Her syllabus 8 Mart’taki bir Kepez Belediyesi’dir

Sadece kadınlara ait günlerde ve zamanlarda, kadınlığın konuşulduğu etkinlikler kadınların değil, her söylem alanı da kadınlarındır! Dersler de öyle! Eşit söz hakkı talep etmek gerekiyor, her alanda talep edilen bu eşit söz hakkının 8 Mart’ta talep edilenler kadar meşru olması gerekiyor.

Google Haberlere Abone ol

Beren Azizi

Kepez Belediyesi’nin 8 Mart’taki sadece erkek konuşmacılardan oluşan Kadın Olmak paneline cümbür cemaat şaşırıyoruz, öfkeleniyoruz. Şaşırıp öfkelenelim de. Peki ama bu tip güya görgüsüzlere mahsus kabadayı cinsiyetçilikten azade alanlar sanılan, halbuki Kepez’dekinin tıpatıp aynısının olduğu entelektüel alanlardaki cinsiyetçilik karşısında ne yapıyoruz?

Örneğin bu alanlardan biri olan üniversitelerdeki erkekler kahvehanesine dönmüş syllabus’ların Kepez’deki kepazelikten farkı nedir?

Dersleri de pekala bir panel gibi ve bu derslerde okutulan makaleleri de o panelin katılımcıları olarak düşünebiliriz. İşte Kepezleşme bu noktada başlıyor. (Ya da daha acısı üniversiteler Kepezleşmiyor, Kepez aksine üniversiteleşiyor, “yukarıdan” “aşağıya” yani okuldan hayata bir epistemolojik cinsiyetçilik geleneği söz konusu.) Çoğu akademisyenin, üstelik cinsiyetçilik karşıtı akademisyenin syllabus’ları erkekler kahvehanesine dönmüş durumda. Sınıfın yarısı kadınken, syllabus’taki makalelerin yazarlarının çok büyük çoğunluğu erkek yazarlardan oluşuyor, yani konuşmacıların neredeyse hepsi erkek!

Karşısında yarısı kadından oluşan bir sınıf varken, bölümdeki akademisyenlerin yarısı kadınken hiç utanmadan nasıl böyle syllabus’larla sınıfın karşısında geçip ders anlatabiliyorlar? Bunu öncelikle kadınları ciddi bir aşağılama biçimi olarak görüyorum; ardından da akademideki kadınları, öncelikle öğrenci kadınları hiçleştirmek, seslerini silmek ve değersizleştirmek olarak okuyorum öte yanda erkeklik güçlendirilirken. Her konuda ve alanda, onlarca ve yüzlerce ve binlerce kadın akademisyen var, bu akademisyenlerin yazdığı onlarca ve yüzlerce ve binlerce makale var, yazı var; ama günün sonunda mesele üniversitelerdeki derslere gelince bu kadınların adı yok syllabus’larda.

Ne demek istiyorsunuz siz bize? Evde hobi olarak kadın akademisyen okuyun, dersler şakaya gelmez, riske atmaya gelmez, ciddi bir şey yapıyoruz şurada mı demek istiyorsunuz? Öğrencilerin, süzme erkeklerden oluşan okuma listelerini okumazlarsa cahil/eksik kalacağına mı inanıyorsunuz fantezi dünyanızda? Oldu olacak, “bir kadın olarak sus”alım mı? İkiyüzlülüğü bırakın ve açıkça o halde bunu söyleyin. Derslerimde kadın öğrenciler söz almasın, kadınların fikirlerini erkeklerinden aşağı buluyorum deyiniz. Diyebiliyor musunuz?

Ben bu yazıyı yoğun bir öfkeyle yazıyorum. Şöyle ki birçok üniversitenin bahar dönemi başlamış durumda, ilk haftalar geldi geçiyor. Çeyreğini geride bıraktık sayılır bahar döneminin. Hayat, eşitlik, ötekiler, özne, hakikat vs. konuşulan bir dersimde fark ettim ki dördüncü haftaya gelmiş olmamıza rağmen bir kadın düşünürden bir yazı okumamışız! O an erkekler kahvehanesinin ortasında ne yapıyorum ben diye sordum kendime. Bu eşitsizliği fark etmemle birlikte derslerde okutulup ballandıra ballandıra anlatılan fikirler silsilesi, dünyayı kurtarmaya çalışan entelektüel süperman’lerin iyice dayanılmaz lakırdılarına dönüştü. Fikirler güya cinsiyetsiz, oysa halefler erkek selefler erkek, kadının adı yok, oysa fikirler evrensel ve “hepimizi” ilgilendiriyor. O andan itibaren bu rezalete katlanamaz buldum kendimi. Bu ciddi bir aşağılamaydı çünkü.

Derste bahsedilen meselelere hiç yabancı değildim, hatta çok içindeydim; sonra kütüphanem aklıma geldiğinde ben bunları yığınla kadın düşünürün yazdıklarından okumuştum zaten. Kadın düşünürlerin yazdıklarını kendi kendimize evimizde mi okuyoruz? Erkeklerinki üniversitelerde ders olarak okutuluyorken, kadın yazarlar kişisel merak ve hobi mi?

