen, politikacı, bürokrat) çıkar sağlama gayesiyle toplumda mevcut olan hukuki, dini, ahlaki ve kültürel kuralları ihlal etmeleri politik yozlaşmayı ifade etmektedir.

Etiketler AKP seçim muhalefet