Sonrasında da diğer derslerin syllabus’larına baktığımda kadın göremedim, erkekler kahvehanesi görmeye devam ettim. Halbuki literatürde aynı bilgileri, yorumları bu erkek yazarların çağdaşı kadınlar da yazmıştı; ama müfredatta yoklardı. Aldığım hiçbir dersin syllabus’ındaki makalelerin kadın yazarlarının sayısı erkek yazarlarından fazla değil, fazlalığı geçtim benim eşit sayıda kadın yazarı ve erkek yazarı olan syllabus’ım yok! Eşitliği de geçtim ki en acı kısım bu, en yakın fark erkek yazarın 10 kişi fazla olduğu syllabus, yani 15 kadın yazara karşı 25 erkek yazarı var ki bu syllabus’larımın içinde kadın - erkek yazar sayısının birbirine en yakın olduğu syllabus’ım! Farkı öylesine açanlar vardı ki 30 küsur erkek yazara karşı 5-6 kadın yazarı olan syllabus’larım bile var; üstelik eşitlik teorilerinden, toplumdan, kültürden, yapıdan, yapısökümden falan filan bahseden bir derste durum böyle! Bu ikiyüzlülük değil de nedir?

Bu hem ikiyüzlülüktür hem de kadınları düpedüz aşağılamaktır. Düpedüz, dersin kaynak makalelerini erkek sesinden inşa etmektir. Düpedüz erkek öğrencilere lider, yönetici, entelektüel özne olmayı altın tepside sunmak ve kadın öğrencileri sınıfta küçük düşürmektir, susturmak, sessizleştirmektir. Okulda erkek egemenliği inşa etmektir.

Üniversiteler, özellikle bilim ve bilgi konusunda objektiflik ve apolitiklik iddiasının en yoğun olduğu alanlardır. Yani diğer bir ifadeyle üniversite, liyakat sonucu bilginin seçildiği veya elendiği, doğrulanabilir bilginin üretilip paylaşıldığı alanlardır, kendini böyle idealize eder. Hal böyleyken, böyle bir alanda çok büyük çoğunluğu erkeklerden oluşan yazarlı syllabus’lar koymak demek genç öğrencilere şu mesajı vermek demek oluyor:

“Bu konu hakkındaki, artık o konu her neyse örneğin bilmem neyin sosyolojisi/tarihi/felsefesi, işte bu konu hakkında geneli ilgilendiren, evrensel olan en etkili, en önemli, en temel bilgilerin/fikirlerin çoğu erkekler tarafından üretildi. Üstelik önünüze gelen bu syllabus, diğer yerlere nazaran, örneğin reel siyasete nazaran, son derece ayrımcılık karşıtı ve liyakate dayalı süreçler sonucu üretilen bilgilerden oluşturuldu. Günün sonunda ne hikmetse erkeklerin yıldızı parladı. (Hayır parlamadı, sen parlatıyorsun, sadece erkek seçerek palavrayı gerçek kılıyorsun.) Kadınlar her alanda olduğu gibi patriarka yüzünden akademik alanda da GERİ KALMIŞ olabilirler, bu onların suçu ya da eksikliği demiyorum; ama ben “gender studies” yapmadığım için, bu GERİ KALMIŞLIĞI gidermek adına dersime eşit sayıda kadın yazar koyup dersimi feda edemem; sizi temel bilgilerden mahrum bırakamam; çünkü ben dersime eşit sayıda kadın yazar koyarsam POLİTİK davranmış olurum, AKADEMİK davranmış olmam. Bu da öğrencilerimi KENDİ POLİTİK TUTUMLARIM UĞRUNA harcamak olur. Kadınlar da günü gelecek erkekler kadar ve erkekler gibi bilgi üretecekler, o gün zaten biz KENDİLİĞİMİZDEN eşit, hatta fazla sayıda kadın yazar koyacağız syllabus’larımıza. Dolayısıyla ayrımcılık yapmış olmuyorum, GERÇEKÇİ davranmış oluyorum.”

Halbuki ona bu makalelerin, bu alandaki en iyi makaleler olduğunu söyleyen kaynak kendi tarihinden başkası ve fazlası. Ona akademisyenliğe yükseldiği bu yolda bu makaleler okutulduysa bir hikmeti vardır, ayrımcılık değildir o hikmet güya! Demek ki bu kişi, kendi tarihini, kendi pozisyonunu, kendi inşasını hiç sorunsallaştırıp sorgulamamış. Acaba, aynı bilgiler aynı çağlarda kadınlar tarafından da üretildiği halde, bu üretimin ekmeğini asimetrik güç ilişkileri sebebiyle hiç de akademik olmayan bir yerden tamamen politik ve subjektif şekilde erkekler yemiş olabilir mi? (Matilda Effect) Tam da onun syllabus’ında olduğu gibi hem de! Örneğin elli-yüz yıl önce normal, mümkün ve akademik olan bugün ise ırkçılık karşıtı sivil haklar mücadelesinin sürdüğü ve çok önemli hakların kazanıldığı coğrafyalarda sadece beyaz insanlardan oluşan bir syllabus artık görece mümkün, normal ve akademik değilse, aksine düpedüz ırkçı ve politikse; büyük çoğunluğu erkeklerden oluşan syllabus’lar da öyledir, politiktir, cinsiyetçiliktir! Hiçbir şekilde bilgi üretimine dair hakikati yansıtmaz, aksine cinsiyetçiliğin beslendiği mitleri yeniden üretir, palavraları hakikat kılar. Oysa, tekrar söylemek gerekirse bu müfredatlar kişinin kendi akademik tarihini sorgulamayıp, ona tamamen objektif makaleler okutulduğuna dair saplantılı ve hayali inançtan kaynaklı bir özeleştiri yoksunluğu sebebiyle önümüze gelir ve akademisyen erkekse bundan güç çıkarı da vardır. Bu da günün sonunda, özellikle iktidar ve güç eleştirisi yapan akademisyenin ikiyüzlülüğü ile sonuçlanır. Bu ikiyüzlülük de yüze vurulması gereken, üstünün örtülmemesi gereken hakikattir.

Masum bir savunma gibi görünen “Bana bunlar okutuldu, ben okuduklarımı koyuyorum, çalıştıklarımı koyuyorum.” demek de dolaylı yoldan “Bakın ben bir akademisyenim, buralara kadar geldim, bana bunlar okutulduysa demek ki bunlar temel LİTERATÜR.” demek de oluyor. Oysa, bu ciddi bir yalanın yalnızca küçük bir parçası. İnkar edilmiş bir cinsiyetçiliktir bu.

Başka bir açıklamanın mantıklı olduğunu düşünmüyorum.

Akademideki cinsiyetçilik hakikatinin eleştirisine karşı öyle absürt savunmalar gelebiliyor ki bazen… Örneğin numune olarak koyduğu kadın yazardan fazlası talep edildiğinde, eşit söz hakkı talep edildiğinde, kadın-erkek yazar sayısının eşit olması istenildiğinde, bu eşitliği sağlamayı “gender studies yapmak” sanan bir hödüklük var. “Ben gender bilmiyorum, benim alanım değil.” diyebiliyor koca koca okumuş etmiş akademisyenler. Bir mesele hakkında, hele ki bu mesele beşeri bilimlerin meseleleri hakkındaysa ve sen kalkıp sadece erkeklerden inşa ettiğin bir okuma listesiyle önümüze geliyorsan, yani sadece erkeklerin fikirlerini okutturuyorsan, birileri de bunu kabul etmiyorsa ve sana değiştir diyorsa, bu git toplumsal cinsiyet çalışmaları doktorası yap demek değil, insan ol demek! Buradaki kurguyu başka yerlerdekini gördüğün gibi gör demek! İkiyüzlü olma demek!

8 Mart yaklaşırken, tüm kadın öğrencilere, kadın akademisyenlere, kadın yazarlara, düşünürlere çok önemli olan bu syllabus meselesi hakkında Kepez Belediyesi meselesinde olduğu kadar reaktiflik çağrısında bulunmak istiyorum. Sadece kadınlara ait günlerde ve zamanlarda, kadınlığın konuşulduğu etkinlikler kadınların değil, her söylem alanı da kadınlarındır! Dersler de öyle! Eşit söz hakkı talep etmek gerekiyor, her alanda talep edilen bu eşit söz hakkının 8 Mart’ta talep edilenler kadar meşru olması gerekiyor. Üniversiteler de eşit söz hakkının zamansız ve sürekli talep edilmesi gereken alanlardan biri. Hiçbir kadın öğrenci gözlerinin içine baka baka bu syllabus’lar aracılığıyla aşağılanmayı hak etmiyor! Cinsiyetçi söz hakkı eşitsizliği hiçbir şekilde meşrulaştırılmamalı ve zamansız, sertçe eleştirilmelidir. Reaktiflik gerekiyor, neden susup kabul edelim? Ve hiçbir şey olmamış gibi o derslere devam edelim? Bozalım gitsin!

Bu aynı zamanda bilim/fikir tarihi eleştirisidir de. Her syllabus bilim/fikir tarihini yeniden erkekler lehine yazan manipülatif bir tarihçi/yazar değil de nedir? Her syllabus kadın aklına dair özcü palavraları meşrulaştıran bir biyolog değil de nedir? Her syllabus zekanın ırkçı ve cinsiyetçi açıklamasını uyduran bir genetikçi değil de nedir? Her syllabus kadın erkek fıtratı gereği eşit değildir diyen bir politikacı değil de nedir? Her syllabus çok konuşma lan, sen karar veremezsin, ben bitti demeden bitmez diyen katil bir eski eş/sevgili değil de nedir? Her syllabus 8 Mart’taki bir Kepez Belediyesi değil de nedir? Bozalım gitsin!